17 Aralık 2011 Cumartesi

[His dünyası] Gönlümün Sultanı

Gönlümün sultanı her zaman dilimde virdim,
Ağlarsam, Sanadır âh u efgânım Efendim.
Ayrılmaz bendenim, sâyende kulluğa erdim,
Yollara rehberim, derde dermanım Efendim.
Nere baksam, kimi görsem gönlüm hep Sen'dedir,
Kulun boynundaki tasmasıyla bir bendedir;
Onu alıp satmak yalnız Sen'in elindedir,
Işığım, ziyam, göznurum, bürhânım Efendim.

Ne dizimde tâkat ne irademde fer kaldı,
Şu biten hayatımdan bir sürü keder kaldı;
Sermâyem olmasa da Sen'den bir eser kaldı;
Bir de kapında nâlân u giryânım Efendim.

Sahip çıkmazsan eğer bu sîne virân olur,
Kararır duygular gönülde bir külhân olur.
Söner bütün ışıklar ayânlar pinhân olur.!
Gözde nûrum, tende cânım, cânânım Efendim.

M. Fethullah Gülen

Sözün özü

Bir insanın mahrem yanlarını ifşa etmek, hatalarını fâş etmek asla doğru değildir. Böyle bir şey insan haklarına da, mevcut hukuka da, İslâm fıkhına da aykırıdır. Hata ve günahları fâş etmek değil, örtmek esastır.Hırsızlık yapan bir insan derdest edilip Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) getirilince O, 'Niye getirdiniz bunu?' demiş. Zina itirafıyla kendisine gelene de, 'Dön git ve Allah'a tevbe et!' buyurmuştur. Dünyada bir müminin ayıbını örtenin Allah da Kıyamet Günü ayıplarını örter.

Zirveler temkin ister

Tebe-i tâbiîn döneminin büyük muhaddislerinden Yahya b. Said el-Kattan hazretlerinin kötü sözlü bir komşusu varmış. Bir gün komşusu ona çok ağır sözler söyler. Hak dostu, hakaretler savuran insana hiç karşılık vermez; sadece bir fısıltı halinde dudaklarından şu ifadeler dökülür: "Belki de doğru söylüyor, bana kimliğimi ve nasıl biri olduğumu hatırlatıyor. Evet, ben kimim ki ya da neyim ki bunlara istihkakım olmasın!"Evet, büyüklerdeki bu türlü mülahazalar, benzer hal ve tavırlar hep bu vicdan genişliğinin alâmetidir. Gönülsüzdür onlar, nefisleri hesabına kolay kolay kırılmazlar. Başkalarının kusurlarını ve kendi iyiliklerini hemen unutur; ama kendi hata ve günahlarını, bir de başkalarından gördükleri ihsanları asla hatırdan çıkarmazlar. Hemen her zaman her şeyi etraflıca ele alır, meselelere geniş bir açıyla bakar, hadiselere ve şahıslara mülayim ve müsamahalı yaklaşır ve sinelerini herkese açık tutarlar. İşte, bütün inananlar, vicdan genişliği açısından onlara benzemeye çalışmalı ve o ufku yakalamak için gayret göstermelidirler.

Kötü Ahlakın Neticesi

Diğer taraftan; kötü ahlak, insanda darlık hasıl eder. Vicdan, cehalet, kibir, gurur, bencillik, kıskançlık gibi fenalıklar sebebiyle daralır, büzüşür ve bir hodgâmlık dehlizine dönüşür. Mesela; bir insanda çekememezlik ve kıskançlık da diyebileceğimiz "haset" marazı mevcutsa, o kimse, kendisinden başkasının başarısını, zenginliğini, güzelliğini, ilmini, mutluluğunu... çekemez; kendisinde olmasını istediği değişik vasıf veya mevhibelerin başkasında bulunması karşısında rahatsızlık duyar. Hakk'ın takdirine rıza göstereceğine, kaderî planların kendi heva ve hevesi istikametinde cereyan etmesini ister; hadiseler arzu ettiği gibi gitmeyince de kaderi tenkit eder ve sürekli hezeyan yaşar.

Haset böyle sürüp gittiği takdirde birkaç kişiye karşı olan bu çekememezlik hissi zamanla büyür, genişler; sonra da düşünce ve hissiyat ufkunu tamamen kuşatarak insanı bütün iyiliklere, güzelliklere sövüp sayan bir saldırgan hâline getirir. Hatta bazen hâsid kimse, kıskandığı insanlar Müslüman olmasına rağmen, her fırsatta onlara hakaretler savurur; sırf kıskançlığından ötürü ehl-i küfürle bir olup haset ettiği müminlere saldırır. Kendi nefsine ait bir darlığın mahkûmu olan böyle biri, ahsen-i takvime ait genişliği kat'iyen duyamaz ve iman atmosferinin gerçek rengini asla göremez.

Kibirli bir insan da, kendini büyük kabul ettiğinden dolayı hakiki büyüklerin büyüklüğüne tahammül edemez. Hatta, bir üstadı, bir hocası, bir mürşidi varsa, onu bile hazmedemez. Zâhiren mürşidini takdir eder ve onun ardı sıra yürüyor görünür, ama haddizatında görünüşteki o takdir ve takibinden de içten içe rahatsızlık duyar. Azıcık mürekkep de yalamışsa, "Ben de bir kısım şeyleri biliyorum" der. Bazı insanların, Allah'ın te'yidine mazhar olduklarına ve ilahî inayetle desteklendiklerine hiç inanmaz; benliğini aşıp başkasını kabule yanaşmaz. O hal üzere devam ettiği sürece de, hep bir darlığın pençesinde debelenip durur.

Haftanın duası

Rabb'imiz! Bizi korktuklarımızdan emin eyle ve duamıza icabette bulunarak istediklerimizi ihsan et. Kıymetlerini bilemediğimiz için hiç ihtiyaç hissetmediğimiz ve rahmet hazinenden dilenmediğimiz nimetleri bile bize lutfeden Cömertler Cömerdi!..İşte şimdi, ihtiyacımız olan şeyleri Sen'den dileniyoruz. Verenlerin en güzeli Sen'sin ve biz de Sen'in nezd-i rububiyetinden gelecek lütuflara her zaman muhtacız.

"Hakkımı helal ettim!.."

"Vicdan genişliği" iman, ilim, marifet, muhabbet, mehâfet ve diğergâmlık hisleriyle mamur bir gönlün, engin bir himmetle bütün insanlığı kucaklaması, kalb kapılarını herkese açması, hep affedici, bağışlayıcı, mürüvvetkâr olması ve özellikle de bütün insanların hidayetini dileyip herkesin ebedî mutluluğunu istemesi şeklinde tarif edebileceğimiz bir ruh yüceliğidir.Diğer bir ifadeyle, bir insanın, kendi acz u fakr ve ihtiyaçlarının farkında olarak ve bunları karşılayacak bir güç ve kuvvete dayanma lüzumunu duyarak iman, teslim ve tevekkül ile Zât-ı Ulûhiyet'e sığınmasının yanı sıra, her türlü bencilce tavırdan sıyrılarak içtimaî ruha uygun hareket etmesidir.

İman, ilim, marifet ve muhabbet şualarıyla aydınlanmış ve inkişaf etmiş bir vicdan, Yaratan'dan ötürü herkese karşı alâka duyar; karşılaştığı her şeyde ve herkeste ilâhî tecellîlerden renkler görür, desenler temaşa eder, sesler dinler.. ve bütün varlığın ünsiyet solukladığını hisseder gibi olur; böylece her şeye ve herkese hep sımsıcak mukabelede bulunur. Öyle ki, sadr u sinesi cihanları içine alacak kadar genişler; benliğinin derinliklerinde köpürüp duran düşünceleri sayesinde, sınırlılığı içinde sınırsızlaşır, zaman ve mekanla mukayyetken, kayıtsızlığın üveyki haline gelir. Böyle bir gönül, insanî duygularının gelişmesi, genişlemesi nispetinde her zaman ferdiyetini aşar, âdeta küllîleşir; bütün inananları kucaklar, herkese el uzatır ve topyekün insanlığı en içten duygularla selamlar.

Vicdanı geniş bir mü'min, insanlarla muamelelerinde peygam-berâne bir üslup sergiler; herkesi sever, herkesin iyiliğini ister. Kendisini en küçük hatalarından dolayı bile sorgular; ama başkalarının kusurlarını görmezlikten gelir; yakın-uzak çevresindekilerin yanlışlarını sadece normal hallerde değil, öfkelendiği zamanlarda bile bağışlar ve en huysuz ruhlarla dahi iyi geçinmesini bilir.

Haddizatında, yüce dinimiz de, kendi müntesiplerine, elden geldiğince affetmeyi, kine, nefrete yenik düşmemeyi ve öç alma duygusuna kapılmamayı salıklar ki, zaten nazarlarını ahiretin yamaçlarına dikmiş, sonsuz saadet peşinde koşan bir mü'minin başka türlü davranması da düşünülemez.. başka türlü davranması bir yana, hakiki mü'min oturur kalkar hep başkaları için hayır yolları araştırır, hayır dileklerinde bulunur, ruhundaki sevgiyi hep canlı tutmaya çalışır, hatta bütün muamelelerinde sevginin de ötesinde şefkati esas alır; gayz, nefret ve kine ise hep uzak kalır. O, kendi gönlünden işe başlayarak, her bucakta iyilik ve güzellik fidelerinin boy atıp gelişmesine zemin hazırlar; üzerine kinle, nefretle gelenleri bile tebessümlerle ağırlar ve en mütecaviz kimseleri dahi sevginin gücüyle savar.

Geniş vicdanlı insan, hemen her zaman sevmenin ve şefkat etmenin heyecanıyla yaşadığından dolayı, duygu ve düşüncelerinde, hal ve hareketlerinde olduğu gibi ibadet ü tâat ve dualarında da bencillikten uzak durur, himmetini her zaman âlî tutar; tazarru ve niyazlarında bütün akrabasını, dostlarını ve arkadaşlarını da mülahazaya alarak herkesin hayrını diler.. hatta çerçeveyi daha da genişleterek, yeryüzünde ne kadar insan varsa, hepsinin kalbini imana, İslam'a, ihsana ve Kur'an'a yönlendirmesi için Cenâb-ı Allah'a yalvarıp yakarır.

Üstad'ın Hassasiyeti

İnsanın vicdanını inkişaf ettiren vesilelerin başında mehâsin-i ahlak gelir; bu itibarla da, vicdan genişliğinin en önemli alâmeti, güzel ahlaktır. Mesela, afv u safh güzel ahlakın bir şubesidir; kusurları bağışlama ve affedici olup dostça muameleyi sürdürme vicdanı geniş bir mü'minin şe'nidir.

Böyle güzel sıfatların sahibi bir mü'min, başkalarından gördüğü kötü muameleler karşısında bile sabırlı, temkinli, bağışlayıcı ve muhasebe derinlikli olur. O, hemen her kötülük ve musibete "Ben daha büyüğüne müstehaktım!" mülazasıyla yaklaşır. Nasreddin Hoca'nın, kafasına ceviz düşünce yerdeki kabağa bakıp, "Her şey yerinde güzel; ağacın dalında ceviz yerine ya bu kabak olsaydı!" diyerek hikmet-i ilahiyeye bakışını seslendirdiği gibi, o da "Ya tam istihkakıma göre bir musibetle karşı karşıya kalsaydım.. demek ki Allah (celle celaluhu) başıma gelecek belayı rahmetiyle ezip büzdü, küçülttü, böyle minnacık bir şey yaptı ve öyle düşürdü; hamd olsun O'na!" diyerek meseleyi kendi hata ve günahlarına, istihkâkına ve kader-i ilahîye bağlar; geriye kendisine kötülük yapan insanın az bir hissesi kalmışsa onu da affeder.

Hazreti Üstad'ın, kendisine zulmedenlere, türlü türlü ithamlarla onu mahkûm etmek isteyenlere, kasaba kasaba dolaştıranlara ve zindanlarda ona yer hazırlayanlara bile hakkını helal etmesi; ehl-i dünyanın zulmünü, kaderin adaleti ve kendi muhasebesi zaviyesinden değerlendirerek hiç kimseye küsmemesi; düşmanlık yapanları bile şefkat dairesinin dışında tutmaması ve onların da hidayete ermelerini cân u gönülden dilemesi bu mevzuya ne güzel misaldir.

Yine Nur Müellifi'nin, kendisine kötü sözler söyleyen bir insan hakkındaki mütâlaası ne kadar mü'mince ve ne kadar ibretâmizdir! Kötü sözlere şöyle mukabele eder: "Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar, şahsıma ve nefsime ait ise, Allah ondan râzı olsun ki, benim nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söylemiş ise, beni nefsimin terbiyesine sevkeder ve gururdan beni kurtarmaya yardımcı olur. (...) Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse, ona darılmak değil, belki memnun olmak lazım gelir."
ÖZETLE:

1- İman, ilim, marifet ve muhabbetle aydınlanmış ve inkişaf etmiş bir vicdan, Yaratan'dan ötürü herkese karşı alâka duyar; karşılaştığı her şeyde ve herkeste ilâhî tecellîlerden renkler görür.
2- Herkesi sevip herkesin iyiliğini istemek, kendisini en küçük hatalarından dolayı bile sorgulayıp başkalarının kusurlarını görmezlikten gelmek, peygamberâne bir davranıştır.
3- Geniş vicdanlı insan, dualarında da bencillikten uzak durur ve yeryüzünde ne kadar insan varsa, hepsinin kalbini imana, İslam'a ve Kur'an'a yönlendirmesi için Allah'a yalvarıp yakarır.

Ateşi olan çocuğa soğuk duş aldırmayın

Hisar Intercontinental Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ece Şule Aslan, ateşi olan çocuklara soğuk duş aldırmak, alkol ve sirkeyle vücudunu silmek yerine, ılık duş aldırmak gerektiğini belirtti.Aslan, ateşi olan çocuklara ateş çok yüksek değilse ve çocuk kendini kötü hissetmiyorsa, ilaç vermeden önce ılık bir duş (29-32°C) aldırmak gerektiğini aktardı. Çocuğun normalden fazla sıvı almasına, susuz kalmamasına dikkat edilmesini öneren Aslan, "Bulunduğu odayı serin tutun (21-22°C civarında olmalı), mümkün olduğunca ince ve pamuklu giysiler giydirin. Üzerini soyup; el ve ayaklarını sıcak tutun ve doktorunuzun önereceği ateş düşürücüleri kullanın." dedi.

Kış depresyonuna karşı muz, ananas, ceviz

Havaların erken kararması ve kapalı hava kişilerde karamsarlık, mutsuzluk ve huzursuzluk duygularını beraberinde getiriyor.Memorial Suadiye Tıp Merkezi Beslenme ve Diyet Bölümü'nden Dyt. Nilay Keçeci, çikolata ve şekerli gıdaların halk arasında mutluluk hormonu olarak bilinen "serotonin" içerdiğini; ama bu gıdaların kilo artışı yaparak kişiyi daha kötü hissettireceğini söyledi. Keçeci, bunların yerine muz, ananas, ceviz, badem ve fındık tüketilebileceğini belirtti. Keçeci, "Muz, serotonin içeriği yüksek besinler arasında başta gelmektedir. Muz, yüksek endorfinle mutluluk deposudur." dedi. Keçeci, "Balık ve tavuk etindeki aminoasitler de mutluluk hormonunu destekleyici etki yaparlar." diye konuştu. Düzenli yapılan yürüyüş hareketleri, uyku durumunun sabitlenmesi ve kişilerin sevdikleriyle vakit geçirmesi, bu depresyon dönemini atlatmalarında oldukça önemli bir yer tutar.

15 Aralık 2011 Perşembe

NEREDEN BİLİYOR(fıkra)

Küçük çocuğun başı ağrıyordu. Doktor çağırdılar. Doktor hap vererek dedi ki:
— Bu hap şimdi senin baş ağrını geçirir. Peki, onu kolay yutabilecek misin?
— Kolay yutmasına yutarım da, hap mideme girdikten sonra başıma giden yolu nereden bulacak?

