30 Mart 2013 Cumartesi

ASUDE MEKANLAR VE OKUMA PROGRAMLARI

25 Mart 2013. | KIRIK TESTI
Soru: Günlük hayatın bin bir gürültü ve koşuşturmacası içinde bunalan günümüz insanı, fırsat buldukça sessiz bir bucak, tenha bir koy arama ihtiyacı duyuyor. İnanan gönüller de bu tür asude mekânları kalb ve ruh hayatları adına değerlendirmek istiyor. Bu gaye istikametinde gerçekleştirilen programlardan kâmil manada istifade edebilmek için hangi hususlara dikkat edilmelidir?
Cevap: Her birimizin sosyal hayat içinde yerine getirmesi gereken bir kısım vazifeleri bulunmaktadır. Zaten inanan bir gönül, eğer topluma faydalı olmak, muhataplarını belli bir ufka yönlendirmek ve kendi değerlerini onların ruhlarına duyurmak istiyorsa, insanların içinde olmaya mecburdur. Evet, hakkıyla Allah’a ve ahiret gününe inanan bir insanın, toplum içinde bulunarak bir kıblenüma gibi çevresindekilere hep hak ve hakikat kıblesini göstermesi gerekmektedir. İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem), toplumun içinde durup insanlardan gelen eziyetlere katlanmanın, tecerrüt ve halvetten daha hayırlı olduğunu beyan buyurmaktadır. (Bkz.: Tirmizî, kıyamet 55) Bu sebepledir ki, bize göre daimî halvet ve uzlet, toplumdan ve toplum içinde eda edilecek vazifelerden kaçma demektir. Bu itibarla, şahsî kemâlât ve şahsî füyuzat hisleri adına dahi olsa bu vazifelerden kaçan bir insan zannediyorum günaha girmiş olur. Zira İslâm’da aslolan halk içinde Hak’la beraber olma ve insanlığın hizmetine koşmaktır.
Ne var ki, ulvî bir gaye için toplum içinde bulunurken istemediğimiz bazı durumlarla da karşı karşıya kalabiliriz. Öyle ki farkına varmaksızın çamurlara adımımızı atıp belva-i amm nev’inden paçalarımıza çamur sıçratabiliriz. Evet, hiç farkında olmadan, sosyal hayat içinde, gözlerimiz kirlenmiş, kulaklarımızdan içeriye kirler akmış ve böylece bir kısım levsiyat iç dünyamızı bulandırmış olabilir.
İşte yüce bir mefkûre uğruna bütün bu olumsuzluklara katlanan insanların, maruz kaldıkları kirlerden arınmaları ve üzerlerindeki pislikleri atmaları adına havası temiz bir mekâna çekilme ve orada doya doya oksijen soluklama ve böylece yeniden şarj olmaya ihtiyaçları vardır. Kanaatimce böyle bir gaye etrafında gerçekleştirilen bütün müzakere ve okuma faaliyetleri bir nevi ibadet sayılır.
Fakat bu noktada dikkat edilmesi gereken husus şudur:  Bir kısım zahmet ve masraflara katlanarak ulaşılan o asude mekân ve tenha koylar, santimi zayi edilmeksizin değerlendirilmeli, disiplinli okuma faaliyetleriyle mamur hâle getirilmeli ve evrad ü ezkârla ihya edilmelidir. Evet, kolektif şuur içerisinde, yüreklerden kopup gelen evrad ü ezkârla öyle korolar, arz u semayı velveleye verecek öyle senfoniler oluşturulmalıdır ki, mele-i âlânın sakinleri bile yeryüzündeki o koroya iştirak etme arzusu duymalıdır.
Ruhanîliklere Açık İklim
Yaz günlerinde yapılan o eski kamplarda, her gece sağda solda bir köşeye çekilen arkadaşların okudukları Kur’ân ve dualar beni çok duygulandırırdı. Aynı zamanda onlar bu kamplarda her gün 200-300 sayfa iman hakikatlerine dair eserler okur ve değişik mevzuları müzakere ederlerdi. Kamplardaki hayat şartları da çok basitti. Mesela insanlar, yerde hasırların üzerinde yatarlardı. Yemeği fakir pişiriyor ve servisini de fakir yapıyordu. Gelen önemli bir misafirimiz, çok basit şartlarda ve imkânsızlıklar içinde yaşananlara şahit olunca, “Şu anda, yeryüzünde bu kadar ruhaniyatın hâkim olduğu bir yer yoktur.” demiş ve ertesi sene tekrar gelmişti.
Aynı zamanda bu nezih ortamlarda, bir taraftan kendimizle yüzleşip kendimizi hesaba çekerek hizmet düşüncesiyle yaptığımız işlerdeki kusurlarımızı görmeli, durduğumuz yerle durmamız gerekli olan yer arasındaki mesafenin muhasebesini yapmalı; diğer yandan da cismaniyeti bırakıp, hayvaniyetten tecerrüt edip, kazurat-ı beşeriyeyi bir tarafa atıp, kalb ve ruhun hayat yörüngesinde seyahate azmetmeli, ruhanîliklere açılmaya çalışmalıyız. Bu noktada bir fikir vermesi adına bir mülahazamı nakledeyim: Yaptığımız kamplarda beraber olduğumuz arkadaşlara her gece yüz rekât namaz kılmalarını söylemek aklıma geliyordu. Fakat bu, onlar için teklif-i mâlâyutak yani güç yetiremeyecekleri bir teklif olur mu diye de düşünüyordum. Ancak büyük zatların hayatlarına bakıldığında, onların küçük yaşlarında dahi her gün 100 rekât namaz kıldığı görülür. Bu açıdan bu tür programlarda kılabilecek durumda olanlar, mümkünse her gece 100 rekât namaz kılmalı; gecelerin o sırlı, o hüzünlü saatleri dua, istiğfar, evrad ü ezkârla değerlendirilmelidir.
Ülfete Kurban Edilen Eserler ve Müzakereli Okuma
Öte yandan muvakkat bir halvet diyebileceğimiz dinlenme programlarını iyi değerlendirme adına, imkânı varsa her gün 300 sayfa kitap okunmalıdır. Bu hedef gerçekleştirilebildiği takdirde 15 gün program yapan bir insan 4500 sayfa kitap okuyabilecektir. Senede bu şekilde iki kere program yapıldığında ise kendi değerlerimize ait bir hayli eser bitirilmiş olacaktır.
Ayrıca tekdüzelik ve monotonluktan sıyrılarak bu parlak eserleri başka eserlerle de mukayese yaparak okuma çok faydalı olacaktır. Bunun gerçekleştirilmesi ise umumun kabulüne bağlıdır. Bu açıdan eski tarz ve alışkanlıklardan sıyrılacağımız âna kadar, müzakereli okuma işini deruhte edecek insanların biraz zorlanacaklarını bilmeleri gerekir. Fakat şu husus da unutulmamalı ki, insanlar rehberlerine göre vaziyet alırlar. Eğer önde görünen insanlar bu meseleyi dert edinir ve uygulamada ısrarcı olurlarsa arkadan gelenler de onları örnek alır. Maalesef, bu kıymetli eserleri, gerçek derinliğiyle anlama cehdi olmaksızın sadece okuyup geçme gibi kısır bir mülahaza bizi pençesine aldı ve esir etti. Çünkü mukayese ve muhakemeye bağlı bir okuma tarzı geliştirilememişti. Dolayısıyla da o cevher, yakut ve zeberced hazineler ülfet ve ünsiyete kurban edildi. Zannediyorum bundan dolayı, o kıymetli eserlerin müellifleri bize gönül koyuyordur. 
Hıfz u Himâye ve İnâyet Seraları
Son bir husus olarak şunu ifade edeyim: Sessiz, sakin bir mekânda, muvakkat bir süre de olsa, böyle bir safvet ve duruluğa ulaşılması, daha sonraki toplum hayatı itibarıyla da koruyucu bir sera olacaktır. Şurası bir gerçek ki, İslâm ile müşerref olduğundan bu yana bizim toplumumuz bugün olduğu kadar hiçbir zaman kirlenmemiştir. Sokak kirlidir, çarşı kirlidir, mabedin avlusu kirlidir, eğitim müesseseleri kirlidir. İşte bütün bu kirlerden sıyrılarak temiz bir yerde temizliğe açılma, temizliği bir kere daha duyma, bir kere daha temizlikle şahlanma, zannediyorum insanın daha sonraki hayatının temiz ve nezih bir çizgide sürdürülmesi adına çok önemlidir.
Ayrıca evrad ü ezkârla ilâhî inayete sığınma da insanı koruma altına alacak sırlı bir güç kaynağıdır. “Siz Beni anın ki, Ben de sizi anayım.” (Bakara Sûresi, 2/152) âyet-i kerimesinde de ifade edildiği üzere, şayet biz Allah’ı tesbih, tahmid ve tekbirlerle yâd edersek, problemlerle yüz yüze gelip sıkıştığımızda, O da bizi inayetiyle yâd edecektir. Bu âyet-i kerimeyi şöyle de anlayabiliriz: “Siz acz ve fakrınızla bana yönelin ki, Ben de güç ve kuvvetimle sizi destekleyeyim.” Mukavele şeklindeki bu sözleşmede, Cenâb-ı Hakk’ın teveccühlerinde, bir lütuf tecelli dalga boyu sezilmektedir. Yani Allah (celle celâluhû) âdeta bizi anlaşmanın bir tarafı kabul ediyor ve “Siz Bana bunları yapın, Ben de size bunları yapayım.” buyuruyor.
Hâsılı, göz, kulak, dil gibi uzuvları günahlardan temizleme, kalbleri arındırma ve şarj olma adına herkesin böyle muvakkat bir tecrit hayatına ihtiyacı vardır. Fakat bu tür beraberliklerde zihinler kitap okumaya, kalbler evrad ü ezkâra kilitlenmeli; ulvî meseleler dışında laubali şeyler konuşulmamalı, lağv u lehve girilmemelidir.
                                                                                                  HERKUL.ORG

KİMYA

Kimya, kimyasal maddelerle ilgilenen, bu maddelerin özelliklerini, ve tepkimelerini araştıran bilim dalıdır.[1] [2] Kimya bilimi daha kapsamlı bir ifadeyle, maddelerin özellikleriyle, maddelerin sınıflandırılmasıyla, atomlarla, atom teorisiyle, kimyasal bileşiklerle, kimyasal tepkimelerle, maddenin hâlleriyle, Moleküller arası ve moleküller kuvvetlerle, kimyasal bağlarla, tepkime kinetiğiyle ve kimyasal dengenin prensipleriyle ve benzeri konullarla ilgilenir. Kimya'nın ana alt bilim dalları, analitik, anorganik, organik kimya ve fizikokimya dır.
Kimya Köken Bilimi
Kimya sözcüğüyle simya sözcüğünün aynı kökten geldiği tahmin edilmektedir. 17 yüzyılda kimya ve simya sözcükleri aynı bilimsel disiplini, (maddenin analizi, sentezini içeren çalışmaları) tanımlamak için ayırt edilmeksizin kullanılmışlardır. Ancak 18. yüzyılda bu iki sözcük arasında bir ayrım gözetilmeye başlanmış, simya daha çok metalden altın yapmakla ilgili uğraşları tanımlamak için kullanılmıştır.[3] Simya sözcüğünün Arapça al-kimia (الكيمياء‎) sözcüğünden türediği[4], bu Arabça sözcüğünde Antik Yunanca himya (metal eritmek alnamına gelen χημεία ya da χημία) sözcüğünden türediği idda edilmektedir.[5]

 Tarih

ElementPolihedronYüzey SayısıÜçgen Sayısı
AteşTetrahedronTetrahedron.gif424
HavaOctahedronOctahedron848
SuIcosahedronIcosahedron20120
ToprakKüpHexahedron624
Platon'un geometrik elementleri (Atomculuk)
Kimya'nın tarihi Simya öncesi, Simya dönemi, Geleneksel ve Modern kimya dönemleri olmak üzere 4 ana başlık altında toplanarak incelenebilinir.

Simya Öncesi [değiştir]

Kimyanın bilinen tarihi Antik Mısır döneminde başlamıştır. MÖ 2000'li yıllarda Mısırlılar'ın kimyasal yöntemler kullanarak kosmetik tozlar ürettikleri idda edilmektedir.[6] Kral Hamurabi döneminde (MÖ 1792-1750) Babiller altın, gümüş, civa, kurşun, demir ve bakır gibi metalleri tanımlanmış ve bu metallere semboller verilmiştir.[7] Erken Yunan felsefeciler (Sokrates öncesi düşünürler) doğal olayları doğaüstü olmayan nedenlerle açıklamaya çalışmışlar[8], bunun sonucunda da bu dönemde simya öncesi kimya biliminin temelleri atılmıştır. Miletli Tales (MÖ 624 – MÖ 546) maddenin presiplerini araştırmış ve suyun evrenin temel maddesi olduğunu öne sürmüştür.[9] Bir diğer Miletli Anaksimandros (MÖ 610- MÖ 546) suyun karşıtı olan ateşin nasıl oluştuğunu sorgulamıştır.[10] Empedokles (MÖ 490-430) evrenin 4 temel element ateş, hava, su ve topraktan oluştuğunu idda etmiştir.[11] Empedokles'in tanımına göre toprak katı maddeleri, su sıvı maddeleri ve metalleri, hava gasları ifade etmekteydi. Bununla beraber ateşide bir süreçten çok sıvı,gaz ve katı gibi maddenin bir hali olarak tanımlamıştır. Demokritos'un hocası Leukippos evrenin iki çeşit elementten oluştuğunu (boşluk ve katı) ifade etmiş, boşluğun ve katılığın evrendeki tüm elementleri oluşturduğunu ifade etmiştir.[12] Democritus (MÖ 460-370 ) Leukippos ile birlikte atomcu teoriyi geliştirmiştir. [13] Maddelerin yapı taşı olarak daha küçük parçalara ayrılamayan atomlar Leucippus ve Democritus'un geliştirdiği bir felsefe sistemi olarak kabul edilmesine rağmen Platon bu atomculuk teorisine bölünemezlik prensibini eklemiştir. Plato evreni oluşturan 4 temel elementin geometirik katılardan oluştuğunu bu katılarında üçgen yüzeylerden oluştuğunu idda etmiştir. [14] Aristoteles (MÖ 384-323) elementlerin özellikleri düşüncesini geliştirmiştir. Farklı elementlerin farklı özellikleri olduğunu ve bunun çeşitli nicel değişkenlere bağlı olduğunu ifade etmiştir. Bu nicel özellikleri değiştirildiğinde bir elementin başka bir elemente dönüştürülebileceğini ve maddelerin değişim halinde olduğunu idda etmiştir.[15]

Simya Dönemi [değiştir]

Felsefe Taşının Peşinde Simyacı, Joseph Wright (1771)
Sceptical Chymist, Simya dan Kimya'ya evrilişi işaret eden eser, Robert Boyle 1661

Aristotalesin fikirlerinden etkilenen simyacılar (yaklaşık MÖ 320, MS 300) yılları arasında Yunanca konuşulan akdeniz kıyılarında, Mısır'da, İran'da Aristotales ve diğer Yunan filozofların teorilerini pratiğe geçirmeye başlamışlardır.[16] [17] Yine bu dönemde ilk defa simyacılar ucuz metallerden altın elde etmeyi mümkün kılması düşünülen felsefe taşını üretmeye çalışmışlardır.[7]
13. yüzyıla gelindiğinde simya tüm
Avrupa kıtasında yaygın bir hale gelmiş, örneğin dönemin önemli bilim adamlarından Raymundus Lullus[18] İngiltere kralı tarafından İngiltere'ye basit metalden altın üretmesi için davet edilmiştir.[7] 13. yüzyılın başlarında dönemin ünlü simyacıları Roger Bacon[19] (1214/1220–1292), Albertus Magnus[20], ve Raymundus Lullus basit metalden altın üretme yöntemleri dışında simyanın diğer alanlarına yönelip, simyanın günümüz kimyasına yaklaşmasına öncü olmuşlardır.[21]
14. yüzyılda
Katolik Kilisesi simya karşıtı taraf olmuş ve 1317 yılında Papa John XXII simyacılığı yasaklamıştır.[22]
17. yüzyıla gelindiğinde simya göreceli olarak az da olsa hala varlığını sürdürmekteydi. 17. yüzyılın etkin bilim adamlarından
Robert Boyle 1661 yılında döneminde büyük yankı uyandıran eseri The Sceptical Chymist'i yayımlamıştır.[23] Aristotales'in 4 element teorisini ret eden bu kitap aynı zamanda simyanın döneminin de sona erdiğini işaret etmekteydi.[24]
Simya döneminde simyacıların araştırmaları ve deneyleri vasıtasıyla birçok
laboratuvar tekniği geliştirilmiş ve çeşitli bileşik ve elementler keşif edilmiştir.[5]

Geleneksel Kimya [değiştir]

Bu dönem 17. yüzyıl sonuyla 19. yüzyıl başlarına denk gelmektedir. Johann Joachim Becher 17. yüzyıl ortalarında yanma ile ilgili Phlogiston teorisini geliştirmiştir. Bu teoriye göre her yanıcı madde phlogiston diye adlandırılan kokusuz, renksiz, tatsız ve ağırlıksız bir içerik içermekteydi ve bu içerik yanma gerçekleştiğinde yanıcı madde tarafından ortama salınmaktaydı.[25]
Lavoisier ve Eşi
Bu teori daha sonra Georg Ernst Stahl tarafından daha popüler bir hale getirilmiş 18. yüzyılın büyük bir kısmında genel kabül görmüştür. [26] 1785 1787 yılları arasında Fransız fizikçi Charles Augustine de Coulomb günümüzde Coulomb yasası olarak adlandırılan benzer yüklü maddelerin birbirini ittiği karşıt yüklülerin birbirini çektiği ve bu çekim ya da itim kuvvetinin hesaplanması için gerekli denklemi de içeren kanunu bulmuştur.[27] Phlogiston teorisi 18. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Lavoisier tarafından çürütülmüştür. Daha önceden Phlogiston teorisine göre de-phogiston maddesi olarak adlandıralan maddenin oksijen olduğunu keşfetmiştir.[28] 1803 yılında John Dalton atom teorisini kraliyet enstitünde ilk kez sunmuştur. Bu teoriye göre farklı elementlerin atomları, farklı ağırlıklara sahiptirler. Bu teorinin bazı ilkeleri;
  • Bütün maddeler atomlardan meydana gelmektedir.
  • Atomlar daha küçük parçalara ayrılamazlar.
  • Aynı elementin bütün atomları birbirinin aynısıdır.
  • Farklı elementler farklı atomlara sahiptir.
  • Atomların yeniden düzenlenmesi sonucu kimyasal tepkimeler meydana gelir.
  • Bileşikler elementlerden meydana gelirler.
şeklinde ifade edilebilinir.[29] Bu teoriyle modern kimyanın temelleri atılmış olur.[30]
Dmitri Ivanowitsh Mendeleev, periyodik tablo ile tanınır

Modern Kimya [değiştir]


Bu dönem 19. yüzyıl ve sonrasını kapsar. Heinrich Geißler (1814-1879) 1854 yılında suyun en yüksek yoğunluğa 3.8 C° ulaştığını kendi icat ettiği bir mekanizmayla göstermiştir (daha sonra bu sıcaklığın 3.98 C° olduğu bulunmuştur).[31] Daha sonra Geisslerin icat ettiği vakum tüpüyle William Crookes atom teorisinde ilerlemeler kaydetmiş ve Cathode ray'i keşfetmiştir.[32]Eugene Goldstein(1850-1930)'ın çalışmaları protonun varlığını ispatlamıştır.J. J. Thomson (1856 – 1940) kendi atom modelini geliştirmiş ve 1906 yılında Nobel fizik ödülünü kazanmıştır.[33] Mendeleyev periyodik tabloyu 1869 yılında Kimyanın Prensipleri adlı eserinde yayımlamıştır. Bu periodik tabloda bilinen 63 elementi atom ağırlıklarına ve benzer özelliklerine göre sıralamıştır.[34] Marie Curie (1867 – 1934) radyoaktiviteyi ve sonrasında Polonyum ve Radyum'u keşetmiştir. [35] 1911 yılında Nobel kimya ödülünü kazanmıştır.[36] Ernest Rutherford 3 çeşit radyoaktifliği alfa parçacığı (+), beta parçacığı (-) ve gama ışınını keşfetmiştir.[37] [38] [39] Bu gelişmelerin sonrasında ve öncesinde daha birçok bilim insanının katkısıyla kimya bilimi günümüze ulaşmıştır. 2011 yılı Birleşmiş Milletler tarafından uluslararası kimya yılı ilan edilmiştir.[40]

Temel Kavramlar ve Konular

Asitler ve Bazlar [değiştir]

