14 Haziran 2013 Cuma

NE GÜZEL GÜNLERDİ...

 Telavizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel haldeydik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç! Dışarıda kar... Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki. Kuzinenin üzerinde demir maşa... Masanın üzerinde de ekmek dilimleri. Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu... Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli. Ekmek her zaman ekmek gibi... Bir defa olsun kümesten yumurta almamış, bir defa olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...
  Dışarıda kar...İçeride kanaat...İçeride huzur...
Televizyon yoktu. Gazetede her zaman olmazdı. Öyle güzel haldeydik ki, keyfimiz boulmazdı hiç...
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna ram olurduk. Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.
 Sonra illa ki, büyüklerin anlsttığı hikayeler, hatıralar... Birçoğu arızal ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası...
Lezzet bir tarafa, kokuyada hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi? Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, lezzetliydi, sağlıklıydı ve mis gibi kokardı. Çay da kokardı... Domates de... Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkanın zenginliği yetiyordu. Dışarıda kar... İçeride huzur...
 Zam endişesi doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi... Kimin umrunda... Ne güzel günlerdi...
Mutluluğun resmini çiziyorduk...Hey gidi günler diyen kaç kişiyiz?..
                               
                                                                                                     Mahmut TOPUZ

EVDE KUŞ BAKIMI

Kuş bakımı belirli kurallara uyulduğu zaman çok kolay, uyulmadığı zaman ise üzücü sonuçlarla karşılaşılabileceği için zordur. Eve giden bir hayvanın, yüzlerce arkadaşının yanından ayrıldığı düşünüldüğünde bir kaç gün gariplik çekmesi, çok sessiz ve sakin olması doğaldır. Hatta bir iki gün, hiç yem yemeyebilir. Gizli gizli su içeceğinden, dışkısı çok sıvı olabilir. Fakat bu durumda bile mutlaka kuşunuzu iyi bir şekilde inceledikten sonra aldığınız yere hayvanın durumunu mutlaka danışın. Çünkü, aldığınız hayvan, hele yavruysa en ufak bir olumsuzluk savunmasız olan yavrunun çok kısa bir zamanda güçsüz düşmesine, hatta 24 saat içerisinde ölmesine neden olabilir. Erken teşhis her zaman büyük bir umuttur.


Canlı hayvan demek, her zaman sorumluluktur. Bizler, sizlere canlı ve sağlıklı olarak teslim ederiz. Kapıdan çıktıktan sonra sorumluluk sizlere aittir. Zira evinize gelip bakmamız mümkün olmadığından, bir canlının sorumluluğunu alamayacak hiç kimse, hayvan bakmamalıdır. Hiçbir canlının canını, bizler vermediğimiz gibi sorumsuzluğumuz sonucunda onların yaşamlarını yitirmelerine sebep olmaya hiçbirimizin hakkı yoktur.

İnsanlar gibi onlar da hastalanabilir. Gerekli zamanlarda, gerekli müdahaleler yapılırsa onlar da iyileşir. Bir takım mazeretlerle geç kalındığında, tedavi için de geç kalınmış olabilir. Burada bir can sözkonusu olduğundan, kimin sorumluluğu altında ise bu sorumluluk da ona aittir.

Mutlaka uyulması gereken kurallar şunlardır:

Ömür boyu hiçbir şekilde cereyanda kalmamalı çünkü, cereyanda kalan kuş çok kötü hastalanabilir, ya hasta bir kuş olarak ömrünü sürdürür ya da ölür.

Bir ay boyunca kafesten çıkarılıp evde uçurulmamalıdır. Çünkü; evi bilmeyen, tanımayan hayvan bilinçsizce uçarak sağa sola çarpabilir. Bu da bir iç kanamaya neden olursa, sonuç ölüm olabilir. Bir ay sonra yavaş yavaş uçurmaya başlayabilirsiniz.

Bir ay boyunca yeşillik asla verilmeyecek, çünkü bünyesi oturmamış ve iklim değiştirmiş bir kuşun sindirim sistemi bozulur ve ishalden bir iki gün içinde ölebilir. Bir ay sonra ise, ya özel yeşillik yemi veya haftada bir defa olmak şartı ile çok az yeşillik veya meyva verebilirsiniz. Maydanoz asla verilmeyecek ve evde uçurulduğu zaman çiçekleri yememesine özen gösterilecektir.