MUTLULUK MASALI

Elinde kırba, belinde heybe… İnce mi ince... Tek gözlü, tekerlek yüzlü bir garip âdemoğlu… İşi gücü, diyar diyar gezmek... Bütün bildiği, vardığı her yerde masallar uydurup, hikâyeler anlatarak karnını doyuracak akçeyi çıkarmak. Âdemoğlu dedikse, öyle bildik adamlardan değil. Farklı! Kel, köse, bodur, paytak...
Ya yüreği? Öyle ince bir kalbe sahipmiş ki, onu tanıyanlar hemencik ısınıverirmiş ona. Anlattığı her masal, dillendirdiği her hikâye ne güzellikler bırakırmış dinleyenlere.
Adı Ali imiş. Kel Ali, Köse Ali, Bodur Ali, Paytak Ali… Zavallı bir koca karının tek gülü Garip Ali.
Anası babası, ufakken pek insan içine çıkartmamışlar onu. Zaten mahallenin haylaz çocukları da her gün ayrı bir kusurunu yüzüne vurup gözyaşları içinde eve yollarlarmış. O da utancından avluya bile çıkmaz, evde saatlerce kitap okurmuş. Büyümüş, serpilmiş, bir gün anasının karşısnına dikilip; “Ana beni ever!” demiş. Koca karı şaşkınlığından elindeki testiyi yere düşürmüş. Üzülmüş, diyecek söz bulamamış. “Nasip oğul, Allah’ın nasip edeceğini kul hesap edemez.” demekle yetinmiş. Ama buruşuk yanaklarından süzülen damlaları da gizleyememiş.
O günden sonra köyde üç beş kapı dolaşmışlar. Kimi alay etmiş, kimi kapıyı yüzlerine çarpmış.
Hâl böyle olunca Ali, bir gece teheccüt vakti, evde yiyecek namına ne bulduysa heybesine doldurmuş, babasından kalan huysuz katırı da yanına alarak yollara düşmüş. Gün o gün olmuş. Ondan sonra, bir daha ne köyüne uğramış ne haber yollamış. Olan, Ali’nin garip anasına olmuş. Aylarca, pencere camlarında çamurlu yolları gözlemiş durmuş.
Ali, yıllarca bir şehirden ötekine, bir ülkeden berikine dolaşıp durmuş. Gittiği her diyarda yeni şeyler öğrenip hikâye anlatmakta iyice usta olmuş.
Günlerden bir gün, büyük şehirlerden birinde, kendini telaşlı bir kargaşanın tam ortasında buluvermiş. Aksakallı, koca kavuklu adamlar, ellerinde kalın kitaplar, süslü hediyeler bulunduğu hâlde şehrin en büyük binasına doğru koşturuyorlarmış. Sormuş, soruşturmuş. O binanın şehzade köşkü olduğunu öğrenmiş. Bu şehirde her perşembe şehzadenin mutluluk günü ilan edilirmiş. Koca sultan, tahtın tek varisi olan şehzadenin keyfini temin edenlere hazinesinin kapılarını açar, onları mutlu edermiş.
Fakat her şeyin kötüsüne bakmayı, kötü tarafını görmeyi âdet edinen, karamsar, tatminsiz ve hırçın şehzadeyi mutlu etmek gün geçtikçe zorlaşıyormuş. Aşçılar her defasında daha lezzetli yemekler yapmak, terziler daha iyisini dikmek, soytarılar hiç denenmemiş numaraları bulmak zorunda kalıyormuş. Hele hikâyecilerin, masalcıların işleri... Onlarınki hepsinden zormuş. Çünkü, eğer şehzade hikâyeyi basit bulup başından sonunu tahmin eder ya da hikâye onun istediği gibi bitmezse, adamları bacaklarından bağlatıp köprüden aşağıya sarkıtır, bir gece böylece bekletirmiş.
Meseleye vakıf olan Ali, meydanın bir köşesine postunu serip çevresine toplanan çocuklara renkli masallarını anlatmaya başlamış. Çocukların heyecan ve neşesi, etraftaki büyüklerin de ilgisini çekmiş. Kâh tek gözlü dev oluyormuş, kâh devi öldüren keloğlan. Hikâyeyi en heyecanlı yerinde aniden kesip, “Akça verin; gökçe diyem!” diye tutturuyormuş. Ne zaman ki dinleyenler önündeki sergiyi paracıklarla dolduruyormuş, bizim Ali de masalı güzelce bitirip, doğruca aşhanenin yolunu tutuyormuş.
Yine böyle bir vakit, yemeğin ortasındayken iki tane muhafız şangır şungur zırhlar içinde başına dikilmiş Ali’nin. “Şehzade seni istedi, ona masal anlatacaksın!” demiş. Bari yemeğim bitsin demeye kalmadan iki muhafız koluna girdikleri gibi bizimkini sürüye sürüye köşke götürmüşler. Meğer o gün köşke hiç masalcı gitmemiş, şehzade de onu camdan görünce, “Tez getirin de maharetini görelim!” demiş.
Şehzade muhafızların kollarının arasında yarım yamalak bir adam görünce hayâl kırıklığına uğramış. “Bunun kendine hayrı yok, bırakın gitsin.” demiş. Bu söz, Ali’nin zoruna gitmiş. “Belki güzel bir adam sayılmam ama masalcılıkta üstüme tanımam!” diye çıkışmış. “Hem masal anlatmakla da kalmam. Sana mutluluk dersi de veririm.” demiş.
— İyi öyleyse başla da görelim.
— Yok, öyle kolay değil, şartlarım var.
— Neymiş şartların?
— Sana masal arasında soru sorarım. Eğer bilirsen devam ederim, yok bilemezsen benim istediğim bir şeyi yaparsın. İsteğim yerine gelmezse de şu kapıdan serbestçe giderim.
Şehzade, Ali’nin isteğini kabul etmiş. Ali de masalını ağır ağır anlatmaya başlamış. Aradan zaman geçmiş. Masal öyle tatlıymış ki, şehzade heyecanından dudaklarını dişliyormuş. Çocukluğunda bile böyle heyecanlı masal dinlememişmiş. Ali, bakmış ki şehzade tam kıvamında, masalı kesivermiş. Şehzade öfkeyle bağırmış:
— Niye durdun devam etsene!
Ali, “Sorum var.” demiş ve şehzadeye:
— Sorum var, demiş ve eklemiş,
— En rahat döşek hangisidir?
Şehzade duraklamış, böyle basit bir soru beklemiyormuş. Gülerek, “Kuş tüyü döşek!” diye cevaplamış. Ali, “Bilemedin.” demiş. “En rahat döşek, yorgunken yattığın döşektir.” ve devam etmiş, “Bu gece hasırda yatacaksın, yoksa anlatmam.” Şehzade bu isteği kabul edince Ali de anlatmaya devam etmiş. Akşam namazından sonra masalı ikinci defa kesmiş ve sormuş:
— En güzel yemek hangisidir?
Şehzade bildiği bütün saray yemeklerini tek tek saymış ama cevabı bilememiş. Ali, “Açken yediğin yemektir.” demiş ve bilemediği için isteğini söylemiş: “Yarın sahursuz oruç tutacaksın, iftarda da sana yalnızca katıksız ekmekle su verilecek.” Şehzade bunu da kabul etmiş. “Yeter ki masala devam et.” diyor, başka şey demiyormuş.
İlerleyen saatlerde masal da devam ediyormuş sorular da:
— En güzel içecek?
— Susuzken içtiğin…
— En güzel giyecek?
— Muhtaçken giydiğin…
— En iyi dost?
— Dostsuz gününde yanında olan…
Bilemediği her soruda, Ali’nin şehzadeden huzur bozacak yeni istekleri oluyormuş. O da yeter ki masal devam etsin, ben sonra intikamımı alırım diyerek bunları sineye çekiyormuş. Masal ne bitiyormuş ne de heyecanından bir şey eksiliyormuş.
Ali’nin istekleri giderek ağırlaşmaya başlamış. Artık kuyudan suyu şehzade getirecek, odunları o taşıyacak çıplak ayak dolaşıp banyosunu soğuk suyla yapacakmış. Hizmetçilerin de hepsini izne göndermiş. Bundan böyle her işi kendi yapacakmış.
İkinci günün akşamı, verdiği sözlerin zahmeti kendini hissettirir olmuş. İyice keyfi kaçmış şehzadenin ama masal da en tatlı yerine gelmiş. Tam düğüm noktasında Ali masalı bir daha kesip, “Mutlu insan kimdir?” diye sormuş. Şehzade sinirlenmiş. “Eğer ben bunu biliyor olsaydım zaten mutlu olurdum. Ne biçim soru bu?” diye çıkışmış. Ali anlatmayı durdurmuş. “Cevap vereceksen ver, yoksa isteğimi söyleyeceğim.” demiş.
— Bilemedim haydi sen söyle.
— En mutlu insan, yitiğini bulan insandır.
— Peki, isteğin nedir?
— Masal bitene kadar ben şehzade olacağım, sonra istersen beni kes.
— Bre adam sen delirdin mi?
— Madem öyle, senin masal dinlemeye gönlün yok. Sal beni de gideyim.
— Masal bitene kadar ama değil mi?
— Evet, bitene kadar…
Şehrin kadısını çağırmışlar, huzurunda bir antlaşma imzalamışlar. Masal bitene kadar şehzade Ali olmuş. Antlaşmanın ardından şehzade mührünü Ali’ye teslim etmiş. Etmiş ama şehzadenin asıl çileli günleri bundan sonra başlamış. Günler geçmiş, haftalar geçmiş ama masal bir türlü bitmiyormuş. Bitmediği yetmezmiş gibi hem köşkün işlerini yapıyor hem de Ali’ye hizmet ediyormuş. Şehzade perişan olmuş, açlıktan, yorgunluktan bitap düşmüş.
Bu masal ne zaman bitecek diye düşünürken Ali bir akşam yemeğinde şehzadeyi yanına çağırıp ona kızarmış tavuk ikram etmiş. Sonra “Güzel miydi?” diye sormuş. Şehzade, “Hayatımda yediğim en lezzetli yemekti.” demiş. Ardından tekrar döşeğini, elbiselerini, mallarını bir bir geri vermiş. Hizmetçileri de geri çağırmış. Şehzade her defasında öyle seviniyormuş ki dünyanın en mutlu insanı benim diye sokaklarda koşası geliyormuş. Sıra gelmiş şehzadeye mührünü teslim etmeye. Şehzade mührü geri alınca öyle rahatlamış, öyle mutlu olmuş ki ömründe böyle ferahlık duymamış. Zaten olanlar babasının kulağına gidecek diye de günlerdir titreyip duruyormuş.
Ali, Şehzadeye, “Nasıl Şehzadem mutlu oldunuz mu?” diye sormuş. Şehzade çok mutluymuş ama neden daha önce bu mutluluğu hissedemediğini merak etmiş. Ali’ye sormuş. Ali de, “Şehzadem dünyada her şey zıddıyla bilinir. Aç olmayan tokluğun, hasta olmayan sıhhatin lezzetinden mahrum kalır. Siz mutluluğu tatmak istediniz ama gerçek mutsuzluğu hiç tatmadığınızdan mutluluğu hissedemediniz. Mutlu olabilmeniz için önce sizi mutsuz etmek gerekiyordu.” demiş.
Bu sözün ardından masalı bitirip gitmesi gerekiyormuş ama öyle yapmamış. Masal bitti demiş sonra kapıya yönelmiş. Hâlbuki masalın sonunda kahramanın evlenip mutlu bir yuva kurması bekleniyormuş. Şehzade ısrar edince gerçek meydana çıkmış. Şehzade, Ali’nin derdini anlamış, çevre köylere tellal gönderip, Ali’yle evlenip onu mutlu edecek geline eşi benzeri görülmemiş elmas takılı bir gerdanlık vereceğini ilan ettirmiş. Ama gelin Ali’yi nasıl mutlu edeceğini önce şehzadeye anlatmalıymış. Pek çok kişi gerdanlık hevesiyle sıraya girmiş. Ama şehzadenin gözü hiçbirini tutmamış. Ta ki kocasından boşanmış, üç çocuklu, dul bir kadın gelene kadar… Ali’ye bu kadını layık görmüş. Fakat Ali seçimden memnun olmayarak, neden bu adayı seçtiğini sormuş. Haftalardır mutluluğun dersini alan şehzadenin cevabı gayet güzelmiş:
— Diğerlerinin hepsi gerdanlık hevesi geçince neden daha iyi bir kocaya varmadım diye pişman olup senin kıymetini bilemeyeceklerdi ama bu dul kadın, kötü koca ne demek iyi bildiği için senin gibi iyi yürekli ve akıllı bir adamı başının üzerinde taşır!
Şehzade Ali’ye şaşalı bir düğün tertiplemiş. Bir sürü de hediye vermiş. Sultan olunca da onu sarayına getirtip kendine akıl hocası yapmış. Bu adam neci diye soranlara da: “O dostsuz günümde bana dost olandı!” dermiş.

Emrah Bilge MERDİVAN

Benim Biricik Babaannem(hikaye)

Babaannemi tanıyanlar çok iyi bilirler ki o, bir işi kafasına koydu mu, onu muhakkak yapar. Hani derler ya, tuttuğunu koparan cinsten diye. Babaannem de tam öyle işte. İlerleyen yaşına rağmen bütün işlerini kendisi yapmak istemesi boşuna değil. Bu onun en önemli prensibi olmuş artık.
Son zamanlarda Kur’ân öğrenme isteği yakıp tutuşturuyor onu. Bizden habersiz mahallenin kursundaki hocaya gitmiş. “Böyleyken böyle hocam.” demiş, “Ben Kur’ân öğrenmek istiyorum…” Hoca bir babaannemi dinlemiş, bir yüzüne bakmış. Hâliyle şaşırmış tabi. Şaşırmasın da ne yapsın! Karşısındaki yetmiş yaşını geçmiş bir teyze. Böyle olunca onu da kıramamış. Üzülmesin diye kabul edivermiş onu öğrenciliğe. Belki de biraz uğraşıp bırakacağını düşünmüştür. Tabii o, babaannemi tanımıyor da ondan.
Kursa başlamış başlamasına ama tüm olup biteni bizden yine bir müddet gizlemiş. Bunları bana sonradan anlattı. Ne de olsa ben onun biricik torunuyum. Hâlinden anlarım. Bunu bildiği için en önce bana açtı sırrını. Onun evinde kaldığım bir gece tam uyuyacaktım ki, “Sana bir şey söyleyeceğim Ayşenur.” dedi. “Buyur babaanneciğim.” dedim. Şakacıktan kaşlarını çatıp “Kimseye söylemek yok ama, tamam mı?” dedi. Gülümseyip “Tamam.” dedim. Sonra o büyük sırrını açıkladı bana. Yani Kur’ân öğrenmek için mahallemizdeki kursa gittiğini… Bunu duyunca ben de şaşırdım önce. Sonra da sevindim tabi. Böyle azimli bir babaanne başka kimde var ki? Neyse. Meğer benden bir isteği varmış da ondan sırrını açıklama gereği duymuş. Yarınki dersine yardımcı olmamı istiyormuş. Böyle teklif reddedilir mi hiç. “Elbette babaanne!” deyip çıktım yatağımdan. Çabucak abdestimi alıp başımı örttüm ve beraberce açtık ilk dersini.
Harfleri tanımaya tanıyor ama gözleri iyi seçemiyor ki babaannemin. Sin’le Şın’ı karıştırıyor. Fe ile Kaf’ı. Böyle olup da doğrusunu bilemeyince önce üzülüyor, sonra bakıyorum çakmak çakmak oluyor gözleri. Bir besmele çekip yeniden başlıyor harfleri tanımaya. Bilince bir mutlu oluyor görmelisiniz. “Haydi bakalım bir tane daha sor.” diyor neşeyle. Bildiği harfi uzun uzun tarif ediyor bana. “Bak bu dal” diyor, “Beli bükük. Ra değil. Noktalı olunca da zel deriz buna.” Bu konuşmalarına neşeyle gülümsüyorum. Onun da yeşil gözleri mutlulukla parlıyor. O mutlu olunca ben de seviniyorum. Babaannem Kur’ân öğreniyor, dünyalar benim oluyor…
O böyle harften harfe, oradan harekelere, kısa sûrelere geçip yavaş ama azimle ilerlerken zaman da kuş gibi uçup gitti. Gayret eden her insan gibi babaannem de Allah’ın yardımıyla hedefine ulaştı. Kur’ân okumaya geçtiği gün, hep beraberce kursuna gidip lokum dağıttık, evimizde yemek verdik. Benim gayretli ve çalışkan babaannem, bu sevincini günlerce sürdürdü. Bize hediyeler aldı, mutluluğuna mutluluk kattı. Her hâliyle olduğu gibi bu azmi ve başarısıyla da bize örnek oldu.
Geçenlerde yine beni çağırdı yanına. Kulağıma yine bir sır fısıldayacağını söyledi. Bir şaşırdım ki, sormayın. Yine ne plan kurmuştu acaba. Ben böyle düşünürken o, kulağıma, Yasin Sûresi’ni ezberlemeye karar verdiğini fısıldamasın mı! Ne diyeceğimi bilemedim. Aman olmaz babaanne, sen ezberleyemezsin, gözlerin seçmiyor, hem aklında nasıl tutacaksın, desem, babaannemi kızdıracağımı biliyordum. O yüzden “Öyle mi babaanne, ne güzel düşünmüşsün.” dedim. Bunu duyunca memnun oldu. “Yaparım değil mi?” dedi. “Elbette!” dedim, “Yaparsın tabii…”
Çalışan, gayret eden Allah’ın yardımıyla hedefine ulaşmaz mı. Ulaşır elbet. Ben bunu babaannemde daha iyi görebildim. Lafı uzatmayayım. Babaannem Kur’ân’ın başına geçti bile. Ne de güzel okuyor değil mi. Ya-sîn!