TanımAsit Baz Tepkimeleri
Bronsted-Lowry tanımına göreAcid-base.png
Lewis tanımına göreLewisAcid.png
Asit-Baz Temel Tanımlar


Ana madde: Asitler ve Bazlar
Antik Yunanistan ve Antik Mısır'da belli başlı asitler ve bazlar hali hazırda sınıflandırılmışlardı.[41] Yunanlılar ekşimsi tad veren sirke gibi maddeleri ὀξύς (ekşi) olarak adlandırmışlar[42], daha sonra bu sözcük Latinceye acere olarak geçmiş[43] , ve Avrupa dillerindeki anlamı da latinceden türeyerek bu dillere geçmiştir. Oksijen elementinin adı da Antoine Lavoisier'in oksijeni (asid üreten anlamında) hatalı tanımlamasından kaynaklanmaktadır.[44] Asit ve bazların farklı tanımları mevcuttur.Arhenius’un tanımına göre;
Asit, suda çözüldüğünde çözeltiye H+ bırakan maddelerdir
Baz ise, OH- bırakan maddelerdir.[45]
Bronsted-Lowry tanımına göre;
Asit, proton (H+) bırakan maddelere denir.
Baz, proton kabul eden maddelerdir.[46]
Lewis Teorisine göre;
Asit, H+ iyonu gibi, çözeltiden elektron eksilten maddelerdir [47]
Baz ise, electron veren maddelerdir. Diğer tanımlardan farklı olarak sadece elektron alışverişi üzerine kurulmuş bir tanımlamadır.[48]

Asit-Baz Tepkimeleri [değiştir]

Asit ve baz etkileşim halinde bırakıldıklarında, tuz üreterek bir diğerini nötrleştirme eğilimi gösterirler. HCl ve NaOH'ın tepkimesi NaCl bileşiği (tuz) ve su üretir.[49]
HCl + NaOH → NaCl + H2O

Atomun Yapısı [değiştir]

John Dalton
Ana madde: Atom
1803-1808 yılları arasında öğretmenlik mesleğini yerine getirmekte olan John Dalton kimyanın iki temel yasası olan kütlenin korunumu ve sabit oranlar'ı kullanarak temel atom teorisini tanımlamıştır. Dalton'un atom teorisi üç ana önermeyi içermekteydi.[50] Bunlar;
  1. Her kimyasal element küçük, bölünemeyen atom olarak adlandırılan parçacıklardan oluşmaktadır.
  2. Aynı elementin atomları bir birine ağırlık ve özellikleri bakımından benzerdirler, fakat farklı elementlerin atomları birbirinden farklıdırlar.
  3. Herhangi bir bileşik oluşurken, farklı elementler basit bir sayısal oranda birleşirler. Örneğin A atomu B atomuyla birleşip AB bileşiğini oluşturuyorsa, 2AB bileşiğini oluşturmak için 2A 2B'ile tepkimeye girmek zorundadır.[51]
Dalton'un atom teorisini tanımlamasından yaklaşık yüzyıl sonra atomun temel parçacıkları keşif edilmiştir. 1897 yılında elektron[52], 1909 yilinda proton[53] ve 1932 yilinda nötron[54] keşif edilmiştir.
Atom'un temel parçacıkları keşif edildikten sonraki dönemde bir çok isim atom teorisine kayda değer katkılar sağlamıştır. Bu isimlerden bazıları Einstein, De Broglie, Schrodinger, ve Heisenberg'dir.Kuantum teorisi elektronların parçacık olmakla birlikte, aynı zamanda dalga özelliklerine sahip olduğunu göstermiştir. Modern atom teorisine göre atom etrafı olasılık bulutlarıyla (orbital) çevrili atom çekirdeğinden oluşmaktadır. Bu olasılık bulutları da elektronların en olası bulundukları yerleri ifade etmektedir. Dalga denklemleri kullanılarak bu orbitallerin şekli ve büyüklüğü hesaplanabilmektedir.[55]
ParçacıkKütleYükAnti ParçacıkSembolKeşifTeori
Nötron1.674927351(74)×10−27 kg[56]0Antinötronn0James Chadwick (1932)[57]Ernest Rutherford (1920)[57]
Proton1.672621777(74)×10−27 kg[56]+1 e
1.602176565(35)×10−19 C
Antiprotonp+Ernest Rutherford (1917–1919, isimlendirilmesi; 1920)William Prout (1815)
Elektron9.10938291(40)×10−31 kg[56]−1 e
−1.602176565(35)×10−19 C
PozitroneJ. J. Thomson (1897)G. Johnstone Stoney (1874)
Atomun temel parçacıkları