Bir ay boyunca hayvanın bünyesini toparlaması için kesinlikle banyo yaptırılmayacak, bir ay sonra haftada bir, öğle saatlerinde özel banyoluklarla banyo yaptırılacaktır. Akşam saatlerinde banyo yaptırılmayacak, çünkü gece oda ısısı düşerse kuşunuz hastalanabilir.

Yemesi Gereken Şeyler

Karışık, sterilize, tozsuz yemler tercih edilmeli çünkü tozlu yemler hayvanlarımızda çeşitli hastalıklara neden olmaktadır.

Kuş kumu mutlaka verilmesi gerekir. Çünkü bizlerdeki gibi midesi olmayan kuşlar, yediklerini kumlar sayesinde öğütür, kum olmadığı zaman sindirim bozukluğuna neden olur.

Gaga taşı mutlaka verilmelidir. Çünkü, doğada gagalarını sürterek, törpüleyen kuşlar gaga uzamalarını böylelikle engellerler. Kafeste ise gaga taşı bu görevi görür. Ayrıca kuşun kalsiyum ihtiyacını da karşılayarak kemiklerinin gelişmesini sağlar.

Vitamin ise doğadan ayırdığımız kafes içindeki kuşların sağlığını korumak için, mutlaka verilmesi gerekmektedir.

Krakerler ise hayvanın kafeste canlı, neşeli ve dinamik olmasını sağlayan ve zaman zaman mutlaka verilmesi gereken ek besinlerdir.

Kuşlarımızın sağlıklı ve neşeli olmasını istiyorsak diğer ek besinlerden de almak, azar azar da olsa arada sırada vermek şarttır. Çünkü tek yönlü beslenme, hayvan sağlığı açısından son derece sakıncalıdır.

Konuşturmayı Düşünüyorsanız

Bütün papağan türü hayvanları konuşturabilirsiniz, her türde farklı yetenekler olmasına ve aynı cinslerde farklı karakterler olmasına rağmen genel olarak her papağan türü az da olsa konuşturulabilir.

Hayvanın konuşması için yavru olması veya konuşabilecek yaşta olması şarttır. Çok küçük yaştaki Gri Papağanların (ki en iyi konuşan türdür) ölüm oranı çok yüksek olduğundan 1 ile 3 yaş arası tercih edilmelidir.

Konuşturulacak yavrunun önce size güvenmesi şarttır. Bu nedenle ona zarar verici, ürkütücü davranışlardan kaçınılmalıdır.


Sürekli olarak 2 heceli kolay kelimeler (CAN - CANIM - CANAN - CİCİ KUŞ) vb. kelimeler tekrarlanmalıdır. Bu yöntemi, istediğimiz sözcükleri kasetlere kayıt yaptıktan sonra dinleterek uygulayabilirsiniz.

İlk zamanlar akşamları kafes içindeki yemlikleri çıkartın, çok obur olan papağan türlerine sabah elinizden yem yedirmeye çalışın ama ürkütmeden. Öğleden sonra elinizden yem yemese de mutlaka yemliklerini yerine koyun, bir müddet sonra size güvenecek ve elinize gelecektir.

Ayrıca hayvanın zihnini açan, kızıştırarak dilini çözen özel konuşturma ilaçları veya yemlerini kullanırsanız çok önemli gelişmeler sağlayabilirsiniz. Zira konuşturucu ilaçların yabana atılmayacak kadar faydaları görülmüştür.



