8 Ocak 2012 Pazar

MAVİ YORGAN

Yaşlı olmasına rağmen iğneye geçirdiği rengârenk ipliklerle, saten kumaşların üzerine en güzel motifleri, nakışları ustalıkla işliyordu. Dükkânına gelenlere, kasabada bu işle uğraşan tek kişi olduğunu, çırak bulamadığını anlatır dururdu. Anladığım kadarıyla bu sanatın yok olup gideceğine üzülüyordu. Evet, işinin ustasıydı, benim de ustamdı. İğneyi, bitirmekte olduğu motifin ucuna son kez bandırıp çıkardıktan sonra, sıkı bir düğüm attı. İpliği kesip, iğneyi yakasına batırdı. Kalktı, camekânın önünden dışarıda yağan yağmuru bir süre seyrettikten sonra, kapıyı açıp, “Islanacaksınız, geçin içeride bekleyin.” dedi. Kimi çağırdığını, bulunduğum yerden göremiyordum. Biraz sonra yaşlı bir kadın, elinden tuttuğu küçük kızla, çekinerek içeri girdi.
— Otobüsü kaçırdık. Bir sonraki otobüsün gelmesine de epey vakit var, dedi.
— Geçin şöyle, diyerek onları taburelere oturttu.
Küçük kızın solgun yüzüne, kızarmış gözlerine, yandan örgülü ıslanmış saçlarına bakarken,
— Nesi var bu yavrunun, diye sordu.
Kadın, derin bir nefes çekip iç geçirdikten sonra, başıyla yanındaki kızı işaret etti.
— Üç gün önce annesi vefat etti. O gün bu gündür ne uyudu ne de bir tek kelime etti. Bugün doktora götürdüm. Bir sonuç alamadık. Yarın tekrar götüreceğim.
Ustam, buğulanan gözlerini küçük kızdan alarak bizleri sıra sıra dizdiği raflara çevirdi. Bir süre öylece düşündü.
— Annesinin saçlarının rengi neydi, diye sordu.
Kadın, şaşkınlıkla cevap verdi.
— Sarıydı.
— Peki, gözleri ne renkti?
— Maviydi.
Mavi mi? Ama bu benim rengimdi. Ustamın dükkâna gelen çocuklara anlattığı masallardan bilirim, gökyüzünün, uçsuz bucaksız denizlerin renginin mavi olduğunu.
Ustam rafa uzandı, sarı astar kumaşın topunu aldı. Tezgâhın üzerine açtıktan sonra astarı, makasla kesti. Üstüne yünleri özenle yaydı. Dolabın üzerinden aldığı kavanozdan, kurumuş gül yaprakları serpti yünlerin arasına. Daha sonra beni indirdi raftan, yünlerin üzerine serildim. Mavi rengimle âdeta dükkânın ortasını kapladım. İğneye taktığı iplikle başladı dikmeye. Kenarlarımı dikince, üzerime kocaman bir kalp işledi, ortasına da kırmızı iplikle bir gül kondurdu. Kalbin etrafına rengârenk çiçekleri nakşetti. Artık hazırdım. Beni katladı, kadına uzattı.
— Bu yorganı yavrucağın üzerine ört.
— Paramız yoktur, dedi kadın sıkılarak.
— Yetimlerin benden hep alacağı vardır. Ben sadece borcumu ödedim, dedi.
Kadının koltuğunun altında kapıdan çıkarken, son bir kez baktım ustama, yüzünde huzurlu bir gülümseme vardı.
Otobüste de konuşmadı, küçük kız. Boş gözlerle camdan dışarı baktı durdu. Eve geldiğimizde kadın, küçük kızın yatağını hazırladı, üzerine pijamalarını giydirip öperek yatırdı. Beni aldı, katlarımı açtı, usulca üzerine örttü. İçimdeki gül yapraklarının kokusu bir anda sarıverdi odayı. Annesinin hayali usulca koynuna sokuluverdi. Bir ninni duyuldu ötelerden, hani şu “elleri kolları kınalı bebek” olan. Biraz sonra minik göz kapakları yavaşça kapandı. Al al oluverdi yanakları. Yüzüne tatlı bir tebessüm geldi. Minik kolları annesine sarılır gibi bağrında kenetlendi. Yavaşça kıpırdayıverdi dudakları:
— Anne, dedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder