6 Eylül 2011 Salı

DEYİMLER VE DEYİMLERİN HİKAYELERİ

Günlük konuşma dilimizde kullandığımız atasözleri ve deyimlerin ağırlığı ve etkinliğini azımsayan kimse yoktur sanırım Bir konudaki düşüncemizi doğrudan ve çarpıcı bir şekilde ifade etmemizin en belirgin örnekleridir deyimler ve atasözleri

Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre deyim: “genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, ilgi çekici bir anlam taşıyan kalıplaşmış anlatım, tabir” diye tanımlanmış Örnek olarakta; etekleri zil çalmak ve küplere binmek deyimleri gösterilmiş

Şimdi buraya kadar yazdıklarımı hepimiz az çok biliyoruz zaten Bana sorarsanız deyimlerimiz lafı gediğine koyma, bir iki kelime ile bir konu hakkındaki yorumumuzu en veciz ve çarpıcı şekilde karşımızdakine aktarabilme yöntemidir Mesela, uzun uzun kendini öven, başarılarına bin katarak kendini devleştirmeye çalışan birinin yarım saatlik kendine düzdüğü methiyeleri hiç ses çıkarmadan dinleyip sonunda da “atma recep biz kardeşiz” dedin miydi, adam iptal olur, uzun süre nutku tutulup kendine gelemez Bu dört kelime ile deyim yerindeyse adamın canına ot tıkarsın İşte deyim yeri ve zamanında kullanılınca böyle tesirlidir Ayrıca çok çalışmayı ve üretmeyi sevmeyen, kestirmeden işi bitirmeye çalışan biz Türkler içinde bulunmaz bir nimettir deyimler

Peki; bu kadar deyim biliyoruz, her fırsatta kullanıyoruz da bu deyimlerimizin kaynağı, ortaya çıkış hikayeleri hakkında bilginiz var mı? Ben hiç üşenmedim bu konuda biraz eski kitap karıştırdım, öğrendiklerimi sizlere de aktarayım istedim Bunların içinden en hoşuma giden ve eğlenceli bulduğum birkaç tanesini sizinle paylaşıyorum, işte ilki


Saman Altından Su yürütmek:
Geniş bir ovanın üzerinde bir köy, bu köyünde bir tanecik ırmağı varmış Irmağın suları aynı anda köyün bütün tarlalarına yetecek kadar gür olmadığından her gün bu ırmağı bir köylü kendi tarlasına sulamak için kullanıyor, diğerleri de sıranın kendisine geleceği günü bekliyorlarmış Ancak bir gün köyün açıkgözlerinden biri ırmaktan kendi tarlasına gizli bir kanal yapıp, diğer köylüler bu durumu fark etmesin diye kanalın üstünü toprak ve samanlarla kapatmış Böylece tarlasına her gün yeteri kadar su geliyor, bolca mahsul alıyormuş Bir süre sonra ırmağın suları azalıp, bu açıkgözün tarlasından bereket fışkırınca köylüler vaziyetten kuşkulanıp adamın tarlasına baskın yapmışlar Birde bakmışlar ki kanallar suyla dolu ve üzerinde otlar yüzüyor Cevap belli: “Ulan köftehor, saman altından ne su yürütüyorsun!”

-Atı Alan Üsküdar’ı Geçti:
Bolu dağlarında yaşayan Köroğlu efsanesini duymayanımız yoktur Bir sabah Köroğlu kalktığında atını bağladığı yerde bulamamış Düşünsenize; Köroğlu gibi biri için Attan mühim ne olabilir ki!
Önce bütün Bolu’nun, sonra da civar illerin altını üstüne getirmiş Köroğlu ama atını bir türlü bulamamış Tesadüfen İstanbul’un Avrupa yakasındaki bir at pazarını gezerken atına rastlamış Atta onu tanımış tabi ki Köroğlu bindiği gibi yıldırım hızıyla uzaklaşmaya başlamış pazardan, satıcıda tabi peşinden Kıyıya ulaştığında hemen bir tekne bulup atıyla beraber Üsküdara doğru yoluna devam etmiş Köroğlu Satıcı beyimiz kıyıya vardığında Köroğlu çoktan Üsküdara varmış Durumu gören biride o ünlü sözü patlatmış: “Boşuna uğraşma beyim, atı alan Üsküdar’ı geçti”