Moleküllerin yapısı [değiştir]

Ana madde: Molekül
Molekül bir birine bağlı bir grup atomun oluşturduğu kimyasal bileşiklerin en küçük temel yapısına verilen addır. [58]Diğer bir ifadeyle bir molekül bir bileşiği oluşturan atomların eşit oranlarda bulunduğu en küçük birimdir. Moleküller yapılarında birden fazla atom içerirler. Bir molekül aynı iki atomun bağlanması sonucu ya da farkı sayılarda farklı atomların bağlanması sonucu da oluşabilirler. Bir su molekülü 3 atomdan oluşur; iki hidrojen ve bir oksijen. Bir hidrojen peroksit molekülü iki hidrojen ve iki oksijen atomundan oluşur. Diğer taraftan bir kan proteini olan gamma globulin 19996 sayıda atomdan oluşmakla birlikte sadece 4 çeşit farklı atom içerir; hidrojen, karbon, oksijen ve nitrojen. [59] Molekülleri oluşturan kimyasal bağlara Moleküler bağlar denir. Bunlar kovalent, iyonik ve metalik bağlardır.[60]

Moleküler Bağlar [değiştir]

Bir molekülün atomları arasında oluşan bağlardır. Moleküller arası bağlardan daha kuvvetlidirler.[61] Bir su molekülünün atomlarını bir arada tutan bağ moleküler bağlara örnektir. Öte yandan su moleküllerini buz halindeyken bir arada tutan bağlar ise moleküller arası bağlara örnektir. Moleküler bağlar kovalent, iyonik ve metalik bağlardır.

Moleküller Arası Kuvvetler [değiştir]

Moleküller arası kuvvetler, bir bileşiğin molekülleri arasında bulunan çekim kuvvetleridir. Bu kuvvetler bir bileşiğin katı, sıvı ya da gaz halinde bulunmasında, kaynama ve erime noktalarının değerinde ve çözünürlüğünde önemli rol oynar.[62] Moleküller arası kuvvetler Van der Waals kuvvetleri, ve hidrojen bağıdır.[63]

Bileşikler [değiştir]

Ana madde: Bileşik
Su, amonyak, karbonmonoksit, ve karbondioksit gibi aşina olduğumuz maddeler aslında kimyasal bileşiktir. Bunların yanında daha az aşina olduğumuz sakkaroz (çay şekeri), asetilsalisilik asit (aspirin), ve askorbik asit (c vitamini) de kimyasal bileşiklere örnek teşkil etmektedirler. Bütün bu bileşiklerin ortak özelliği herbirinin iki ya da daha fazla elementten oluşuyor olmalarıdır. Öyleyse, kimyasal bileşik iki ya da daha elementin atomlarının oluşturduğu aynı özelliklere sahip moleküllerin oluşturduğu maddelerdir.[64] Kimyasal bileşikler moleküler bileşik ve iyonik bileşik olmak üzere ikiye ayrılır.

Bileşik Çeşitleri [değiştir]

TanımKimyasal Formül
Empirik FormülCH2O
Moleküler FormülC2H4O2
Yapısal FormülAcetic-acid-2D-flat.png
Asetik Asit
1.Moleküler Bileşik moleküllerden oluşmaktadır. Bu moleküller genel olarak metal olmayan birbirine kovalent bağla bağlı atomlardan oluşmaktadırlar. Moleküler Bileşikler kimyasal formüllerle ifade edilirler. Bu fomüller de bileşin içerdiği elementleri ve bu elementlerin birbirine orantılı sayılarını vermektedir. Formül çeşitleri;
Empirik formül molekül hakkında çok fazla bilgi vermemekle birlikte sadece elementlerin orantısal sayılarını vermektedir. Örneğin, CH2O empirik formülü hem C2H4O2 hem de C6H12O6 molekülleri için aynıdır.
Moleküler formül molekülü oluşturan elementlerin sayılarını vermektedir. C6H12O6 moleküler fomüle örnektir.
Yapısal formül ise molekülün içerisindeki bağlarıda göstermektedir.
2.İyonik Bileşik positiv ve negativ iyonların elektrostatik çekimle birleşimi sonucu oluşan bileşiklerdir.