Gülhan KARAN

Rastgele check-up gereksiz risk demek

Sağlıklı olduğu halde hastalıkların erken teşhisi için sık sık görüntüleme yöntemlerini kullananlar bir başka riskin farkında değil. Nükleer tıp uzmanı Yrd. Doç. Dr. Erol Ergüler, rastgele check-up'ın gereksiz yere radyasyon alınımına yol açacağını söylüyor. İhtiyaç olmadan çektirilen film ve tomografiler bazı kanser türlerini de beraberinde getirebiliyor.Görüntüleme yöntemleri ile hiçbir belirti vermeyen birçok hastalığın erken teşhisi ve tedavisi mümkün hale geldi. Ancak bu incelemelerin gereksiz yere yapılması da ciddi riskleri beraberinde getiriyor. "Her tetkik yaptırdığınızda iade edemeyeceğiniz bir radyasyonu bünyenize alıyorsunuz." diyen nükleer tıp uzmanı Yrd. Doç. Dr. Erol Ergüler, rastgele check-up'ın gereksiz risk demek olduğunu söylüyor. Ergüler, görüntüleme alanında tetkik yaptıracak kişilerin tetkikin kendisine ne fayda sağlayacağını ve ne kadar radyasyon zararı görebileceğini mutlaka sorması gerektiği uyarısında bulunuyor.

Akciğer filmi, göğüs röntgeni, ultrason ve tüm vücut tarama tomografisi ülkemizde yoğunlukla uygulanan görüntüleme yöntemleri. Mamografi ve çift kontrastlı kolon grafisi gibi bazı yöntemlerin de belirli bir yaştan sonra birkaç yılda bir tekrarlanması öneriliyor. Ancak bu işlemlerden sonra vücut büyük ölçüde radyasyona maruz kalıyor. Yrd. Doç. Dr. Erol Ergüler, günde 10 sigara içen kişi 3,4, 20 sigara içen 6,1, 40 sigara içen 11,4 ve 40 üzerinde sigara içenin ise 14,1 mSv radyasyon aldığını belirtiyor. Ergüler, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun verilerine göre bir kişinin göğüs röntgeni 0,14, mamografi 0,5, kalp sintigrafisi 8, anjiografi 12, beyin sintigrafisinde 6 mSv radyasyon aldığını vurguluyor. Her tetkikte iade edilmeyecek bir radyasyonun bünyeye alındığını ifade eden Ergüler, Türkiye'de hastanın tetkikten ne kadar radyasyon alındığının hesaplandığına dair Sağlık Bakanlığı bünyesinde bir sistemin olmadığını belirtiyor.

Ergüler'e göre başı ağrıyan, tansiyon ve kalp rahatsızlığından şikâyet eden romatizmalı bir hastaya nöroloji uzmanı beyin tomografisi, kardiyolog anjio ve myokard sintigrafisi, fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı da kemik sintigrafisi veya boyun ve bel ya da diz, kalça tomografisi isteyebiliyor. Hasta, uzmanların birbirinden haberi olmaması nedeniyle bu tetkikleri yaptırmak için farklı yerlerden randevu alıyor. Oysaki tomografide verilen madde sintigrafiyi etkiliyor, belli bir süre sonra yapılması gerekiyor. Bunları ayarlayan bir sistemin olması, ilgili doktorların hastayı birlikte konsülte ederek öncelikli tetkikleri sırasıyla yaptırmaları ve hastanın tetkiklerden doğacak risklerinin azaltılması gerekiyor.

Yrd. Doç. Dr. Erol Ergüler, check-up kavramının içine sığdırılacak standart sayıda tetkik olmadığını belirtiyor. Rastgele check-up yaptıran herkes kendisi için gereksiz tetkik yaptırıyor ve riski üstleniyor. Erol Ergüler şunlara dikkat çekiyor: "30'lu yaşlarda bir kadın akciğer ve meme için sürekli yıllık check-up yaptırıyormuş. Hasta bana başka bir nedenle akupunktur için geldiğinde, gözle görülebilir bir tiroit nodülü fark ettim. Ameliyata yönlendireceğimizde tiroit kanseri olduğu anlaşıldı. Bu da bize gösteriyor ki her hastaya ancak bütüncül bakış açısıyla yaklaşılması ile gerçek anlamda check-up yapılabilir."

Hangi işlem ne kadar radyasyon?

Bel omurga röntgeni: 1,8

Göğüs omurga röntgeni: 1,4

Üst sindirim sistemi röntgeni: 3,7

Alt sindirim sistemi röntgeni: 6,4

Safra kesesi röntgeni: 2

Mamografi: 0,5

Bilgisayarlı tomografi: 8,6

Anjiyografi: 12

Girişimsel cerrahi işlemler: 20

Kemik sintigrafisi: 4,5

Kalp sintigrafisi: 8

Beyin sintigrafisi: 6

Çocuklarınızla, sanal âlemde de arkadaş olun

Anne-baba, çocuklarının internette uygun olmayan arkadaşlıklar edinmesi ve bilgi paylaşımları yaparak gelişiminin olumsuz yönde etkilenmesine karşı, sanal âlemde çocuklarıyla arkadaş olmalı.Konya Bilişim Derneği (KOBİD) Başkanı Ahmet Öztürk, ebeveynin bilgisayar kullanımına yabancı olması halinde eğitim alması ya da öğrenmesi önerisinde bulunuyor. Öztürk, "Bu mümkün değilse, yakın tanıdıklarınızın çocuklarınızla sosyal medyada arkadaş olmasını sağlayabilirsiniz." diyor.

Sosyal medyada kullanıcının kendisini, çocuklarını ve çevresini korumak için neler yapabileceği konularında da bilgiler veren Öztürk, internet kullanıcılarının sadece harflerden veya sayılardan oluşan zayıf parolalar yerine, harfler, sayılar ve özel işaretlerden oluşan güçlü parolalar kullanması gerektiğini belirtti. Öztürk, ayrıca parolaların periyodik aralıklarla değiştirilmesini söyledi. "Sosyal medyayı sınırsız özgürlük alanı gibi görerek, aklımıza gelen her şeyi paylaşmak doğru bir yaklaşım değildir.'' diyen Öztürk, şöyle konuştu: "Sosyal medya, özgürlüğün yanında kayıt altına girmeyi ve denetimi beraberinde getirmektedir. Gençliğinizde yazdığınız bir mesaj veya yayınlamış olduğunuz fotoğraf, video veya galeri, onlarca yıl sonra, tanınmış bir kişi olmanızın önünde önemli bir engel haline gelebilir. Herkesle paylaşmayacağınız bilgiyi sosyal medyada da paylaşmayın, paylaştığınız bilgiyi sadece arkadaşlarınızla sınırlamış olsanız bile, arkadaşlarınızın bu bilgiyi başkalarıyla paylaşmayacağını garanti edemezsiniz. Özel bir bilginizi paylaşmadan birkaç kere düşünün. Sosyal medyada gizliliğe yer yok, şeffaflığa yer vardır.''

Fıtığın yaşı yok, belinize dikkat edin

Bel fıtığı, dikkat edilmezse en ağrılı hastalıklardan biri olarak karşımıza çıkıyor.Sema Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Memduh Kerman, "Fıtık oluştuktan sonra tedavi olmaya çabalamaktan ziyade fıtığın oluşmasını önlemeye çalışmak daha doğru bir yaklaşımdır." diyor. Tedavisi zaman alan ve sürecin çok ağrılı geçtiği bir hastalık olan fıtık, kişinin yaşam kalitesini de düşürüyor.

Fıtık için herhangi bir yaş skalası yok. Çok genç yaşlarda bile yapılan yanlış hareketlerden dolayı bu hastalığa maruz kalanlar olabiliyor. Cerrahi tedavi gerektiren durumlarda genç hastalar için yaşamın daha sonraki dönemleri için bir risk de ortaya çıkıyor. Özellikle spor yapanların seçimleri ve beklentileri de sekteye uğrayabiliyor.

Bel fıtığının oluşmasını önlemek amacıyla dikkat edilmesi gerekenleri anlatan Kerman, "Kişi öncelikle eğik durmamaya gayret etmeli. Vücut eğik durduğunda, dik durmaya göre, omuriliğe daha çok yük biner. Yerden bir nesne alınacağı zaman belden eğilmek yanlış bir harekettir. Dizleri kırarak almak gerekir. Çömelerek nesneyi almak bele giden yükü ciddi oranda azaltır." önerilerinde bulunuyor. Ayrıca otururken dik durmaya, ayak altına ve sırta, ayakları hafif bir biçimde kaldıracak türde destek konulmasına dikkat etmek gerekiyor.

Sema Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Memduh Kerman, "Sırtı ve beli güçlendirecek egzersizlerin yapılması bel ve omurilik sağlığını korumak için çok önemlidir. Yapılacak bu egzersizlerde bele ve omuriliğe aşırı yük binmemesine dikkat etmek gerekir. Bel fıtığı tanısı konulduysa, egzersizler doktor kontrolünde yapılmalıdır." diye konuştu
Bitkiler doğru kullanıldığında her derde deva. Nane yağını zeytinyağı ile karıştırın, şakaklara masaj yaparak baş ağrısından kurtulun. Sinüzit için kaynar suyun içine atılan papatyayı, 10 dakika teneffüs edin. Doğada bulunan otlarla ayrıca evde merhem, şurup ve çay kolayca hazırlanabilir.Bitkiler belli bir kesim tarafından 'ot-çöp' olarak nitelendirilirken çıkar sağlamak isteyen belli bir kesim de bunları 'mucize, her derde deva' olarak tanımlıyor. Bu iki görüş arasında duran Nazım Tanrıkulu ise Hayy Kitap'tan "Tıbbi Bitkileri Doğru Kullanma Rehberi" adıyla yayımlanan kitabında bitkilerle ilgili zihinlerde yer etmiş yanlışları düzeltmeyi amaçlıyor. Kitapta bitkileri toplama, kurutma, bu bitkilerden faydalanma yöntemlerine ve Anadolu halk ilaçlarının kısa bir derlemesine yer veriliyor. Toplam 89 reçetenin bulunduğu kitapta, ev ortamında uygulanabilecek çeşitli çay, şurup, tentür, macun, krem, merhem, buğu, losyon ve gargara tarifleri bulunuyor.

Bitkilerle çay hazırlama: Kaynatma, sıcak demleme ve oda ısısındaki suda bekletme gibi 3 farklı yöntem uygulanabilir. Etken maddelerin suya geçmesini sağlamak amacıyla bitkiler kaynatılarak çaya dönüştürülebilir. Kuşburnu meyvesi, zerdeçal ve zencefil kökü kaynatılabilir. Sıcak demlemede ise sert yapılı olmayan bitki, demlik materyale konulur, üzerine kaynar su dökülür. Ağzı kapatılıp, çiçekler 3–5, sap ve yapraklar ise 5–7 dakika demlenip süzülür. Örneğin, papatya, oğulotu, ıhlamur, defne, adaçayı. Oda ısısındaki suda bekletme yöntemiyle, sıcak hazırlandığında çaya geçmesi istenmeyen maddeler bulunan ebegümeci, keten tohumu gibi bitkilerden çay hazırlanabilir.

Şuruplar:

Öksürük kesici gelincik şurubu

Malzemeler: 100 gr gelincik çiçeği, 500 ml kaynar su, 2 kg esmer toz şeker

Hazırlama: Gelincik çiçeklerinin üzerine kaynar su konulup 6 saat bekletilir. Bir taşım kaynatılıp tülbent bezden süzülür.

Kullanım şekli: Yetişkinler günde 3-4 defa 30-60 gr, 1-5 yaş arası çocuklar 5 gr, 3 yaş 10 gr, 5 yaş 20 gr, 10 yaş 30 gr.

Ev yapımı merhemler:

Doğal kozmetiklerde kullanılabilecek sıvı yağlar; balmumu, lanolin, karite yağı, kakao yağı, Hindistan cevizi yağı, çinko oksittir.

Cilt temizleme losyonu:

Malzemeler: 25 ml jojoba yağı, 25 ml badem yağı, 20 gr Hindistan cevizi, 25 ml gülsuyu, 5 damla ıtır uçucu yağı

Hazırlama: Hindistan cevizi yağı su banyosunda eritilir. Jojoba yağı eklenerek ısıtmaya devam edilir. Aynı sıcaklığa getirilmiş gülsuyu yavaş yavaş ilave edilir. Soğumaya yakın uçucu yağı ilave edilir.

Kullanım şekli: Pamuğa bir miktar losyon alınıp cilde sürülür, 5 dakika bekletilip durulanır.

Kas tutulmasına üzüm çekirdeği, biberiye ve okaliptüs yağı
Uyumakta güçlük çekenler için kediotu çayı

1 gram Isparta gülü çiçeği ve 10 gr kediotu karıştırılarak 2 su bardağı kaynar suyun içerisinde bekletilir ve bir fincana süzülür. Yatmadan bir iki saat önce içilir.

Nezle için karışım

20 gr çekirdeksiz kuşburnu, 14 gr mürver çiçeği, 14 gr papatya ve 14 gr ıhlamur ile hazırlanan çay, terletici ve rahatlatıcı olarak kullanılır. Karışımdan alınan 1 tatlı kaşığı kadar miktar, 1 bardak kaynar suda 3-5 dakika demlendikten sonra süzülerek içilir. İhtiyaca göre günde 2-3 fincan tüketilebilir.

Sinüzit için buğu

50 gr papatya, geniş bir kaba konulan 1 litre kaynar suyun içerisine atılır. Baş ve göğüs bir havlu ile sarılarak gözler kapalı bir vaziyette 10 dakika süreyle buharı teneffüs edilir.

Gözaltı morlukları için kompres

25 gr zufaotu herbası yarım litre suda 10 dakika demlenir. Süzüldükten sonra bir parça organik pamuğa emdirilerek 15–20 dakika kompres yapılır.

Bağırsak çalıştırıcı demirhindi macunu

250 gr bal içerisine 3 gr toz papatya, 30 gr toz sinameki meyvesi ve 50 gr demirhindi karıştırılır. Kabızlık durumunda yatmadan önce 20-30 gr alınır.

Saç dökülmesi için yağ karışımı

30 ml jojoba yağı, 20 ml ısırgan tohumu yağı ve 10 ml çörekotu tohumu yağı karıştırılır. 7 damla biberiye ve 5 damla sedir uçucu yağı da karışıma ilave edilir. En az 2 saat dinlendirilen karışım haftada 2 akşam, temiz saç diplerine 5-10 dakika masajla yedirilir. 2 saat bekletildikten sonra doğal şampuanla yıkanır.

Kas tutulması için masaj yağı

30 ml üzüm çekirdeği yağı içerisine 4 damla biberiye ve 2 damla okaliptüs yağı damlatılır. Her yağ damlatıldıktan sonra en az 10 dakika kadar saat yönünde karıştırılır. Üstü kapalı şekilde 8 saat bekletildikten sonra tekrar karıştırılır ve ihtiyaç duyulan bölgeye bu yağ ile masaj uygulanır.

Göz yorgunluğuna rezene ve gülsuyu

2 çorba kaşığı rezene suyu ve gülsuyu oda ısısındaki su ile seyreltilir. Göz kapaklarına sürülür. Göz ağırlığı ve kızarıklığı için de fayda sağlar.
Baş ağrılarına nane yağı

1 damla nane uçucu yağı, 1 çay kaşığı zeytinyağında inceltilir. Şakaklara dairesel hareketlerle masaj yapılır.

Bekleme süresi ihmal edilen ilaçlar, insana zarar veriyor

Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fethi Doğan, en son zirai ilaç uygulamasının hasattan 15 gün önce olması gerektiğini belirtti.İlaç türüne göre bekleme süresinin değiştiğini ifade eden Doğan, "Bekleme süresi ne kadar ise buna riayet edilmeli. Zira o zaman diliminde ilaçtaki zararlar kırılıyor, etkisini kaybediyor. Süreye uyulmadığı takdirde o zararlı kalıntılar ürünün kabuğunda birikiyor, bazen de çekirdeğe kadar ulaşabiliyor ve tüketen kişiye zarar veriyor. Böcek öldürücü klorlu hidrokarbonlar, kanser yapıyor. Genetik bozukluğa yol açıyor, düşüğe sebebiyet veriyor. Karbamat grubu kanser yapmıyor ancak zehirlenmelere yol açıyor. Sadece sentetik pretroit türü ilaçlar zararsız." dedi. Doğan'a göre ziraî ilaçların zararlarına karşı bir ürünü yıkamadan ve kabuğunu soymadan asla tüketmemek gerekiyor. Kabuğu soyulmayan meyve ve sebzeleri ise bir miktar limon, sirke ve karbonat karışımı suyun içinde bekletmeli ve yıkamalı. Böylece zehir kısmen de olsa etkisini kaybediyor.

ZEYNEP KAÇMAZ İSTANBUL

Bazı ilaç kalıntıları yıkamakla da gitmiyor

Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Fitopatoloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Nuh Boyraz, "Bekleme süresi 14-15 gün olan ilaçlar verilip, akşam hasat edilerek soframıza gelen ürünler var.Pazara gelen üründe pestisit (ziraî ilaçlar) denetimi yok.'' dedi. Üreticilerin, gerekli bütün tedbirleri aldıktan sonra, hastalık ve zararlı böcekler, üründe ekonomik düzeyde bir kayba neden olacaksa, o zaman ilaçla savaşı önerdiklerini anlatan Boyraz, ilaçların bilinçsiz kullanılmasının, insan sağlığını olumsuz yönde etkilediğini ifade etti.

Boyraz, "Biz dış ülkelere ürün gönderirken bunun denetimini yapıyor ancak kendi ülkemizde bu ürünlerin denetimini yapmıyoruz. Dış ülkeler, pestisit kalıntı analizleri yapmadan ülkesine mal almıyor.'' diye konuştu.

Üründeki bazı ilaç kalıntılarının yıkama ve kabuk soyma yöntemiyle de temizlenemeyeceğini dile getiren Boyraz, "Bazı ilaçlar sistematiktir. Bu ilaçlar bitki öz suyuna geçer ve ürünün yıkanması veya kabuğunun soyulmasıyla temizlenmez. İnsan vücuduna giren ilaçlar, dolaşım sindirim ve sinir sistemlerini etkileyerek, kronik zehirlenme, kanser, üreme ve anormal doğumlar gibi ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Ayrıca, kimyasal ilaçlar, zamanında ve yerinde kullanılmazsa, yeraltı sularını kirletmekte, etraftaki faydalı böcek, arı ve diğer canlılara zarar vermektedir.'' diye konuştu. KONYA AA

Ayak masajı ile sinirler uyarılıyor

Refleksoloji, vücudun belirli merkezlerini harekete geçirmek amacıyla ayaktan geçen sinirleri uyarma yöntemi. Tamamlayıcı tedavi olarak kullanılan refleksoloji, omurga rahatsızlıklarından eklem ağrılarına, reflüden bel fıtığına kadar birçok rahatsızlığa iyi geliyor.Uzman psikolog ve refleksolog Esat Başaran, yöntemin depresyondan panikatağa, yürüyüş bozukluklarından bel fıtığına kadar birçok rahatsızlığa iyi geldiğini söylüyor. Başaran, özellikle "spastik" olarak bilinen, serebral palsili çocuklarda iyi yol kat ettiklerini aktarıyor. Refleksoloji her iki ayağa masaj yapılarak gerçekleştiriliyor.

CİHAD KAYA İSTANBUL

Eklem kireçlenmesi, sık görülen romatizmal bir hastalık

Halk arasında eklem kireçlenmesi olarak adlandırılan osteoartrit, eklem kıkırdağının ilerleyici harabiyeti ve kaybı ile karakterize bir hastalıktır.Bayındır Hastanesi Kavaklıdere Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nafiz Akman, hastalığın yaşam kalitesini bozduğunu ve kişinin giderek normal yaşantısını sürdürmekte zorluk çektiğini belirtti. Akman, en sık ve en erken ortaya çıkan yakınmanın, ilgili eklemin yoğun kullanımından sonra oluşan ağrı olduğunu söyledi. Hastalık ilerledikçe ağrının şiddetini artıracağını aktaran Akman, "Eklemde hafif şişmeler meydana gelir. Eklem sertliği, hareket zorluğu, boşalma, kilitlenme ve hareketleri yaparken güvensizlik sayılabilir." dedi.

AİLE SAĞLIK

Ailenin desteği, başarı baskısına dönüşmemeli

Ailelerin küçük yaşlardan itibaren, çocuklarından yüksek başarı beklentisi ve bu beklentiyi karşılamak için de onları eleştirmesi, cezayla ders çalışmaya zorlaması kendilerine olan güveninin azalmasına, çocuklarda düşük benlik algısının gelişmesine sebep olur. Aileler, çocuklarını sınavlar için desteklemeli; ama bu bir tür baskıya dönüşmemeli.Sınav gerçeği eğitim sisteminin kaçınılmaz bir unsuru. Bu durum sadece ülkemiz için değil, tüm dünya ülkeleri için geçerlidir. Ülkemizde sınava giren bir tek kişi olmasına rağmen, tüm aile fertleri bu süreçten etkilenmektedir. Ailenin ilgi, tutum ve davranışları sınav hazırlık sürecinde davranışları şüphesiz önem arz etmektedir.

Ailenin sınava hazırlanan bir öğrencide hassasiyetin artacağını, her şeye düşüncesizce ve aceleci bir halde tepki göstereceğini, ani duygusal tepkilerle karşılaşacağını bilmesi gerekir. SBS ve YGS-LYS hazırlık sürecindeki öğrencinin yaşı gereği ve sınavın da etkisiyle duygusal tutarsızlıklar, çelişkili davranışlar, bizler için normal olan düşünceleri mantıksız bulmaları gözlenecek durumlardandır. Bütün bunların yanında ailenin güvenini de kaybetmek istemezler.

Sınav başarısı zekâdan çok çalışmayı gerekli kılıyor. YGS veya LYS'de başarılı olmak, çok üstün zekâ ve yetenek gerektiren bir şey değildir. Olması gereken; gencin sorumluluk duygusuna sahip olması, zorluklarla baş edebilme gücü ve sınavın gerektirdiği çalışmalara ilgi duymasıdır. 2.800 öğrenci üzerinde yapılan bir araştırmada, üniversite sınavını kazanan öğrencilerin yüzde 86'sının normal zekâlı, yüzde 10,5'nun normalüstü ve diğer zekâya sahip kişiler olduğu tespit edilmiştir.

Eğer bir öğrenci; "çalışmak istiyorum ama çalışamıyorum", "motivasyonum yok", "çalışıyorum, ama başarılı olamıyorum" gibi konuşmalar yapıyorsa bu öğrencide ders çalışma sorunu var demektir. Bu tür öğrencilerde sık sık hayal kurma, ders programına uyamama, yalnız başına ders çalışamama, ders çalışmaya başlasa da sürdürememe gibi istenmeyen durumlar gözlenebilir. Bu durumda olan çocuklar için sürekli ders çalışmaya yönlendirme olumlu bir sonuç vermeyebilir.

Problemler nasıl çözülecek? Ailelerin ders çalışma sıkıntısı yaşayan öğrenciler için öncelikle yapabileceği, çocuklarını iyi tanımalarıdır. Ancak öğrenci iyi bilindiği takdirde gerçekçi hedefler verilebilir. Çocuklarda görülen ders çalışmama problemleri genelde algısal nedenlere bağlı, dikkat eksikliği, motivasyon azlığı ve kendine güvenememe olabilir. Motivasyon eksikliği; öğrencilerin ders çalışmayı bir amaca ulaşmak için bir basamak olarak algılamıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Aileler, çocuklarına eğitimin, iyi bir mesleğe sahip olmanın yanında iyi bir insan olmanın gereği olduğunu fark ettirmelidirler.

Ailenin sınavlara hazırlık sürecinde gencin "ergenlik ve sınav gerçeği" gibi zorlu bir dönem yaşandığı gerçeğinden hareketle problemlerini konuşabileceği, sorunlarını paylaşabileceği uygun iletişim ortamı hazırlamalıdır. Paylaşımcı aile modeli, gencin karşılaştığı problemleri çözerken diğer yandan da başarısındaki etkisini mutlaka arttıracaktır. Unutulmamalıdır ki, sınav hayatın sadece bir basamağıdır. Sınav hiçbir zaman zekâyı ölçmez. Sınavların sadece sıralama işlevi vardır.

Sınav uğruna normal hayat düzeni bozulmamalı. Sınava hazırlanan öğrenciler için evdeki fiziksel ortam ders çalışmaya uygun hale getirilmelidir. Fakat bu düzenlemeler yaparken evi kamp alanına çevirmeden hoşgörülü bir ortam sağlanmalıdır. Günlük hayatta gereksiz sınırlamalar yapmak öğrencide "ailem sınavı kazanmamı çok istiyor, her isteğimi yerine getiriyor. Benim de mutlaka başarılı olmalıyım" gibi bir düşüncenin oluşmasına sebep olur. Bu tür düşünceler ise öğrencide sınav kaygısını tetikler.

Aile olarak "Her zaman yanındayız" mesajı önemlidir

'Git odana oyna' demeyin beraber oyun kurun

Çocuklara oyuncaklar alıp onların kendi başlarına, mümkünse odalarında oynamalarını beklemek yanlış bir tutumdur. Çocuk oyuncakla oynamayı, paylaşmayı, oyun kurmayı öğrenmek durumundadır. Bunun için anne-baba zaman zaman çocuklarıyla oturup oyun oynamalıdır.Bir çocuğun en temel ihtiyacı anne-baba sevgisidir; diğeri ise 'oyun'dur. Nasıl ki yetişkinlerin bir işi, meşguliyeti varsa çocuğun işi de oyundur. Ebeveyn olarak, yardım etmeden çocuğun kendi kendine oyun oluşturabileceğini düşünürüz. 'Al çocuğum oyuncaklarını oyna' diyerek kendi haline bırakırız. Çoğu zaman bu durumu işlerimizi tamamlamak için bir fırsat olarak görürüz. Oysaki bu davranış çok yanlış. Anne-babanın çocukla birlikte oyuna dâhil olması gerekir. Uzman psikolog Büşra Tanık, oyunla çocuğun daha iyi tanınabileceğini ve ilişkinin güçlendirileceğini söylüyor. Tanık, ayrıca birlikte oynanan oyunun çocuğun hayal gücünü geliştirdiğini belirtiyor.

Çocuğun oyun oynarken mutluluk ve heyecan duyduğunu ifade eden Tanık, oyunun hayal gücü, taklit yeteneği ve karar verme yetisini geliştirdiğini, çocuğun kendini tanıma fırsatı edindiğini söylüyor. Tanık, çocuğu sürekli kendi başına bırakmak ve oyuna dâhil olmamanın yanlış bir davranış biçimi olduğunu aktarıyor. Tanık, "Birlikte oynanan oyun, anne-babanın çocuğunu en iyi tanıyabileceği ve ilişkilerini güçlendirebileceği sosyal bir alandır." diyor.

Tanık, çocuğun tek başına oyun kurabilmesi ve oyunu sürdürebilmesinin de önemli olduğuna dikkatleri çekiyor.

Oyuncaklarını kırıyorsa ilgisini başka yöne kaydırın

Anne-baba, çocukla oyun oynarken birtakım zorluklar yaşayabilir. Oyun sırasında çocuk bağırabilir, huysuzlanabilir yahut oyuncaklarını fırlatıp kırabilir. Psikolog Tanık'a göre bu gibi durumlarda, ortam uygun ve yapılan davranış görmezlikten gelinebilecekse ebeveyn ilgisini başka bir yöne kaydırmalı. Çocuk tutumunu değiştirdiğinde tekrar çocukla ilgilenmek davranışın tekrarlanmasını engeller. Eğer gözden gelinmeyecek kadar büyük bir davranış sergilemişse 'Davranışını değiştirmezsen oyunu sonlandıracağız' şeklinde bir uyarı yapılmalı. Anne-baba mutlaka tutarlı bir tutum sergilemeli. Bazı durumlarda çocuğun yıkıcı davranışı, oyun içinde kendisine yansıtılabilir. Böylece çocuk yaptığı davranışın geri bildirimini alır ve sorumluluğu öğrenir.

Bazı çocuklar da oyunu bitirmek istemez, mızmızlanır. Bu gibi hallerde oyuna başlamadan önce oyunun çerçevesi çizilmeli. Oyunun bitim zamanı hakkında çocukla önceden konuşulmalı ve oyunun sonuna yaklaşırken gerekli durumlarda zaman hatırlatması yapılıp çocuğun oyunu bitirmesine imkân sağlanmalı. Oyun bitiminde çocuğa 'Seninle oynamak benim için çok keyifliydi' şeklinde geri bildirim verilmeli.


Çocukla oyun oynarken ne yapmalı?
Liderliğini izleyin: Fikrinizi empoze etmek yerine çocuğun liderliğini, fikirlerini ve hayal gücünü takip edin. Çocuğa herhangi bir şey öğretmeye çalışmayın, hareketlerini taklit edin ve onun söylediklerini yapın. Çocuk böylece, oyunla daha çok ilgilenmeye başlayacak.

Oyunun hızını ona uydurun: Çocuklar oyun oynarken, aynı aktiviteyi tekrar tekrar yapma eğilimindedir. Kendi becerilerine güvenmeyi başarabilmek için aynı şeyi tekrarlamaya ihtiyaç duyarlar. Acele etmeyin, oyunun hızını çocuğun temposuna uyarlayın.

Güç mücadelesine girmeyin: Çoğu anne-baba, çocuğa oyunu kuralına göre oynamak ister ve çocukla bir rekabete girer. Kendini yeterli hissedebilmesi için kontrol çocuğa verilmeli.

Fikirlerini övün ve cesaretlendirin: Çocuğu düzeltmeyin, önemli olan çocuğun bir şeyleri denemesidir. Çocuğunuzun düşünce ve davranışlarını övün.

Açıklayıcı yorumlar yapın: "Bu çiçek ne?", "Kaç tane yaprağı var?" gibi arka arkaya sorular sormayın. Bu tür soruların çocuğun öğrenmesine yardımcı olacağı düşünülür, ancak bu yaklaşım özgürce konuşmasını engeller. Ne yaptığı hakkında destekleyici yorumlar yapın. Zira bu, dil gelişimini aktif şekilde destekler. 'Çiçeği vazoya koyuyorsun. Su döküyorsun' gibi açıklayıcı cümleler kullanın.

Problemi tek başına çözsün: Çok fazla yardım edilmesi ya da işin tamamının üstlenilmesi çocuğun kendine güven hissini azaltır ve yetişkine bağımlılığı teşvik eder.