1 Haziran 2013 Cumartesi

İSTİĞFAR

27 Mayıs 2013. | KIRIK TESTI
Soru: Günahların bulaşıcı bir hastalık gibi dört bir yanı sardığı günümüzde istiğfarın inanan gönüllere vaad ettikleri nelerdir? İstiğfar için özellikle tercih edilmesi gereken belirli vakitler var mıdır?
Cevap: Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyanlarına göre her doğan çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar. (Bkz.: Buhâri, cenâiz 80, 93) Esasen insanın yükümlü kılındığı mükellefiyetlerdeki temel espri de doğuştan insana verilen bu aslî fıtratı korumaktır. Yani insan, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği fıtrat-ı asliyeyi vefat edinceye kadar korumakla mükelleftir. Zaten münciyât (insanı sahil-i selâmete ulaştıracak ameller) kategorisinde ele alınabilecek bütün emirler fıtrat-ı asliyeyi korumaya matuf olduğu gibi, mühlikât (helâk eden, felâkete sürükleyen hususlar) olarak isimlendirilen bütün haramlar da fıtrat-ı asliyeyi bozmaya sebeptir. O hâlde insan bir taraftan helâk edici günahlara karşı sağlam seralar oluştururken diğer taraftan da sürekli, sâlih amellerin peşinden koşmalı; fıtrat-ı asliyesini, kirletmeden ve deformasyona maruz bırakmadan, muhafaza etmenin yollarını aramalıdır.
İşlenen her bir günah insan tabiatı açısından bir deformasyondur. Böyle bir deformasyon yaşayan insanın yeniden formuna girebilmesi yani tabiat-ı asliyesine dönebilmesi ise ancak istiğfarla mümkündür. Diğer bir ifadeyle, günahlar insan mahiyetinde olumsuz bir kısım değişiklikler meydana getirir. Öyle ki, günah ile kirlenen bir kalb zamanla kendi fonksiyonunu dahi eda edemez hâle gelebilir. Ayrıca her bir günah, insanı Allah’tan uzaklaştırır ve onu küfre yaklaştırır. İşte insanı küfre yaklaştıracak günahlardan kurtulma ve kalbde oluşan lekeleri silme ancak istiğfarla mümkün olur. (Bkz.: Tirmizî, tefsiru sûre (83) 1)
Koruyucu Hekimlik
Esasında insan daha baştan günahın en küçüğüne bile adım atmama mevzuunda kararlı bir duruş sergilemelidir. Bu istikamette o, günaha düşmeyeceği temiz ve nezih ortam oluşturma gayreti içinde olmalı ve kendisini günaha sürükleyebilecek zeminlerden yılandan çıyandan kaçar gibi kaçmalıdır. Bu ise ancak her günahta Cehennem’e yuvarlanıyor olma hissini vicdanında derinden derine duyan mü’min bir gönle müyesser olacaktır. Zaten günaha karşı kalbde bir tiksinti hâsıl olmuyorsa, o kalbin ölmüş olduğuna hükmedilebilir. Evet, hata ve mâsiyetlere karşı tepki vermeyen, günahtan rahatsızlık duymayan, yaptığı yanlışlıklardan dolayı uykuları kaçmayan bir gönül, ölmüş bir bünye gibidir. Bütün bu sebeplerden dolayı, inanan bir gönül, günaha karşı mutlaka bir tepki gösterir. Gösterilmesi gerekentepkilerin en başta geleni ise istiğfardır.
Mü’min “estağfirullah” derken, esasında muzari kipinin genişlik ve enginliği içinde “Allah’ım, ben Sen’den yarlığanma talep ediyorum/ederim/edeceğim!” demektedir. Evet, burada geçmiş zaman kipinin yerine şimdiki zaman, geniş zaman ve gelecek zaman ifade eden muzari kipinin kullanılması mânidardır. Zira bununla insan geçmişte işlediği bir günahın affedilmesi talebini bütün bir geleceğe yaymış olmaktadır. Aslında Cenâb-ı Hak, kulun bir kere yaptığı tevbe ve istiğfarı da kabul ederek onun günahlarını bağışlayabilir. Fakat insana düşen vazife, elinin, ayağının, gözünün veya kulağının kayması karşısında bir kere mağfiret talebini yeterli bulmayıp "Allah'ım, Sen'den yarlığanma diliyorum; ömrüm vefa ettiği sürece de bu talebime devam edeceğim. Bir kere af dilemeyi yeterli bulmuyorum; şu anda beni bağışlamanı istediğim gibi, bu hatamdan dolayı bir ömür boyu pişmanlık duyacak ve affedilip bağışlanma dileneceğim. Yarlığa beni Rabbim!.." diyerek, işlediği tek bir günahın dahi bir ömür boyu nedametini içinde duymasıdır. Evet, mü’min işlediği günah karşısında, kendisine sevap yolu gösterildiği hâlde günah yoluna girmesinin ne kadar ayıp olduğunu düşünmeli, Cennet gibi bir nimet vaadi karşısında günahlara dalarak onu görmezlikten gelmenin bir küstahlık olduğunu bilmeli, içten içe hep o günahın hacaletini duymalı ve böylece sürekli istiğfara yönelmelidir. Öyle ki, bazen tek bir günah için bile on bin defa istiğfar çekmelidir. Hatta kimi zaman bunu bile yeterli görmemeli, “Elfü elfi estağfirullah!” demeli ve bir milyon istiğfarı içinde birden duymaya çalışmalıdır.
Şer Eğilimlerinin Kökünü Kesen İksir
İstiğfar, tahrip edilen mahiyeti yeniden restore ettiği gibi, aynı zamanda şerre karşı eğilim gücünün de kökünü keser. Zira sürekli istiğfar eden ve sürekli arınan bir insan, yeni bir günaha davetiye çıkaracak günah zeminini de ortadan kaldırıyor demektir. Yani böyle bir kimsenin kalbinde başka mikroplara çağrıda bulunacak bir virüs yoktur. Ayrıca bilemediğimiz şekilde Cenâb-ı Hak sürekli istiğfarda bulunan bir insanın, kötülüklere karşı eğilim hissini köreltebilir.
Diğer yandan Allah Teâlâ Furkan Sûre-i Celilesi’nde,
فَأُولَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ
“Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara çevirir.” (Furkân Sûresi, 25/70) buyurmak suretiyle iman, salih amel, istiğfar ve tevbeyle kendisine yönelenlerin kötülüklerini iyiliklere çevireceği müjdesini vermiştir. Evet, Cenâb-ı Hak, işlenen günahlarla kirlenen sayfa ve satırları Kendisine teveccüh edilmesi vesilesiyle silebilir; boş kalan o sayfa ve satırları da, boş kalmasın diye, engin rahmetiyle güzelliklerle doldurabilir. Bu da Allah’ın rahmetinin gazabının önünde olmasının ayrı bir tecellisidir. (Bkz.: Buhâri, tevhid 22)
Üstad Hazretleri bu âyet-i kerimeyi, daha farklı bir yaklaşımla, tevbe ve istiğfar neticesinde insanın şer kabiliyetlerinin hayır kabiliyetine değiştirileceği şeklinde yorumlar. Buna göre kul, günahtan sonra sadakat izhar ederek tevbeyle yeniden Allah’a teveccüh ettiğinde Cenâb-ı Hak da, “Mademki sen Bana döndün. Öyleyse Ben de sendeki şer kabiliyetlerini hayır kabiliyetine çeviriyorum.” şeklinde mukabelede bulunabilir.
İstiğfar İçin Önemli Zaman Dilimleri
Farz namazların arkasından üç kere af talebinde bulunmak sünnettir. (Müslim, mesâcid 135) İnsanın, Allah’a en yakın bir konuma ulaştıktan ve O’nun en sevdiği bir ibadeti icra ettikten sonra istiğfar etmesi şu iki hususla açıklanabilir: Birincisi, insanın kendisini namaza verememesi, ilâhî huzurun atmosferine giremeyerek hâlâ kendi dünyasında dolaşması, kendi hesaplarının arkasından koşması ki, miraç sayılan bir ibadette ortaya konulan bu tür tavırlar Allah’a karşı bir saygısızlıktır. Dolayısıyla Allah’ın huzurunda, Efendiler Efendisi’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) miraçta duyduğu mânâları duyma peşinde koşması gereken bir insanın, kendisine takılması, laubali tavırlar takınması istiğfar etmeyi gerektirir.
İkinci olarak, namaz, Cenâb-ı Hakk’a yapılan tazarru ve niyazların hora geçtiği bir mevki olduğundan, onun ardından yapılan duaların ayrı bir kıymet ve makbuliyeti vardır. Dolayısıyla böyle bir makamda Cenâb-ı Hakk’a teveccüh edilip günahlardan arınma ihtiyacının O’na arz edilmesi adına üç defa “Estağfirullah” denilmesi Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından tavsiye edilmiştir. Bu yönüyle beş vakit namaz, istiğfar için önemli bir zemin ve fırsattır.
Kur’ân-ı Kerim’de beyan buyrulan,
كَانُوا قَلِيلًا مِنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
“Onlar geceleri az uyurlar ve seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.” (Zâriyât Sûresi, 51/17-18) âyet-i kerimesi, istiğfar için çok önemli ayrı bir zaman dilimine dikkat çekmektedir. Bu âyet-i kerimede, bir taraftan, seherlerde kalkıp istiğfar eden, yana yakıla Allah’a içini döken, seccadeye başını koyduktan sonra bir daha başını kaldırmayı âdeta unutan mü’minler takdir ediliyor ve bu takdir de gök ehline, ruhânîlere ve bütün mü’minlere duyuruluyor. Diğer taraftan da bu beyanla, mü’minlere bir hedef gösteriliyor. Zira Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Sahiha’da mü’minlerin bazı vasıfları vakayı rapor şeklinde anlatılırken, hem bu vasıflara sahip olanlar takdir edilmiş, hem de henüz bu niteliklere sahip olmayanlar için ulaşılması gereken bir hedef gösterilmiş olur. Öyleyse insanların uykuda olduğu seher vakitlerinde hiç olmazsa iki rekât teheccüt namazıyla Rabb-i Kerime karşı kulluğunu arz etme, hiç kimsenin haberdar olmadığı o dakikalarda kalkıp istiğfar etme çok önemlidir.
Öte yandan insanın kalbinin yumuşadığı, günahlarının ağırlığını içinde hissettiği ve heyecanlarının köpürdüğü zamanlar da istiğfar adına çok iyi değerlendirilmelidir. Çünkü bu anlarda kurbet esintileri var demektir.
Hata ve günahların arkasından hiç zaman kaybetmeksizin hemen Cenâb-ı Hakk’a yönelmek de istiğfar için önemli vakitlerden biri olan “hata ve günaha adım atıldığının fark edildiği ilk an”ı değerlendirmek olacaktır. Zira günah bir girdap gibidir ve aynı zamanda o, insanda bağımlılık meydana getirir. Dolayısıyla günaha dalan bir insanın ondan kurtulması kolay olmaz. Hatta gırtlağına kadar değişik kötülüklere batan bir kişi, eğer ciddî bir azim ortaya koyarak oradan çıkma hususunda iradesinin hakkını vermezse, zamanla o günahın yasaklanmamış olmasını temenni etmeye başlayabilir ki, bu da o insanı itikadî noktada felâkete sürükleyebilir. Batanlar genellikle bu tür düşüncelerle batmıştır. İşte bu sebepledir ki, daha başta “Bu yol bataklığa gidiyor. Birkaç adım sonra ben de geriye dönülemeyecek bir noktaya savrulabilirim.” deyip hiç vakit kaybetmeksizin içine düşülen hata ve günahtan geriye dönmek çok önemlidir.
Son bir husus olarak şunu ifade edeyim ki, mağfiret talebi adına yukarıda belirtilen zaman dilimleri önemli bir fırsat aralığı oluştursa da, istiğfar için ille de hususî bir zaman tahsis etmek şart değildir. İstiğfarı bu vakitlerle sınırlandırmak ise kesinlikle doğru değildir. Zira insan sabah akşam, gece gündüz her zaman af talebinde bulunabilir, ömrünün her anını istiğfar adına bir fırsat olarak değerlendirebilir. Evet insan, fırsatını bulduğunda hemen bir kenara çekilip, ister diz çökerek isterse başını yere koyarak istiğfar ve tevbeyle Cenâb-ı Hakk’a yönelebilir. Hatta bir yerden bir yere giderken, araba kullanırken, birisini beklerken insan boş duracağına, farklı farklı istiğfarlarla Allah’a içini dökebilir. Aslında insanın her anını bu istikamette değerlendirmesi gerekir. Zira ölüm, ansızın karşımıza çıkabilir. İstiğfarla mırıldanan dudaklarla ölümü karşılamak ise, tertemiz bir hâlde ötelere yürümek adına çok önemli bir vesiledir.
                                                                            HERKUL.ORG
                                               http://www.herkul.org/index.php/krk-testi/kirik-testi