Çözeltiler [değiştir]

Ana madde: Çözelti
Sıcaklığın çözünmeye etkisi:
soldaki karışım sıcak su sağdaki karışım ise soğuk su içermektedir.
Çözelti, bir ya da daha fazla maddenin (solute) moleküler düzeyde başka bir maddenin (solvent) içine karışıp, oluşturduğu homojen karışımdır.[65] Bazı yaygın çözeltilere hava (02, N2 ve diğer bazı gazlar), doğal gaz (CH4 , C2H6 ve diğer bir çok madde), deniz suyu (su, tuz vs.), sirke (su ve asetik asit), ve pirinç (kalay, kurşun vs.) gibi çözeltiler örnek olarak verilebilir.

Çözünürlük [değiştir]

Ana madde: Çözünürlük
Çözünürlük, bir maddenin bir solvent içerinde çözünme miktarını ifade etmek için kullanılır. Genelikle çözünen maddenin miktarının (solute) solventin hacmine bölünmesiyle elde edilir.[66] Çözünürlüğü etkiyen faktörler;
olarak sıralanabilinir.[67]

Elektrokimya [değiştir]

Ana madde: Elektrokimya
Elektrokimya elektrik ve kimyasal değişimler arasındaki ilişkileri inceler. Kendiliğinden gelişen bir çok kimyasal tepkime sonucunda elektrik akımı oluşmaktadır. Öte yandan elektrik akımı kendiliğinden gelişmiyen bir çok tepkimenin gerçekleştirilmesinde kullanılmaktadır. Elektroliz süreciyle elektrik enerjisi kimyasal enerjiye dönüştürülebilmektedir.[68]

Kimyasal Bağlar [değiştir]

Ana madde: Kimyasal bağlar
Kimyasal bağ farklı atomların elektronlarının etkileşimi sonucu oluşur ve atomları bir arada tutar. Kimyasal bağ atomlar arası elektron alış verişi sonucu oluşuyorsa iyonik bağ, eğer ortak paylaşım sonucu oluşuyorsa kovalent bağ olarak adlandırılır. Elektronların metal atomları arasında paylaşımı sonucu oluşuyorsa da buna metalik bağ denir.[69]

Kinetik [değiştir]

Ana madde: Kimyasal kinetik
Kimyasal kinetik, kimyasal tepkimeleri tepkime hızı, değişkenlerin tepkimeye etkileri, atomların yeniden dizilişi, ve ara ürünlerin oluşumu gibi açılardan ele alır.[70]

Stokiyometri [değiştir]

Ana madde: Stokiyometri
Stokiyometri, kimyasal bir tepkimede bulunan reaktanların ve ürünlerin miktarlarının bir birleriyle olan sayısal ilişkilerini inceler. Dengedeki bir kimyasal tepkime ifadesinde, katsayılar kaç mol reaktanın bir diğer bir reaktanla tepkimeye girmek için gerekli olduğunu ve bu tepkimeden kaç mol ürün elde edileceğini ortaya koymada kullanılan metoddur. [71] Dengede olan bir tepkimede reaktanların ve ürünlerin miktarları arasında bölen ve bölünen kısımlarında pozitif tam sayılar içeren bir orantı oluştumaktadır. Örneğin Metan'ın Oksijen'le tepkimesinde, 1 molekül Karbondioksit ve 2 molekül su oluşması için 1 molekül Metan 2 molekül oksijen ile tepkimeye girmelidir.[72]
CH4 + 202 → 1CO2 + 2H2O

Termodinamik

Ana madde: Termodinamik
Termodinamik, enerji, ısı, entropi ve ekserji gibi fiziksel kavramlarla ilgilenen bilim dalı. Termodinamik her ne kadar sistemlerin madde ve/veya enerji alış-verişiyle ilgilense de, bu işlemlerin hızıyla ilgilenmez. Bundan dolayı aslında termodinamik denilirken, denge termodinamiği kastedilir. Zamana bağlı termodinamik olaylarla, denge halinde olmayan termodinamik ilgilenir.

Kimyanın Temel Kanunları

 Kimyanın ana bilim dalları

Kimya'nın ana alt dalları şöyle sıralanabilinir[73] ;