'Git odana oyna' demeyin beraber oyun kurun

Çocuklara oyuncaklar alıp onların kendi başlarına, mümkünse odalarında oynamalarını beklemek yanlış bir tutumdur. Çocuk oyuncakla oynamayı, paylaşmayı, oyun kurmayı öğrenmek durumundadır. Bunun için anne-baba zaman zaman çocuklarıyla oturup oyun oynamalıdır.Bir çocuğun en temel ihtiyacı anne-baba sevgisidir; diğeri ise 'oyun'dur. Nasıl ki yetişkinlerin bir işi, meşguliyeti varsa çocuğun işi de oyundur. Ebeveyn olarak, yardım etmeden çocuğun kendi kendine oyun oluşturabileceğini düşünürüz. 'Al çocuğum oyuncaklarını oyna' diyerek kendi haline bırakırız. Çoğu zaman bu durumu işlerimizi tamamlamak için bir fırsat olarak görürüz. Oysaki bu davranış çok yanlış. Anne-babanın çocukla birlikte oyuna dâhil olması gerekir. Uzman psikolog Büşra Tanık, oyunla çocuğun daha iyi tanınabileceğini ve ilişkinin güçlendirileceğini söylüyor. Tanık, ayrıca birlikte oynanan oyunun çocuğun hayal gücünü geliştirdiğini belirtiyor.

Çocuğun oyun oynarken mutluluk ve heyecan duyduğunu ifade eden Tanık, oyunun hayal gücü, taklit yeteneği ve karar verme yetisini geliştirdiğini, çocuğun kendini tanıma fırsatı edindiğini söylüyor. Tanık, çocuğu sürekli kendi başına bırakmak ve oyuna dâhil olmamanın yanlış bir davranış biçimi olduğunu aktarıyor. Tanık, "Birlikte oynanan oyun, anne-babanın çocuğunu en iyi tanıyabileceği ve ilişkilerini güçlendirebileceği sosyal bir alandır." diyor.

Tanık, çocuğun tek başına oyun kurabilmesi ve oyunu sürdürebilmesinin de önemli olduğuna dikkatleri çekiyor.

Oyuncaklarını kırıyorsa ilgisini başka yöne kaydırın

Anne-baba, çocukla oyun oynarken birtakım zorluklar yaşayabilir. Oyun sırasında çocuk bağırabilir, huysuzlanabilir yahut oyuncaklarını fırlatıp kırabilir. Psikolog Tanık'a göre bu gibi durumlarda, ortam uygun ve yapılan davranış görmezlikten gelinebilecekse ebeveyn ilgisini başka bir yöne kaydırmalı. Çocuk tutumunu değiştirdiğinde tekrar çocukla ilgilenmek davranışın tekrarlanmasını engeller. Eğer gözden gelinmeyecek kadar büyük bir davranış sergilemişse 'Davranışını değiştirmezsen oyunu sonlandıracağız' şeklinde bir uyarı yapılmalı. Anne-baba mutlaka tutarlı bir tutum sergilemeli. Bazı durumlarda çocuğun yıkıcı davranışı, oyun içinde kendisine yansıtılabilir. Böylece çocuk yaptığı davranışın geri bildirimini alır ve sorumluluğu öğrenir.

Bazı çocuklar da oyunu bitirmek istemez, mızmızlanır. Bu gibi hallerde oyuna başlamadan önce oyunun çerçevesi çizilmeli. Oyunun bitim zamanı hakkında çocukla önceden konuşulmalı ve oyunun sonuna yaklaşırken gerekli durumlarda zaman hatırlatması yapılıp çocuğun oyunu bitirmesine imkân sağlanmalı. Oyun bitiminde çocuğa 'Seninle oynamak benim için çok keyifliydi' şeklinde geri bildirim verilmeli.


Çocukla oyun oynarken ne yapmalı?
Liderliğini izleyin: Fikrinizi empoze etmek yerine çocuğun liderliğini, fikirlerini ve hayal gücünü takip edin. Çocuğa herhangi bir şey öğretmeye çalışmayın, hareketlerini taklit edin ve onun söylediklerini yapın. Çocuk böylece, oyunla daha çok ilgilenmeye başlayacak.

Oyunun hızını ona uydurun: Çocuklar oyun oynarken, aynı aktiviteyi tekrar tekrar yapma eğilimindedir. Kendi becerilerine güvenmeyi başarabilmek için aynı şeyi tekrarlamaya ihtiyaç duyarlar. Acele etmeyin, oyunun hızını çocuğun temposuna uyarlayın.

Güç mücadelesine girmeyin: Çoğu anne-baba, çocuğa oyunu kuralına göre oynamak ister ve çocukla bir rekabete girer. Kendini yeterli hissedebilmesi için kontrol çocuğa verilmeli.

Fikirlerini övün ve cesaretlendirin: Çocuğu düzeltmeyin, önemli olan çocuğun bir şeyleri denemesidir. Çocuğunuzun düşünce ve davranışlarını övün.

Açıklayıcı yorumlar yapın: "Bu çiçek ne?", "Kaç tane yaprağı var?" gibi arka arkaya sorular sormayın. Bu tür soruların çocuğun öğrenmesine yardımcı olacağı düşünülür, ancak bu yaklaşım özgürce konuşmasını engeller. Ne yaptığı hakkında destekleyici yorumlar yapın. Zira bu, dil gelişimini aktif şekilde destekler. 'Çiçeği vazoya koyuyorsun. Su döküyorsun' gibi açıklayıcı cümleler kullanın.

Problemi tek başına çözsün: Çok fazla yardım edilmesi ya da işin tamamının üstlenilmesi çocuğun kendine güven hissini azaltır ve yetişkine bağımlılığı teşvik eder.

9 Aralık 2011 Cuma

Sözün Özü

20. asırda en çok istiskal edilen, hatta hor ve hakir görülen değerlerin başında maalesef ana ve baba gelmektedir. Bu konunun; Batı dünyasında bulunmasına makul izahlar getirebiliriz ama aynı şeylerin İslâm dünyasında olmasını izah etmek oldukça zordur. Bir kere Kur'ân, ana-babayı 'valideyn' diye isimlendirerek, ikisini bir varlık gibi göstermiş ve onların haklarını Allah ve Resûlü'nün hakları ile aynı çizgide değerlendirmiştir. Ben şahsen, unutulan bu gerçeğin neslimize tekrar hatırlatılması gerektiğine inanıyorum.

Güneş Doğacak

Hiç durma yürü ki, yollarda gözler!Durmuş şehit baban yolunu gözlerGeril, koş! Seni bekliyor pürüzlerŞahlan ki sevinsin kederli yüzler..!Belli, dâvâ büyük yollar da uzun;Ne gam! Yolcusu olmuşsun Sonsuz'un!Kutlu Rehber bu yolda kılavuzun;Lâfı mı olur artık, karın-buzun..!Nasıl olsa bir gün güneş doğacak;Çevreye yeniden nûrlar yağacak;Dağ-dere, ova-oba bucak bucak,Işık gelip karanlığı boğacak...M. Fethullah Gülen

Hizmet mazeret olamaz!..

Temel kaideler zaviyesinden bakacak olursak, anne-babanın hukukunu gözetme hususunda hiçbir mazeret geçerli değildir; her fert onlara karşı vazifelerini eksiksiz eda etmek mecburiyetindedir.Bu vazife, herkes kadar hizmet erlerini de alâkadar eden bir mesuliyettir. Emr-i bilmaruf nehy-i anilmünker düşüncesinden ve dine hizmet gayesinden kaynaklanan bir kısım zaruretler bazılarımızı bazı yerlere bağlayabilir; ailemizden ve vatanımızdan uzak diyarlarda yaşama ile karşı karşıya bırakabilir. Fakat, ne ile karşılaşırsak karşılaşalım, nerede yaşarsak yaşayalım, bunlar sıla-yı rahimi ve valideyni görüp gözetmeyi ihmal etmemize mazeret sayılamaz. "Hizmet adına koşuyorum, öyleyse, onların hukukunu gözetmesem de olur" mülahazası bir aldanmadan ibarettir. Dahası, anne-babaya bir başka kardeşin ya da akrabanın bakıyor olması da diğer çocukları mesuliyetten kurtarmaz; onların hakları diğerleri üzerinde devam eder.

Bu açıdan, hizmet mülahazası ve hicret düşüncesi çok önemli olsa da, anne-babayı ihmal etmeye sebebiyet vermemelidir. Sevgi erleri engin bir şefkatle bütün insanlığın saadeti adına diyar diyar dolaşırken, kendi anne-babalarını, aile fertlerini ve akrabalarını da unutmamalıdırlar. Belki iki vazifenin de hakkını beraberce verebilecekleri hizmet zeminleri ve imkanları oluşturmaya çalışmalıdırlar.

Keşke şartları zorlasanız ve anne-babanızı yanınıza alsanız. Şayet, buna muvaffak olabilecek imkanlara sahip değilseniz, o zaman da hiç olmazsa belli bir zaman takdir ederek onları devamlı ziyaret etseniz, ellerini öpüp gönüllerini alsanız; birkaç gün yanlarında kalarak hal hatırlarını sorsanız, bazı işlerini görseniz, ihtiyaçlarını giderseniz. Onlara gerçekten değer verseniz, saygı ve hürmet gösterseniz ve tecrübelerinden, bilgi ve becerilerinden istifade etseniz. Yine imkân bulabilirseniz, onları kısa süreliğine de olsa ara sıra kendi evinizde misafir etseniz; hizmet ettiğiniz beldeyi, arkadaş çevrenizi ve hayat tarzınızı onlara gösterip gönüllerine itminan salsanız.

Bunların hiçbirini yapamıyorsanız -ki bunlar yapılamayacak şeyler değildir ve onlar için ne yapsanız değer- içinde yaşadığınız çağın muvasala ve muhavere imkanlarını kullansanız; sık sık telefon etseniz, hatta görüntülü telefonlarla ya da internet aracılığıyla onlarla görüşseniz; siz onların güzel yüzlerini görseniz, doysanız; onlar da sizi mimiklerinizde bile seyretseler, hasret giderseler.. ve ister yanınızda kalsınlar ister misafir olarak gelsinler isterse de telefon ve internet vasıtasıyla sizinle görüşsünler, bütün bu görüşüp konuşmaları, yapılan hizmetlerin büyüklüğünü anlatma yolunda birer fırsat olarak değerlendirseniz. Gayesiz ve başıboş olmadığınıza inanmalarını sağlasanız; vazifenizin mahiyetini ve keyfiyetini anlatarak, vesile oldukları için onların hasenat defterlerine de pek çok sevap yazılacağına, buradaki hasret ve hicrana bedel ötede ebedî vuslatı kazanacaklarına onları inandırıp yüzlerini güldürseniz.

İki kudsî varlık; anne, baba

Maalesef, pek çok değer ölçüsünün unutulduğu, ailevî ve içtimaî esasların yerle bir olduğu zamanımızda, anne-baba hakkı da bu umumî yozlaşmadan nasibini aldı.İnsanın en başta hürmet etmesi gereken iki kudsî varlık, bugünün şımarık nesilleri tarafından sadece birer yük gibi kabul edilir oldu. Aslında, daha küçük birer canlı halinde var olmaya başladıkları günden itibaren, hep anne-babanın omuzlarında dolaşan ve onların kucaklarında gelişip büyüyen çocuklardı yük olan; fakat, anne-babanın derin şefkati, yavrularını yük değil mukaddes birer emanet olarak görmelerini sağlıyordu. Onların hayat boyu devam eden fedakarlıkları karşısında çocukların da onlara sevgi ve hürmetle muamele etmeleri hem bir insanlık borcu hem de bir vazifeydi; her insan, kendi ebeveyninin kadrini bilmeli ve onları Hakk'ın rahmetine ulaşmaya vesile saymalıydı. Heyhat ki, günümüzde sadece Allah'a karşı saygısız olanlar arasında değil, O'nu sevdiğini iddia edenlerin içinde bile, anne ve babalarının varlıklarını istiskal eden, yaşamalarına karşı bıkkınlık gösteren ve sürekli saygısızlıkta bulunan insan bozması canavarlar türedi.

HuzurEvi mi, Hicran Yurdu mu?

Ne acıdır ki, artık anne-babalar yalnızlığa ve kimsesizliğe mahkûm yaşıyorlar; biraz yaşlanıp elden ayaktan düşünce kendilerini düşkünler evinde buluyorlar. Önceleri "darülaceze" denilen, şimdilerde biraz kibarlaştırılarak "huzurevi" adı verilen bu hicran yurtlarıyla teselli olmaya, senede bir gün kendilerine uzatılacak çiçeklerle avunmaya çalışıyorlar.

Oysa, insan çocuklarını bağrına basamadığı, torunlarını kucağına alamadığı, ne ihtimamla büyüttüğü ciğerparelerini sevemediği ve onlara bakıp bakıp "Yavrularım!.." diyemediği bir yerde nasıl huzurlu olur ki!.. Kendisine sevgi ve hürmetle nazar eden yakınlarının bulunmadığı, onun için bir tencerenin kaynamadığı ve çoğu zaman arayıp soranının olmadığı bir yerde mutluluğu nasıl bulur ki!.. Biz kendi kafamızda mevhum bir huzur tasarlamışız; o talihsizler yuvasına "huzurevi" demekle onun sakinlerinin de gerçekten huzurlu olacaklarını sanmışız. Allah'tan ki bu müesseseler ve oralarda bazı samimi gönüller var da yaşlılarımızı bütün bütün sokağa terk etmiyoruz; kendileri gibi muhtaç kimselerin arasına atıp bıraksak bile hiç olmazsa bir rahat yatak, bir sıcak çorba imkânı sağlıyoruz. Akabinde, onların da bizim var olduğunu vehmettiğimiz huzuru duymaları için zorlayıp duruyoruz. "Daha ne olsun, ne güzel yiyip içip yatıyorlar!" der gibi bir tavır takınıyoruz.

Halbuki, insan hayvanlar gibi yiyip içen, sonra da yan gelip yatan ve bu şekilde saadete eren bir mahluk değildir. İnsan, çevresine alâka duyan, tabiata açık bir fıtratı bulunan, evlat ve torunlarıyla, hatta torunlarının torunlarıyla münasebeti olan ve ancak tabiatından kaynaklanan bu alâka ve münasebetlerin gerekleri yerine getirildiği zaman huzur bulan bir varlıktır. Bir tüketim mevsimi halini alan hususî zaman dilimlerinde "dostlar alış-verişte görsün" kabilinden sözde arayıp sormalar ve sun'î tavırlar mutlu etmez insanı. Senede bir eline tutuşturulan bir demet çiçek sadece onun gönlündeki hasret ateşini alevlendirmeye yarar, dindirmez hicranını. O, alâkaya, sevgiye ve içten bir tebessüme muhtaçtır; yalnızca yeme, içme ve sıcak döşekte uyuma karşılamaz manevî ihtiyaçlarını.

Kur'an Üslubu ve Valideyn

Ayet ve hadislerde anne-baba hukuku üzerinde ısrarla durulmuş ve onların haklarının gözetilmesi ve valideyne zulüm etmekten kaçınılması hususunda tergîb (teşvik etme, isteklendirme) ve terhîblerde (sakındırma, uzaklaştırma) bulunulmuştur. Zira, insan tabiatında başkalarıyla alâkadar olma ve onların ihtiyaçlarını görme isteği sınırlıdır; cibilli olarak onda kendisini anne-babasına adama iştiyakı yoktur. Her insan mutlaka anne-babasına karşı belli ölçüde bir alâka duyar; ama valideynin şefkati evladı için kurban olmayı dahi sıradan bir iş haline getirse bile, çocuğun anne-babayı görüp gözetmesi biraz iradesini zorlamasına bağlıdır. Oysa, çocuk kendisini onların hoşnutluğunu kazanmaya vakfetse, valideynin memnuniyetini Hakk'ın rızasına vesile bilerek hizmette hiç kusur etmese, sürekli onların gözlerinin içine baksa ve onları asla incitmese, hatta bir manolya gibi buruşup solmalarından korkarak onlara dokunurken bile dikkatli davransa... anne ve babanın bütün bu güzel muamelelere hakkı vardır. Bundan dolayı da, Kur'an ve sünnet, iradenin hakkının verilmesi icap eden böyle önemli bir mesele üzerinde ısrarla durmakta ve tergîb ü terhîbler sıralamaktadır.

Dinimizde valideynin hukuku o kadar önemlidir ki, Sâdık u Masdûk (sallallahu aleyhi ve sellem), bir soru üzerine "Cihada denk bir amel bilmiyorum" demesine rağmen, huzuruna gelerek cihada katılmak istediğini söyleyen pek çok sahabiye "Annen, baban sağ mı?" diye sormuş, "evet" cevabını alınca da, "Git, anne-babana hizmet et. Senin cihadın onların yanında; yapış annenin ayaklarına, Cennet orada." buyurmuştur.
Yine, hadis kitaplarında Fahr-i Kâinat Efendimiz'e biat etmek için gelen birinden bahsedilir. Ashab-ı Kiram'ın altın halkasına girmekle şereflenen o sahabi, en kutlu elleri tutar ve "Sana biata koştum ama annem babam arkada hicranla ağlıyorlardı." der. Şefkat Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem), hemen ellerini geri çeker, memnuniyetsizliğini ifade eder şekilde şöyle seslenir: "Dön anne-babana, dön de ağlattığın gibi güldür onları."