Benlik.. Benlik.. Benlik.. ve Kendini Aşmış Yiğitler

27 Mayıs 2013.
*“Kazara bir sapan taşı, bir altın kâseye değse / Ne kıymeti artar taşın, ne kıymetten düşer kâse.” (Sâ’di) (00:20)
*Bazı edepsiz kimseler, İnsanlığın İftihar Tablosu’na bile hücûm etmiş ve O’na saygısız sözler söylemişlerdir. Âlemlerin şeref abidesi olan Peygamber Efendimiz’e -hâşâ ve kellâ- şair, kâhin, sihirbaz gibi en çirkin isnatlarda bulunmuşlardır. Fakat, her şeye rağmen Allah Rasûlü sabretmiş, insanların kabalıklarına katlanmış ve kendisine düşmanlık edenlere bile yardım eli uzatmıştır. Bu itibarla, mü’minlerin de yakışıksız isnatlara ve çirkin iftiralara maruz kalsalar dahi sabretmeleri lazımdır; haksızlıklar karşısında hafakanlara girseler de en olumsuz şartlarda dahi mantıkî olmaya çalışmaları icap etmektedir. (01:25)
*Günümüzde enaniyetler çok ileride.. herkes aysbergler gibi enaniyet taşıyor.. elli defa üzerlerine güneş doğsa, başlarından aşağıya sımsıcak şualar yağdırsa, erimeye hiç niyetleri yok. (02:58)
*Diğer taraftan, terbiye müesseseleri yıkılıp gittiğinden biz de terbiye yetimi bir millet haline geldik. Terbiyeyi yitirdik, terbiye yetimleri haline geldik!.. Onun için ağzını açan hemen herkes enaniyet adına laflar döktürmeye başlıyor. Bir şeyi terennüm ederken “ben”, yaptığı bir hizmeti anlatırken “ben”, gırtlak oyunlarına girerken “ben”, eğilirken “ben, kalkarken “ben”… (03:52)
*İbadette başkaları mülahazaya alındığı an Allah’la münasebetlerde kararmalar olur. (05:37)
*Öyle ifritten bir çağda yaşıyoruz ki, Müslümanlık zuhur ettiği günden bugüne İslam dünyası böylesine belalı bir dönem görmemiştir. (06:14)
*İnsan kendisini tastamam, yeterli, müzekka ve mükemmeliyet içinde zannediyorsa, eksik gediğini asla göremez. Enbiya-yı izâm, evliya-yı fihâm ve asfiya-yı kirâmı gez-göz-arpacık yaparak hedefe bakması lazım ki, insan, kusurlarını görebilsin ve telafi yoluna girebilsin. (07:30)
*Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem),
اَلْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِينًا
“İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin hakkınızda hoşnutluğumu İslâm’a bağladım.” (Maide Suresi, 5/3) buyurmak suretiyle hem İslam’ı ekmeliyet ve etemmiyet üzere gönderdiğini hem de rızasını ekmeliyet ve etemmiyete bağladığını ifade etmiştir. (08:24)
*Araplar Kur’an okurken etraftan “Allah Allah Allah…” diyorlar. Sanki fon müziği gibi bir şey. Okuyan da böyle dendikçe coşuyor, riyakarlığına riyakarlık katıyor. Oysa, İnsanlığın İftihar Tablosu Kur’an okurken herhalde Cibril bile başını eğiyordu, “Senin gibi diyemem ben!” diyordu; fakat, Kur’an okunurken hiçbir sahabinin “Allah Allah Allah…” dediği duyulmuyordu. (09:30)
*Benlik.. benlik.. benlik… Gurur.. gurur.. gurur… Enaniyet.. enaniyet.. enaniyet!.. İnanın bana, tâbîleri bu anlayışta olan insanların yeryüzünde ruhlarının âbidesini ikâme etmeleri mümkün değildir; evvelâ bir tezkiye-yi nefse (nefisleri adına arınmaya) ihtiyaçları vardır. (10:16)
*Nur Müellifi, “Sen, ey riyakâr nefsim! ‘Dine hizmet ettim’ diye gururlanma. ‘Muhakkak ki Allah, bu dini fâcir adamla da te’yid ve takviye eder.’ hadisi sırrınca, müzekkâ olmadığın için, belki sen kendini o racul-ü fâcir bilmelisin. Hizmetini ve ubudiyetini, geçen nimetlerin şükrü, vazife-i fıtrat, farize-i hilkat ve netice-i san’at bil, ucub ve riyadan kurtul.” buyurur. Demek ki, nefis tezkiyesine nâil olamamış bir insan, dine ve diyanete hizmet ediyor olsa bile, gurur, ucb ve riyaya düşmemek için çok temkinli hareket etmeli ve kendisinin de o racul-ü fâcirin akıbetine uğrayabileceğini düşünüp titremelidir. Hizmetlerinden dolayı asla şımarmamalı, gurura kapılmamalı ve kendisini emniyette saymamalıdır; aksine, Allah yolundaki mücahedesini tabii bir vazife, bir kulluk borcu ve o zamana kadar lutfedilen nimetlerin şükrü kabul etmelidir. Şahsı itibarıyla fısk u fücura açık olduğunu hep hatırda tutmalı, nefsi ile başbaşa kaldığında her haltı karıştırabileceğine inanmalı; dolayısıyla her zaman Allah’a sığınmalı ve eksiklerine, kusurlarına, hatalarına ve günahlarına rağmen hâlâ imana hizmet dairesinde bulunuyor olmasını büyük bir arınma fırsatı olarak görmelidir. (10:50)