1 - Pek çok değer ölçüsünün unutulduğu günümüzde, anne-baba da bu umumî yozlaşmadan nasibini alarak bugünün şımarık nesilleri tarafından sadece birer yük gibi kabul edilir hale geldi.

2 - İnsan, çevresine alâka duyan, evlat ve torunlarıyla, hatta torunlarının torunlarıyla münasebeti olan ve ancak bu alâka ve münasebetlerin gerekleri yerine getirildiğinde huzur bulan bir varlıktır.

3 - İnsan tabiatında cibilli olarak kendisini anne-babasına adama iştiyakı yoktur. Bu açıdan, çocuğun anne-babayı görüp gözetmesi biraz iradesini zorlamasına bağlıdır.

8 Aralık 2011 Perşembe

ZEKA SORULARI ve CEVAPLARI 2

1) İçi su dolu üç bardağı yanyana diziyorsunuz, aynı hizaya içleri boş üç bardak koyuyorsunuz, yani bardakların sırası şöyle oluyor: Dolu, dolu, dolu, boş, boş, boş. Yalnız bir bardağı yerinden oynatarak öyle bir değişiklik yapın ki bardaklar dolu, boş, dolu, boş, dolu, boş şeklinde sıralansın.


2) Bir dostu dedektif Kafacan'a 100 kart verdi. 1. kartın üzerinde şöyle yazıyordu: "Bu karttan yalnız biri yalan bir şey yazmaktadır." 2. kartın üzerinde bu 100 karttan yalnız ikisi yalan şey yazmaktadır" okunuyordu. 3. kart üzerinde 100 karttan üçünün, 4. kart üzerinde dördünün yalan şey yazdığı belirtiliyordu. Kısacası her kart kendi sıra numarası kadar kartın yalan yazdığını ifade etmekteydi. Tabii 99. kart "kartların doksandokuzu yalan yazıyor" ve 100. kart "kartların yüzü de yalan yazıyor" demekteydi." Dostu Kafacan'a sordu: "Söyle bakalım Sherlock Holmes, bu kartlardan hangisi doğru yazıyor?. Kafacan hiç düşünmeden cevap verdi. Bir de siz düşünün bakalım.



3) Ho adasında iki kabile yaşıyordu: İyiler hep doğru, kötüler hep yalan söylerdi. Dedektif Kafacan Ho adasında üç yerliye rastladı, bunların adlarının da Bo, Go ve Mo olduğunu biliyordu, onlara sırasıyla şunları sordu: "Merhaba Bo, Go iyi midir?". "Evet". "Söyle bakalım Go kardeş, Bo ve Mo aynı kabileden mi?". "Hayır". "Mo, sen söyle Go iyi mi?". "Evet". Kafacan bu üç yerlinin her birinin hangi kabileden olduğunu buldu. Şimdi sıra sizde.



4) Bir suçluya iki kutu ve 10'u siyah, 10'u beyaz olmak üzere 20 top verilir. Kral suçluya şöyle der: "Bu topları kutulara istediğin gibi yerleştirebilirsin, ben daha sonra senin yanına gelip kapakları kapatılmış bu iki kutudan birini seçeceğim. Daha sonra bu seçtiğim kutudan gözlerim kapalı olarak rastgele bir top seçeceğim. Seçtiğim top siyahsa öleceksin, beyazsa yaşayacaksın". Siz olsaydınız yaşama şansınızı mümkün olduğu kadar arttırmak üzere topları kutulara nasıl koyardınız?



5) Telefon çalınca Dedektif Kafacan yerde iki kol saati gördü. Saatler durmuştu. Kafacan hemen her iki saati de kurup doğru zamana getirdi ve birini sol, birini de sağ koluna taktı. Bir saat sonra sol saat 1 dakika ileri gitmiş, sağ saat 2 dakika geri kalmıştı. Ertesi sabah sol saat 7'yi gösterirken; sağ saat 6'yı gösteriyordu. Telefon saat kaçta çalmıştı?



6) İki mum değişik boy ve kalınlığa sahiptir. Kısa olan 11 saatte, uzun olan ise 7 saatte yanıp tükenmektedir. İki mum da aynı anda yakılıyor ve üç saat sonra bakıldığında aynı boya geldikleri görülüyor. İki mumun başlangıçtaki boy oranlarını bulunuz.



7) Bir sihirbazın cebinde iki demir para vardır. Bu paralardan biri normal, diğeri ise her iki tarafı da yazı olan hileli paradır. Sihirbaz elini cebine atarak, paralardan birini rastgele alır ve bu parayı havaya fırlatır. Para yere düştüğünde yazı gelirse;

a)Bu paranın normal para olma olasılığı nedir?

b)Aynı parayı tekrar fırlatır ve ikinci kez yazı gelirse,bu paranın normal para olma olasılığı nedir?



8) Bay X'in çocuklarının yaşları 4'ten büyük 19'tan küçüktür. Çocukların yaşlarının çarpımı 60060 olduğuna göre bay X'in kaç çocuğu olduğunu bulunuz.



9) 1 - 4 - 9 - 61 - 52 - 63 - ?



10) A - C - G - L - N - O Hangi harf farklıdır?



11) Bir köyle ilgili nüfus kayıtları incelenmektedir. A isimli köylünün kayıtlarına bakıldığında bu kişinin ölmüş bir kardeşi olduğu yazılmaktadır. Ölmüş kardeşinin kayıtlarına bakıldığında ise hiç bir kardeşi olmadığı yazılmaktadır. Her iki kayıtda yazılanlar da doğru olduğuna göre, durumu nasıl açıklarsınız?



12) 0'dan 9'a kadar olan bütün rakamları sadece birer kez kullanarak 10 rakamlı bir sayı elde edeceksiniz. Ancak bu sayının;
· ilk rakamının oluşturduğu sayı, 1'e tam olarak bölünebilecek,
· ilk iki rakamının oluşturduğu sayı, 2'ye tam olarak bölünebilecek,
· ilk üç rakamının oluşturduğu sayı, 3'e tam olarak bölünebilecek, ...
benzer şekilde devam edecek ve bu sayının on rakamının oluşturduğu sayı (yani kendisi) , 10'a tam olarak bölünebilecek.
Bu koşullara uyan en küçük sayıyı bulunuz



13) Kamp yapmakta olan Ahmet, Bülent ve Can kahvaltıda sadece elma ya da muz yemektedirler.

· Ahmet elma yerse, Bülent Muz yemektedir.
· Ahmet ya da Can Elma yemektedir, ancak ikisi birlikte değil.
· Bülent ve Can ikisi birlikte muz yemezler.

Hangisi dün elma bugün muz yemiş olabilir?



14) C - G - I - L - O - S - U Hangisi farklı?



15) Üç satranççıya, aralarında en iyi oyuncunun kim olduğu sorulur. Verilen cevaplar şöyledir:

A: ""En iyi ben değilim"

B: "En iyi C'dir"

C: "B yalan söylüyor"

İçlerinden sadece biri doğru söylediğine göre, en iyi satranççı kim?



16) Elimizde 0'dan 5'e kadar numaralanmış iki zar var. Bu zarlar atıldığında gelen sayıların toplamının asal olma olasılığı nedir?



17) 0'dan 9'a kadar olan bütün rakamların sadece birer kez kullanıldığı 10 rakamlı bir sayı, 1'den 10'a kadar bütün sayılara tam olarak bölünüyor.
Bu koşulu sağlayan en küçük sayıyı bulunuz.



18) 105 sayısı, iki ya da daha fazla ardışık sayının toplamı olarak kaç değişik şekilde elde edilir?

Örnek: Aynı soru 15 sayısı için sorulsaydı yanıtımız 3 olacaktı. (7+8=15, 4+5+6=15 ve 1+2+3+4+5=15)



19) 4 tekerli bir yarış arabası 48km.lik bir pistte toplam 6 lastik kullanıyor. Tüm lastiklerin kullanım mesafeleri eşit olduğuna göre herbirinin ne kadar yol katettiğini bulunuz.



20) Herhangi bir yılın Ocak ayında 5 Pazartesi, 5 Salı, ve 5 Çarşamba günü bulunuyorsa, o yılın 1 Şubat'ı hangi güne denk gelir?



21) Hiç bir rakamı sıfır olmayan öyle iki sayı bulun ki, çarpımları bir milyon olsun.



22) A, B ve C adlı üç balıkçı arkadaş ile ilgili şu bilgiler bilinmektedir:

1. Haftanın sadece bir gününde üçü birden balığa çıkarlar.
2. Hiçbir balıkçı ardarda üç gün balığa çıkmaz.
3. Haftada en fazla bir gün aynı iki balıkçı ikisi birden balığa çıkmaz.
4. A, Pazar, Salı ve Perşembe günleri balığa çıkmaz.
5. B, Perşembe ve Cumartesi günleri balığa çıkmaz.
6. C, Pazar günleri balığa çıkmaz.
Üçünün birden balığa çıktığı gün hangisidir.



23) Elinizde ağırlıkları farklı 5 top var. Bir denge terazisinde sadece topları birbirleriyle kıyaslayarak (yani hiçbir ağırlık kullanmadan) büyükten küçüğe doğru sıralamanız isteniyor.

Bu işlemi doğru olarak gerçekleştirmeyi garantilemeniz için en az kaç tartı yapmanız gereklidir?



24) 1 den 1.000.000 a kadar olan sayılar sırayla yan yana yazılsa (1 ve 1.000.000 dahil)

a) Toplam kaç adet rakam kullanılmış olur?

b) Birmilyonuncu rakam ne olur?



25) Kol saatiniz durmuşsa, gösterdiği zamanın gerçek zamanla farkı (yani hatası) en fazla 6 saat olabilir. Akrep ve yelkovanı aynı uzunlukta ve görüntüde olan bir kol saatinin neden olabileceği hata en fazla ne kadar olabilir?

CEVAPLAR
1) 2 numaralı bardaktaki su 5 numaralı bardağa dökülürse istenilen diziliş gerçekleşmiş olur.



2) Yalnız 99. kart doğruyu yazmaktadır: "Bu 100 karttan 99'u yalan yazıyor" demek ki bir tek kart doğruyu yazmaktadır ve o da 99. karttır. Bütün diğer durumlar çelişki doğurur, örneğin 100. kart doğru olamaz, çünkü 100 kartın yalan yazdığını söylerken bu 100 kartın içine kendisi de girmektedir, o zaman kendi yazdığı yalandır. Örneğin 98. kart da doğru olamaz çünkü 98. Kartta yazan doğru ise iki kart doğru söylüyor demektir, oysa birden fazla kartın doğru olması olanaksızdır, çünkü 2 veya daha fazla kart doğru olursa bu doğru kartların yazdıkları birbirleri ile çelişir.



3)Bo ve Mo'nun her ikisi de, "Go iyi midir?"sorusuna, "evet" yanıtı vermiştir. Demek ki Bo ve Mo aynı kabiledendir. Oysa Go'ya Bo ve Mo'nun aynı kabileden olup olmadığı sorulduğunda, "aynı kabileden değiller" demişti. Bu durumda, yalan söylediği için Go, kötülerdendir. Bo ve Mo, Go için iyi demişlerdi; demek ki, yalan söyledikleri için onlar da kötülerdendir. Kısaca, her üçü de kötülerdendir.




4) Bir kutuya tek bir beyaz top, kalan bütün toplar (9 beyaz+10 siyah) diğer kutuya konmalıdır.



5) İki saat arasında 1 saatte 3 dakika fark meydana geliyor. O halde 60 dakikalık bir fark (saat 7 ile saat 6 arası 60 dakika) meydana gelişi 20 saat alır. Bu 20 saatte sol saat 20 dakika ileri giderken sağ saat 40 dakika geri gelecektir. O halde sol saat 7 yi, sağ saat 6yı gösterirken doğru saatler sabah 6:40 ı göstermektedir. 20 saat geri gidersek telefonun bir gün önce 10:40 da çaldığı anlaşılır.


6) 11/14



7) a ) 1 / 3 b ) 1 / 5




8) 5.




9) 94




10) A. Tek bir hamlede (el hiç kaldırılmadan) çizilemeyecek harf A dır.




11) A doğmadan önce kardeşi (abisi) ölmüştür.



12) 3816547290






13) Bülent. Bilgiler kullanılarak Ahmet'in sadece muz, Can'ın ise sadece Elma yiyebildiği anlaşılır. Bülent ise hem elma hem muz yiyebilir.



14) L farklı. Diğer bütün harfler, işaret/noktalar eklenince Türk alfabesinde kendisinden sonra gelen harfleri oluşturuyor. (C:Ç, G:Ğ, I:İ, O:Ö, U:Ü)



15) En iyi satranççı A dır.


16) 17/36


17) 1234759680


18) 7 değişik şekilde elde edilebilir.

19) Her biri 32 km. Yol katetmiştir.


20) Perşembe



21) 64 ve 15625



22) Cuma günü.



23) 7 tartı yapılmalıdır.



24) a) 5888896

b) 1



25) 72/13 saat (5 saat, 32 dakika, 240/13 saniye)

ZEKA SORULARI ve CEVAPLARI

1 - Yağmurlu bürgünde bir evde parti düzenlenir Partinin ilerleyen saatlerinde Ahmet Bey'in olmadığını farkederler Ertesi gün mahkemeye gidip olanları anlatırlar Hakim sorguya alınacaklarını söyler Bahçıvan şöyle anlatır:"Hava
yağmurluydu Kulübemde oturuyordum İçim sıkılmıştı hava almak için dışarı çıkım köke doğru köşkün bir camından içeriye bakmak için cama doğru yaklaştım cam buharlanmıştı camı sildim ve Fahrettin Beyi cinayeti işlerken gördüm der Sonra hakim yalan söylüyorsun ve katil sensin der Sizce neden hakim böyle söyledi?

2 - Bir erkek hoşlandığı bir kıza mektup arayıcılığıyla çok hoşlandığını ve çıkmak istediğini yazmış kız bu mektuba bir formül yoluyla cevap vermiş

[c=ı+]=k (t-ı )+ g=ı(m)
v+a
r=12+4=16
16 = t
t=e
e=s + 16
s= 65
s=65 - s16 =105
e= 1o-k=k(ü11+r)+(e+d=r+i)m=?

Soru: Sizce kızın cevabı ne ?

3 - Ali ile Mehmet beraber; Selim ile Hasan'ı kolayca çektiler Ali ile Selim bir olunca; Hasan ile Mehmet'i güçlükle de olsa çektiler Ali ile Hasan ve Selim ile Mehmet'in kuvvetleri denk geldi, yenişemediler Yarışmacıları kuvvet sırasına göre dizebilir misiniz?

4 - Elinizde 3 bilye top var ama içlerinden biri diğer ikisine göre çok az da olsa hafif ve elinizde bir kefeli terazi var Sizden bu terazi ile bir tartışta bu hafif topu bulmanız isteniyor ama nasıl?

5 - Masada 1 bardak su ve 1 bardak süt var 1 çay kaşığı ile, süt bardağından 1 kaşık süt alıp su bardağına döküyoruz Sonra da su bardağından 1 kaşık su alıp süt bardağına döküyoruz Son durumda, sütün içindeki su mu daha fazladır, yoksa suyun içindeki süt mü?

6 - İzciye 3'ü kırmızı, 2'si siyah 5 başlıktan, rasgele 3'ü giydiriliyor İzcilerden hiçbirinin kendi başlığını görme ihtimâli yok Onlardan kendi başlarındaki başlıkların rengini bilmeleri isteniyor Ancak bir durumda, izcilerden biri kendi başındaki başlığın rengini bilebiliyor Bu hangi durumda olabilir?

7 - Elinizdeki küp şeklinde bir patatesi, bıçak darbeleri ile dilimlere ayırmanız isteniyor Ancak bir şart ile Kesme işlemi her defâsında küpün tam 3 köşesinden geçmeli Ne az ne de fazla Bütün kesimler tamamlandığında küp kaç parçaya ayrılmış olur?

8 - Bir saatin üzerindeki bir tuşa basılınca, tarih ve saati sesli olarak, Türkçe söyleyebilmektedir Söylediği şeyler ayın günü, ay, haftanın günü, saat ve dakîka Her kelimeyi heceleyerek saatin hâfızasına kaydetmişler Saat her heceyi ayrı ayrı telaffuz ediyor Acaba bu saatin hâfıza çipinde toplam kaç adet hece kaydedilmiş ve hangi hecelerdir? Meselâ: ON-Nİ-SAN-ÇAR-ŞAM-BA

9 - Bir lokantaya 7 müşteriden; biri her gün, biri 2 günde bir, biri 3 günde bir, biri 4 günde bir, biri 5 günde bir, biri 6 günde bir, biri de 7 günde bir geliyor Lokanta sahibi; "Hepinizin ilk defa bir araya geldiği gün ziyâfet benden olacak" der Bu iş 30 Ekim 2000'de başladığına göre, ziyâfet tarihi ne zamandır?

10 - Veli okula yürüyerek giderken, yolun dörtte birine geldiğinde bir câmi yanından, üçte birine geldiğinde tren istasyonundan geçiyor Câmi yanına geldiğinde saat 730, istasyona geldiğinde ise, 735 oluyor Ali evden saat kaçta çıkıyor ve okula kaçta varıyor?


CEVAPLARI
Cevap 1 : Camın buharları dışarıdan silinmez
Cevap 2 : Çıktığım var teşekkür ederim
Cevap 3 :
1 - Ali
2 - Mehmet
3 - Selim
4 - Hasan

Cevap 4 : İki top terazinin kefesine konur eğer bunlardan biri hafifse işte hafif olan top odur, yok ikisi de aynı ise teraziye koymadığınız top hafif olan demektir
Cevap 5 : Su içindeki süt fazladır

Cevap 6 : Karşısındakilerin ikisi de siyah giyerse, kendi şapkasının kırmızı olduğunu anlayabilir

Cevap 7 : 4 parça ( cevabı çok kolay sadece dikkat edilmesi bir nokta(!) varCisim köşegeninin (bu üçgenin hipotenüsü) en uzun kenarına paralel şekilde kesilir

Cevap 8 : 60 Adet A, AL, BA, BAT, BE, BEŞ, BİR, CAK, CU, ÇAR, Dİ, DO, DÖRT, E, EL, EY, ĞUS, HA, İ, KA, KIRK, Kİ, KİM, KİZ, KUZ, LI, LIK, Lİ, LÜL, MA, MAR, MART, Mİ, MUZ, Nİ, O, ON, PA, PER, RA, RAN, SA, SAN, SE, SIM, Sİ, ŞAM, ŞEM, ŞU, TE, TEM, TI, TOS, TUZ, ÜÇ, YE, YIS, YİR, ZAR, Zİ,

Cevap 9 : Ziyafet zamanı, 420 gün sonra, 23 Aralık 2001, yâni bugündür (1, 2, 3, 4, 5, 6, 7'nin EKOK' u 420'dir)

Cevap 10 : Cami ile istasyon arasındaki yol, bütün yolun; 1/3-1/4=1/12'sidir Veli, yolun 12'de birini 5 dakikada aldığına göre, yolun tamamını 5 x 12=60 dakikada, yâni 1 saatte alır Bu duruma göre, evden saat 715 de çıkıp okula saat 815 de varıyor

Ehl-i Beyt sevgisi nasıl ifade edilmelidir?

Hazreti Hüseyin Efendimiz kendi ahfadı ile Kerbela'da şehid edilmiştir. O günü vesile sayarak bir araya geliriz.Oruç tutarız, iftar yaparız, aşure ikram eder, insanların gönüllerini alırız. Alevi-Sünni insanları bir araya getirerek bir masanın etrafında bir halka teşkil etmelerini sağlarız. Bütün bunların yanında o toplanmalarda, o zatın faziletlerini, civanmertliğini, enginliğini, derinliğini, bir yönü ile Ehl-i Beyt'in ikinci derecede babası olmasını, ondan sonra gelen imamlar silsilesini, onların Allah'a yakınlığını, Efendimiz'in teveccühünü anlatırız. Yoksa bir vefatı müteakiben oturup ağıt kesmenin, dövünmenin bir sevabı yoktur. Bunlar aynı zamanda kadere taş atmak demektir. Takdir-i ilahiden şikâyet etme demektir. O zatlar kaderlerine razı olarak ruhlarının ufkuna yürümüşlerdir. Esas olan, oturup orada onların faziletlerini müzakere etme, onlarla bütünleşme yolları aramadır. Güzel şeyler konuşma, onları kendi içimizde duyma, onlar gibi olmaya çalışma, onların o imrendirici hallerini canlandırarak insanlarda bir imrenme hissi uyarmak çok önemlidir.

Ehl-i beyti anma yerine kalkıp başkalarına sövmek, bu sövmeyi yaygınlaştırmak, bir kesimi, bir zümreyi karalamak sevap kazandırmaz insana. Hazreti Hamza'nın, Hazreti Hasan'ın, Hazreti Ali'nin veya Hazreti Hüseyin'in bizim duamıza, istiğfarımıza ihtiyaçları yoktur. Onlar şehitliğin de üstünde bir mertebe kazanmış, zü'l-cenaheyn olarak semanın enginliklerine açılmış yüce ruhlardır. Bizim onlar için arkadan yaptığımız şeylere, ağlayıp dövünmelere onlar baktıkları zaman ihtimal gülüyorlardır. Bizim ne duamıza ne Yasin'imize ne Fatiha'mıza ihtiyacı yoktur onların. Ama her şeye rağmen civanmertliğin ve vefanın gereği, "Allah'ım onların şefaat alanlarını genişlet; alakalarımızı devam ettirdiğimizi onlara duyur." diye dua etmek lazımdır. Bu vesileyle onlar da ümit ederiz ki öbür tarafta elimizden tutar "Bu vefalılar bizi dünyada hep yâd ediyorlardı" derler; geçilmesi çok zor olan köprülerden geçmemize vesile olurlar.

SÖVMENİN SEVABI YOKTUR

Evet, Seyyidina Hz. Ali için, Seyyidina Hz. Hasan için, Seyyidina Hz. Hüseyin için ille de bir şey denecekse ben bunu derim. Onlar için Mevlit okurum. Derim ki: "Allah'ın benim mevlidime onların ihtiyacı yoktu, onların benim hatmime de ihtiyacı yoktu. Fakat münasebetimi ifade etmek istiyorum ben. Onların bana teveccühüne çağrıda bulunuyorum. Bir duada bulunuyorum. Kapı kulunuz, halaikiniz, kıtmîriniz sizi hiç unutmadı. O ciğersûz hadiseleri hep yâd ettikçe 'Allah derecenizi yükseltsin. Allah sizi firdevs ile sevindirsin' diyor. Onun bu deyişleri sizin kemalât-ı insaniyenize hiçbir katkıda bulunmaz. Fakat o size kendisini tanıttırmak istiyor. Şefaat daireniz içine lütfen onu da alın, kabul edin" duygusuyla, onlar için yapacağımız iyiliklerde mülahazamız tamamen bu olmalıdır.

Onlara onu yapan hangi milletin içinden çıkmışsa kalkıp ona sövmenin saymanın hiçbir sevabı yoktur. Ne diye ağzımızı, dilimizi, gözümüzü başkalarına sövmekle kirletelim. Keşke senin için önünde olsaydım orada. Bir kısım kendini bilmeyen densiz Emevîlerin sana karşı yaptığı kötülüğün, bir kısım Kûfelilerin, Perslerin vefasızlığı karşısında, orada senin önünde olsaydım. Hz. Cafer gibi kolumu kanadımı budasalardı, Mus'ab gibi "bu kol" deyip bir darbe oraya indirselerdi. Bir de öbür koluma bir darbe indirselerdi bir de kelleme bir darbe indirselerdi. Ve seni orada sıyanet etmeye muvaffak olsaydım. Aklımdan geçen şeyler bunlardır.

İtikad açısından da yanlışlara düşmemek lazımdır. İsrailoğullarının bazıları, Hz. Üzeyir hakkında -hâşâ- "Allah, içine girdi, hulul etti, tecessüm etti" demesi gibi bir hataya düşmüşlerdir. Hıristiyanlar da aynı şekilde Hz. İsa'ya ulûhiyet isnadında bulunuyorlar. Geçenlerde bir televizyonda birinin konuşmasına şahit oldum. Sözüm ona Hz. Ali'ye sevgisini ifade etme adına "Ali evvel, Ali âhir, Ali zâhir, Ali bâtın." Bu sıfatlarla muttasıf sadece Allah'tır. Meseleyi bu kalıp içinde ele aldığınız zaman kendiniz dalalete düşmeniz yanında başkasında da tepki uyarırsınız. Meseleyi bu mülahazaya bağlarsanız, Hz. Ali'nin mübarek ruhunu da, ehlibeytin ruhunu da rencide edersiniz. Hz. Ali'nin kıymet-i harbiyesini ifade etmede kusur etmemek, konumuna saygıda bulunmak lazımdır. Fakat diğer taraftan da hâşâ ve kella onu ulûhiyet tahtına oturttuğunuz, hatta Efendimiz'den de büyük gösterdiğiniz takdirde çizgiden çıkmış olursunuz.

KİNE NEFRETE BAĞLI KİMLİK OLMAZ

Bu tür meselelerde kine nefrete bağlı bir kimlik inşası yanlışlığına girmemek lazımdır. Evet, birileri çok büyük bir yanlış yaptılar. Hesaplarını da ötede vereceklerdir. Tarihi tekerrürler devri daimi içinde bu hadiselerin çok benzerleri vardır. Onlara bakarak biz de aynı hataları yapmayalım. Onlar kendi günlerini, ahiretlerini, talihlerini kararttılar biz de kendi eyyamımızı karatmayalım. İnsanız, öfkemiz, hiddetimiz, şiddetimiz, nefretimiz olabilir, fakat iradenin hakkını vererek onları bastırmalı, su yüzüne çıkmasına meydan vermemeliyiz. Sövüp sayma hiçbir zaman sevap değildir ve insan için de fazilet ifade etmez. Ne Kur'an'da ne Sünnet-i sahihada bu türlü şeylerin ibadet olduğuna dair yarım kelimelik bir şey yoktur. Seyyidina Hz. Zekeriya'yı testere ile biçen insanlara sövmenin ibadet olduğuna dair hiçbir kitapta bir şey gösterilemez. Hz. Yahya'yı şehit edenlere, ruhunun ufkuna yürümesine köprü kuranlara sövüp saymak ibadet değildir. "Allah belanızı versin. Allah sizi de kaydırsın, cehenneme yuvarlanın." demenin ibadet olduğuna dair ne dinde ne de bir yönüyle aklı başında sosyologların, tarihçilerin beyanları içerisinde bir tek kelime bir şey bulmak mümkün değildir.
Şimdi siz kalkarsanız sahabe-i kiram içinde bazılarına, bu bir ibadetmiş gibi belli günler tertip eder onlara sövüp sayarsanız hiç bir şey kazanamazsınız. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Hamza'yı canından artık severdi. Bir iki insanın arkasından ciddi ağlamıştır. Çocuğuna gözleri dolmuş, çok vefalı gördüğü Ensar'dan Osman İbn-i Maznun'a ağlamıştır. Fakat Hz. Hamza'nın şehadeti onu çok sarsmıştır. Ama hiçbir zaman ne o şehadete sebebiyet veren Hind'e ne de Seyyidina Hz. Hamza'nın bağrına mızrağını saplayan Vahşi'ye karşı içinde kin ve nefret duymamıştır.

EFENDİMİZ'İN ÜMMETİYİZ

Kendisine kötülük yapan, 13 sene içtiği suyu, yediği yemeği haram kılan ve bulunduğu yerde kendisine yaşama hak ve imkânları tanımayan insanlar bir gün onu doğrudan doğruya evinde katline ferman biçmişlerdi. Ellerinde mızraklar, kılıçlarla onun hücre-i saadetinden hane-i saadetine girdiler. Şah-ı Merdân, Haydâr-ı Kerrar Dâmad-ı Nebî, Efendimiz'in yatağına girip kendini feda etmişti. Kendisine bunca kötülük yapan, canına kast eden, yurdundan yuvasından çıkaranları Mekke'nin fethi esnasında "Gidin hepiniz serbestsiniz" buyurarak affetmişti. "Bugün size kınama yok; ayıplayamam ben sizi" demiş kalpleri yumuşatmıştı. Onlara nâ sezâ nâ becâ hiçbir şey demiyor. Hatta bunu bana yaptınız, şunu bana yaptınız, demek suretiyle pişman olmuş huzuruna gelmiş insanları mahcup etmemek için farklı bir civanmertlik sergiliyor. "Bir şey yok bunda, Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir." diyor. İnsanlığın İftihar Tablosu'nun tavrı budur.

Bu elim hadise karşısında acı duymamamız mümkün değildir. Mesela Muharrem ayında

"Bugün mâh-ı Muharremdir, muhibb-i hanedan ağlar.

Bugün eyyam-ı matemdir, bu gün âb-ı revan ağlar." beyti Avlar imamının dilinden düşmezdi. Alvar İmamı, Sadât'tan ve aynı zamanda Ehl-i Beyt'tir. Bu hep onun dergâhında okunurdu ve o hep ağlardı. Biz bunları o dergâhlarda duyarak neşet ettik. Oralarda ciddi hüzün duyulurdu. Fakat mukabeleyi bil'misil kiniyle, nefretiyle, mukabelede bulunulmazdı.

MİLLETİMİZ İNANDIĞI ŞEYE YÜREKTEN BAĞLIDIR

Seyyidina Hz. Hüseyin, evc-i kemalâtta bir insandır. Bizim hiçbir zaman yükselemeyeceğimiz ufuklarda pervaz ediyordur. Fakat şahadet ona ayrı bir derinlik kazandırmıştır. O'nun katili kendi hayatını mahvetmiştir. Şimdi o katile sövüp saymak mı, haline acımak mı gerek? Şimir'i, Lü'lü'ü, İbni Mülcem'i öbür âlemde cayır cayır cehennemde yanarken, rahmetten ebedi mahrumiyeti yaşarken göreceksiniz. Böyle olunca bence bu kini, öfkeyi tevarüs ederek günümüze bir kere daha bu işin filmini yaşamanın gereği yoktur. Bu sadece nefretleri, kinleri köpürtür. Ve bizi birer nefret, kin, gayz insanı haline getirir.

Anadolu insanı neye inanmışsa onda samimidir. Milletimizin Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Fatıma ve ehl-i beyt sevgisi Perslerden çok daha kuvvetli ve samimidir. Bu milletin genlerinde, karakterinde böyle bir samimiyet vardır. Biz her sabah ve akşam dualarımızda Hz. Ali'lerin, Hz. Hasan'ların, Hz. Hüseyin'lerin şefaatini talep ediyoruz: "Allâhümme edhılne'l-cennete meal ebrâr, bi şefâati nebiyyike'l-muhtar ve âlihi'l-ethâr ve ashâbihil ahyâr.. "O'nun tertemiz âl-i beyti hürmetine, bizi cennetine koy Allah'ım" diyoruz. Bizim akidemiz budur. Biz günde kaç defa onları yâd ediyoruz ancak, "Ali evvel bûd, Ali zâhir bûd, Ali bâtın bûd.." diyenler bir defa söylemiyordur bunları. Yalanı bırakalım. Pers telakkilerine arkamızı dönelim. İstikamet içinde olalım, itidal içinde meseleyi götürmeye çalışalım. Allah bizi yanlış şeylerden siyanet buyursun. Âmin.

1- Bizim akidemizde bir vefatı müteakiben oturup ağıt kesmenin, dövünmenin bir sevabı yoktur. Bunlar aynı zamanda kadere taş atmak ve takdir-i ilahiden şikâyet etmek demektir.

2- Sövüp sayma hiçbir zaman sevap değildir ve insan için de fazilet ifade etmez. Ne Kur'an'da ne sünnet-i sahihada bu türlü şeylerin ibadet olduğuna dair yarım kelimelik bir şey yoktur.

3- Kendisine onca kötülük yapan, canına kast eden, yurdundan yuvasından çıkaranlara bile Mekke'nin fethi esnasında "Gidin hepiniz serbestsiniz" buyurarak civanmertlik gösteren Nebîler Sultanı'nın ümmetiyiz.