*Hazreti Pir, Eşref Edip’e temkinli bir ifadeyle “Evet, büsbütün ümitsiz değilim.” diyor. Oysa ki, yer yer “İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Tâ ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüc-sâz edecek olan nesl-i cedid gelsin!” demiş ve hep bir nesl-i cedid beklentisinde olduğunu dile getirmiştir. (14:57)
*Alvarlı Efe Hazretleri,
“Ne ilmim var ne amalim,
Ne hayr u taate kaldı mecalim;
Garîk-î isyanım, çoktur vebalim,
Acep rûz-i cezada ne ola halim!”
diyerek kendisine bakışını ortaya koyuyor. Aslında bütün büyüklerin kendilerine bakışı böyledir ve bu sözün “Sen kendini o racul-ü fâcir bilmelisin!” tembihinden farkı yoktur. (16:00)
*Niyazî Mısrî hazretleri de kendisine bakışını şu sözlerle seslendiriyor:
“Bir ticaret yapamadım, nakd-i ömrüm oldu heba,
Yola geldim lakin göçmüş cümle kervan bîhaber;
Ağlayıp nâlân edip düştüm yola tenhâ garip,
Dîde giryân, sine biryân, akıl hayrân bîhaber.”
Kendine böyle bakan bir insan, başkaları için problem olmayacağı, başkalarının problemlik duygularını tetiklemeyeceği gibi, aynı zamanda nezd-i Uluhiyet’te alâ-yı-illiyyîn-i kemâlâta namzet bir kâmet-i bâlâdır. (18:34)
*Geleceğin mimarları, kendini aşmış, tezkiye-yi nefse muvaffak olmuş, debbağın deriyi yerden yere vurduğu gibi nefsini yerden yere vuran ve olumsuz her şeyi kendinden bilen gönül insanlarıdır. Onlar, nefsiyle hesaplaşacak kadar yürekli, babayiğit, Allah’la münasebeti sağlam ve dipdiri insanlardır. Zaten, ölüler başkalarına hayat veremezler. Diri olmak da Allah’la münasebetle doğru orantılıdır. (20:56)
*İnşaallah siz ve sizden sonra gelen nesiller “hakaik-i Kur’aniyeyi arz üzerinde temevvüc-sâz edecek” o nesil olursunuz. Olur da “Ümitvâr olunuz. Şu istikbal inkılâbâtı içinde en yüksek ve gür sada, İslâm’ın sadası olacaktır.” müjdesini vermiş ve “Ümidim var ki, istikbâl semâvât u zemin-i Asya / Bâhem olur teslim yed-i beyzâ-i İslâma!” gaye-i hayaliyle yaşayıp onu gerçekleştirmeyi sonraki nesillere bırakmış olan o Zat’ı da sevindirirsiniz. (23:23)
*Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz, bir hadis-i şerifte buyurmuştur ki: “Cennet ehli, nimetler içinde zevke ererlerken bir nur parıldar, başlarını kaldırır bakarlar ki üzerlerinden Rabb-i Rahim, kendilerini cemalinin şerefi ile şereflendirmiş, ‘Ey cennet ehli! Selam üzerinize olsun.’ buyuruyor. İşte
لَهُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَ سَلَامٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ
“Orada onlar için her çeşit meyve vardır. Bütün arzuları yerine getirilir. Onlara merhametli Rabb'in söylediği selam vardır.” (Yâsîn, 36/57-58) beyanında anlatılan da budur. Bunun üzerine Cenab-ı Hak onlara nazar buyurur, onlar da O'na bakarlar ve baktıkları müddetçe diğer nimetlerden hiçbir şeye iltifat etmezler. Ta perdeleninceye kadar ki, o zaman da üzerlerinde ve yurtlarında ilahî nur bâki kalır.” (25:50)                  
                                                                                  HERKUL.ORG
                                                       http://www.herkul.org/index.php/bamteli/bamteli