4- Biz her sabah ve akşam dualarımızda Hz. Ali'lerin, Hz. Hasan'ların, Hz. Hüseyin'lerin şefaatini talep ediyoruz. "O'nun tertemiz âl-i beyti hürmetine, bizi cennetine koy Allah'ım" diyoruz. Bizim akidemiz budur.

Bebekteki sıçramayı 'reflekstir' deyip hafife almayın

Epilepsi, en fazla 0-1 yaş arasındaki bebeklik döneminde ortaya çıkıyor. Tüm vücutta kasılma, çenenin kilitlenmesi ve ağızdan köpük gelmesi gibi belirtilerle seyreden büyük nöbetlerle gerçekleşebileceği gibi; tanınması zor ve kısa süren küçük nöbetlerle de ortaya çıkabiliyor.Acıbadem Hastanesi'nden Nöroloji Uzmanı Dr. Uğur Işık, bebeklerde ani sıçrama ve kapanma, gözlerin sabit bir yere bakması, dalma, gece uykudan sık uyanma, ani baş düşmeleri ve sıçramaların epilepsiye işaret ettiğini söylüyor. Dr. Uğur Işık, nöbet sırasında çocuğun başının altına bir yastık konulmasını, sallanmamasını ve ağzına bir şey konulmaması gerektiğini söylüyor. Işık, epilepsiye kromozom anomalileri, beyin oluşumundaki yapısal bozukluklar, beynin oksijensiz kalması veya beyin kanamaları, tümörler, kafa travması, menenjit gibi beyin enfeksiyonlarının sebep olduğunu aktarıyor. AİLE-SAĞLIK

Büyük kardeşe yaşının üstünde sorumluluk vermeyin

Büyük kardeşler, küçük kardeşlerini hayata hazırlar. Büyük çocuklar aynı zamanda anne-babanın en yakın yardımcısıdır. Ama bazı aileler, dengeyi kaçırarak abla ve abilere fazlaca görev veriyor. Onun da bir çocuk olduğunu unutup küçük kardeşin yaramazlıklarının hesabını sorup küçüğüyle kıyaslıyor. Abla ve abiye yaşına uygun olmayan sorumluluklar verilmesi, çocuklarda birçok sıkıntılara yol açıyor.Çocukların gelişiminde en etkili kişilerden biri de büyük kardeşleridir. Büyük kardeşler, birçok ailede anne-babanın en büyük yardımcılarıdır. Bu destekte kardeşler arasındaki yaş, cinsiyet ve doğum sırası kadar çocuğun kişilik özellikleri de etkilidir. Anne-baba ne kadar sağlıklı ve bilinçliyse yaşça büyük olan çocukla paylaşımını o kadar sağlıklı bir şekilde sürdürür. Bu paylaşım daha küçük kardeşin doğumundan önce büyük kardeşin doğuma hazırlanması, bebeğin bazı ihtiyaçlarının birlikte alınmasıyla başlar. Büyük kardeşe bebeği giydirirken kıyafetlerini, temizlik malzemelerini getirmesi, mamasını yedirmesi, birlikte oyun oynaması gibi yaşı ve kişiliğine uygun sorumluluklar verilmesi hem kardeş ilişkilerinin sağlıklı olmasında etkilidir hem de büyük kardeşin sevgi, şefkat, paylaşım, yardımseverlik, empati gibi duygularının gelişimini olumlu şekilde etkiler. Daha sonra büyük kardeşin küçük kardeşin ödevine yardım etmesi, odasını birlikte toplaması, okula birlikte gidip gelmesi ile büyük kardeş kadar küçük kardeş de sağlıklı şekilde gelişmektedir. Kardeş ilişkileri, sosyalleşmenin en önemli süreçleridir ve çocuğu arkadaş ilişkilerine de en güzel şekilde hazırlar. Bununla beraber büyük çocuğun, sevgi, ilgi, bağlılık, bireysellik gibi doğal ihtiyaçları karşılanmadan yaşına uygun olmayan sorumluluklar verilmesi, büyük kardeşte aşırı strese bağlı kaygı bozuklukları görülmesine yol açmaktadır. Kaygı bozukluğunun ise birçok belirtisi vardır: Aşırı sinirlilik, uyku bozuklukları, yeme bozuklukları, içe çekilme, duyarsızlık, bedensel yakınmalar (kalp çarpıntısı, ağız kuruluğu, karın ağrısı vb.), aşırı hareketlilik, dikkat ve öğrenme bozuklukları bunlardan birkaçıdır.

Sağlıklı ailelerde kardeşler arası ilişkiler de sağlıklıdır. Aileye sevgi, değer verme, anlayış ve yardımlaşmaya bağlı huzurlu, sakin bir hava hakimdir. Kardeşler, anne-babanın olmadığı zamanlarda da birbiriyle iyi geçinir. Zaman zaman kardeşler arasında küçük anlaşmazlıkların, itişip kalkışmaların, birbirine takılmaların olması aile hayatının doğal bir parçasıdır. Kardeşler, dürtülerini kontrol etmeyi, birbirini idare etmeyi bu karşılıklı ilişkiler içinde öğrenir. Anne-babanın kendi iletişimleri ne kadar sağlıklıysa genelde çocuklar da kendi aralarında o kadar iyi geçinir.

BÜYÜK KARDEŞ DE HATA YAPAR

Çocukların gelişmekte oldukları ve hata yapabilecekleri unutulmamalı, sorumluluk verirken bu özellikleri göz önüne alınarak tedbirli davranılmalıdır. Çocuk bir hata yaptığında suçlanmamalı, güzel, rahatlatıcı bir üslup kullanılmalıdır.

Çocuktan bir şey yapması istenirken yaşı kadar bireysel özellikleri, kişiliği, zihinsel kapasitesi, ilgi ve yetenekleri de göz önüne alınmalıdır. Zayıf tarafları geliştirmeye çalışırken bu alanlarda daha fazla dikkatli olunmalı, hayati risklerden kaçınılmalıdır.

Kazalara, yaralanmaya yol açabilecek hatalar çocukta suçluluk duygusuna yol açmaktadır. Küçük kardeşini taşırken düşüren bir çocuk, kazanın sonuçları ne kadar ağırsa bundan kaynaklanan suçluluk duygusuyla baş etmekte de o kadar çok zorlanacaktır.

Çocuklar birbiriyle kıyaslanmamalı, kıskançlık duygularını harekete geçirmekten kaçınılmalıdır. Kıskançlık duygusu, sorumluluk bilincini olumsuz şekilde etkiler ve çocuğun daha fazla hata yapmasına yol açar.

Küçük kardeşin yaptığı hatadan dolayı büyük kardeşe de ceza vermek bilhassa çok çocuklu ailelerde yapılan bir hatadır. Büyük çocukların kardeşlerine karşı güzel davranışları, güzel sözler ve davranışlarla ödüllendirilerek pekiştirilmelidir.

Uyurken elektromanyetik alana maruz kalmayın

Birçok elektronik cihaz, yaydığı elektromanyetik dalgalar sebebiyle insan sağlığını tehdit ediyor.Saç kurutma makinesi, elektrikli battaniye, su ısıtıcısı, ütü, mikrodalga fırın, müzik seti, televizyon gibi birçok cihaz, Dünya Sağlık Örgütü'nün desteklediği İyonlaştırmayan Işınımdan Korunma Kurumu (ICNIRP) tarafından belirlenen değerlerin üzerinde manyetik alan oluşturuyor. Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı öğretim görevlisi Arzu Fırlarer, Dünya Sağlık Örgütü'nün desteklediği Avrupa Komisyonu tarafından da benimsenen İyonlaştırmayan Işınımdan Korunma Kurumu tarafından belirlenen elektronik alan değerinin 41 V/m olduğunu, ama birçok elektronik eşyanın bu değerin üzerinde elektronik dalgalar yaydığını bildirdi. Fırlarer, çalışır durumdaki elektrikli battaniyenin 250 V/m, su ısıtıcısının 130 V/m, müzik setinin 90 V/m, ütünün 60 V/m'lik alan oluşturduğunu aktardı. Elektronik aletler çalışırken uzakta durmanın insan vücudunda oluşturduğu etkiyi azalttığına vurgu yapan Fırlarer, uyurken hiçbir elektronik dalgaya maruz kalmamak gerektiğine dikkat çekti.

Uyurken elektromanyetik alana maruz kalmayın

Birçok elektronik cihaz, yaydığı elektromanyetik dalgalar sebebiyle insan sağlığını tehdit ediyor.Saç kurutma makinesi, elektrikli battaniye, su ısıtıcısı, ütü, mikrodalga fırın, müzik seti, televizyon gibi birçok cihaz, Dünya Sağlık Örgütü'nün desteklediği İyonlaştırmayan Işınımdan Korunma Kurumu (ICNIRP) tarafından belirlenen değerlerin üzerinde manyetik alan oluşturuyor. Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı öğretim görevlisi Arzu Fırlarer, Dünya Sağlık Örgütü'nün desteklediği Avrupa Komisyonu tarafından da benimsenen İyonlaştırmayan Işınımdan Korunma Kurumu tarafından belirlenen elektronik alan değerinin 41 V/m olduğunu, ama birçok elektronik eşyanın bu değerin üzerinde elektronik dalgalar yaydığını bildirdi. Fırlarer, çalışır durumdaki elektrikli battaniyenin 250 V/m, su ısıtıcısının 130 V/m, müzik setinin 90 V/m, ütünün 60 V/m'lik alan oluşturduğunu aktardı. Elektronik aletler çalışırken uzakta durmanın insan vücudunda oluşturduğu etkiyi azalttığına vurgu yapan Fırlarer, uyurken hiçbir elektronik dalgaya maruz kalmamak gerektiğine dikkat çekti.

Kanserin en büyük dostu sigara, içki ve aşırı kilo

İngiltere'de yapılan bir araştırma, ülkedeki kanser vakalarının yüzde 40'ının sigara, içki, yanlış beslenme ve aşırı kilodan kaynaklandığını ortaya koydu.İngiliz Kanser Araştırma Merkezi'nin yayınladığı araştırma sonuçlarına göre, kansere sebebiyet veren alışkanlıkların başında sigara geliyor. Ülkedeki erkeklerin yüzde 23'ü, kadınların ise yüzde 15,6'sı sigara sebebiyle kansere yakalanıyor.

İngiliz Kanser Dergisi'nde de yayımlanan araştırma makalesinde, kanser riskini düşürmek için öncelikle sigara ve içkinin bırakılması, yeme alışkanlıklarına dikkat edilmesi ve bolca taze meyve-sebze yenilmesi öneriliyor. Araştırmayı yürüten Prof. Max Parkin, "Meyve-sebze tüketiminin kanseri önlemede bu denli büyük bir öneme sahip olacağını sanmıyorduk." diye konuştu.

'Ben de geç konuşmuşum' demeyin çocuğun 18. ayına dikkat edin

Bebeklerin gelişimleri yakından takip edilmeli. Anne-baba bebeklerin hangi ayda hangi özellikleri gösterdiğini iyi bilmeli. Klinik psikolog Nazan Ülkü, bebeklerin özellikle 18. ayının önemli olduğunu söylüyor. Nazan Ülkü, 18 aylık olduğu halde birkaç kelime de olsa konuşamayan, göz teması kuramayan, seslenildiği zaman bakmayan ve ilgisi çekilemeyen bebeklerde otizmden şüphelenmek gerektiğini ifade ediyor.Türkiye'de her 150 kişiden biri otistik. Otizm Platformu'nun verilerine göre 0-14 yaş grubunda 125 bin civarında otizmli çocuk bulunuyor. Gelişimsel yetersizlik ve nörolojik bir bozukluk olan otizmin, ilk iki yıl içinde belirtileri başlıyor. Çocuğunuz diğer çocuklara göre daha az gülüyor, seslenmenize rağmen tepkisiz kalıyor, göz teması kurmuyor ve dil gelişiminde problemler yaşıyorsa otizmin ipuçlarını veriyor demektir. Gelişimsel gecikmeleri "Ben de geç konuşmuşum" veya "Babası da küçükken böyleymiş" gibi bahanelerle geçiştirmeyin.

Acıbadem Hastanesi'nden klinik psikolog Nazan Ülkü, çocuğun gelişimlerinin yaşına uygun olup olmadığının takip edilmesi konusunda ebeveynleri uyarıyor. Otizm, genetik ve çevresel etkilerin bir araya gelmesi ile ortaya çıkıyor. Otizmin nedenleri ile ilgili çalışmalar halen devam ediyor. 80 genin otizme sebep olduğunun tahmin edildiğini ifade eden Nazan Ülkü, hamilelik sürecinde otizm tanısını koymanın mümkün olmadığını vurguluyor. Ülkü, otizm tanısındaki en önemli dönemin bebeğin 18. ayı olduğunu belirtiyor. Bebeklerin doğdukları günden itibaren kendilerine bakım veren kişilerle göz teması kurduğunu söyleyen Ülkü, "12. ayda başbaş yapabiliyor, dikkatlerini çeken cisimlere ilgi gösterebiliyor; seslenildiği zaman isimlerine tepki verebiliyorlar. 16. ayda ise birkaç kelime düzeyinde de olsa konuşabiliyorlar. Eğer 18 aylık bir bebek bu tepkileri göstermiyorsa mutlaka otizm açısından değerlendirilmesi gerekiyor. Aynı şekilde 24 aylık bir bebek de yaklaşık 10 kelime söyleyip 50'ye yakın kelimeyi anlayabiliyor. Şayet bebeğin dil gelişiminde de gecikmeler varsa otizm açısından değerlendirilmesi şart." şeklinde konuşuyor. Nazan Ülkü, göz teması kurma, ismiyle seslenildiğinde bakma, parmakla gösterme gibi becerilerin zayıf olduğu her durumda otizmden şüphelenmek gerektiğini belirtiyor.

Araştırmalara göre otizm, erkek çocuklarda kızlara oranla 3-4 kat daha sık görülüyor. Ülkü'ye göre bunun sebebi, araştırmalarda kesinlik kazanmasa da x kromozomundaki bir mutasyonla bağlantılı.

ANNE-BABANIN İŞBİRLİĞİ GEREKİYOR Çocuğunuzda otizm olabileceğinden kuşkulanıyorsanız, en kısa zamanda çocuk ruh hastalıkları uzmanı ya da çocuk nöroloğuna başvurun. Uzmanlar, otizmin derecesi, zekâ düzeyi, uyum ve iletişim becerileri, davranış gelişimini değerlendirmek için çeşitli testler uyguluyor. Otizmin kesin bir tedavisi yok. Hastalık, hayat boyu süren kalıcı bir rahatsızlık. Ancak erken müdahale ile belirtilerin sıklığında ve şiddetinde değişiklikler görülebiliyor. Otizm ile birlikte görülebilen dikkat eksikliği, aşırı hareketlilik, takıntılı davranışlar gibi problemler için farklı tıbbi tedaviler uygulanıyor. Bilinen hiçbir ilaç otizmin ana belirtileri olan sosyal ve iletişimsel bozuklukları gidermiyor. Otizm tedavisinde hedef, ebeveyn-çocuk ilişkisinin düzenlenmesi, empatinin geliştirilmesi. Bu da özel eğitim ve psikoterapiden geçiyor. Anne-babanın otizmle ilgili bilgi edinmesi ve tedavi sürecinde çocuğuyla birlikte aktif olarak rol oynaması tedavide başarıyı artırıyor.

Sevilmekten hoşlanmaz, çevreleriyle ilgilenmezler

Diğer çocuklara nazaran daha az gülerler. Sevilmekten hoşlanmaz ve tepki gösterirler.

Anne-babanın seslenmesine karşın cevap vermez, tepkisiz kalırlar. Çoğu aile, çocuklarının sağır olduğunu dahi düşürür. Çevredeki insanların görünümleri, hareket ve davranışları dikkatlerini çekmez. Çevrelerinde kimse yokmuş gibi davranırlar.

Otistik çocuklar, daha çok konuşma gecikmesi ile doktora getirilir. Bedensel gelişimi yaşına uygun olan otistik çocukların konuşması yaşıtlarına göre oldukça geridir. Çocuklar uyumadıkları zaman yatakta kalmak istemez ve annelerinden ilgi bekler. Otistik çocuklar ise uyumadıkları halde saatlerce yataklarında kalabilir.