-İnsanoğlu Kuş Misali:
Hazır Üsküdar’a geçmişken ordan devam edelim Zamanında Üsküdar’da bir “Miskinler Tekkesi” bulunurmuş Adından da anlaşılacağı üzere buraya yurdun en tembel, en miskin insanları takılırmış İşte burada iki miskin kendilerine iki sandalye bulup oturuyorlarmış Gel zaman git zaman havalar gittikçe soğumaya başlamış Tekkeninde penceresi açık ama kimsenin ayağa kalkıp pencereyi kapatmaya mecali yok
Birinci miskin: Yahu havalar iyice soğudu, şu pencereyi kapatmak lazım
İkinci miskin: Doğru söylüyorsun mirim, kapatmak lazım
Aradan saatler geçer, haftalar geçer, hatta ay geçer, yine aynı diyalog aralarında sürer gider Sonunda birinci miskin daha fazla dayanamaz bütün gücünü toplayıp karşı pencereye ulaşır, camı kapatır ve hemen oracıktaki bir iskemleye kendini bırakır Sonra öteki miskin arkadaşına şunları der: “Ya mirim gördün mü, insanoğlu kuş misali Dün neredeydim, bugün neredeyim”

- Hakkında Hayırlısı Böyleymiş:
Bu deyim daha çok değer verilmeyen birinin başına gelen felaketi –birazda alay ederek- hafife almak için kullanılıyor Hikaye şöyle;
Bir zamanlar Üç kişilik bir hırsız gurubu varmış Bunlar her gittiği yeri soyup soğana çevirmekte yurt çapında ustalaşmış, namı almış yürümüş kişilermiş Aralarından biri şefmiş Şef oldukça sert mizaçlı, acımasız biriymiş Bir gece konağın birini soyuyorlarmış, çatıdan salona iç sallandırmışlar, biri topladığı eşyaları iple tırmanarak çatıdaki şefe veriyor, şef; bunları dışarıda gözcülük yapan diğer hırsıza ulaştırıyormuş İçerdeki hırsız salonda som altından bir şamdan görmüş, iple çatıya çıkarken,
“şefim bu şamdan benim ona göre” demiş Şef bu lafa bir hayli sinirlenip ipi kesmiş, adam kafa üstü yere çakılıp ölmüş Konaktan yürütebildikleri ile birlikte öteki hırsızla hızla uzaklaşırlarken adam ölen arkadaşı ile ilgili bütün cesaretini toplayıp; “Zühtü de iyi adamdı be şefim” Şef sert bir bakış fırlattıktan sonra gür sesiyle bağırmış: “ Sus ulan! Hakkında hayırlısı böyleymiş”


Bize de mi lo lo!:
“Başkalarının hakkını yiyiyorsun, yamuk yapıyorsun, bari bize yapma ” manasında
Bir gün adamın biri pazarcıyla bir sebepten münakaşaya başlamış ve kahramanımız sonunda kendini tutamayarak pazarcıya okkalı bir küfür savurmuş E tabi pazarcıda arkadaşı mahkemeye vermiş Adam ettiğine bin pişman, pazarcıdan özür üstüne özür diliyor ama pazarcı yumuşamıyor Adam ümitsiz durumu bir arkadaşına anlatmış “Mahkemelerde itibarım iki paralık olacak” diye hayıflanmış Arkadaşı: “Ben seni bu dertten kurtarırım ama on altın isterim” Adam çaresiz kabul etmiş “Ne yapmam lazım söyle, ben bu davadan yırtayım on altının lafı olmaz “ demiş Arkadaşı: Mahkemeye çıktığında hiç konuşma, sadece “lo lo lo” de Hakim seni dilsiz sanınca davada kendiliğinden düşer”

Duruşma günü gelmiş arkadaşının dediğini yapınca beraat etmiş, sevinç içinde eve dönerken arkadaşı çevirmiş yolunu: “Hani bizin on altın?” adam rolüne kendisini o kadar kaptırmış ki “lo lo” diye cevap vermiş Arkadaşı da, “Ulan demiş, bize de mi lo lo!”

Birde aklıma gelen “Ananın Örekesi” deyimi var Kibarca “Yok devenin nalı” ya da “Yok devenin bale pabucu” anlamında kullanılıyor Bu deyimle ilgili bir hikayeye raslamadım ama ilginçtir bir şiire denk geldim Şiir aynen şöyle;

Dağın ötesi yeşil
Yeşilin ötesi su
Suyun ötesi mavi
Mavinin ötesi gökyüzü
Yeryüzü beni ötem
Benim ötemin ötesi
Ananın örekesi!
AKLA KARAYI SEÇMEK(Bir işin üstesinden gelene kadar çok zorluk çekmek, güçlükle başarmak)
Dinimize göre, sabah namazının kılınma vakti, güneş doğuncaya kadar geçerlidir Ortalık ağarmaya başlayıp da ak iplik ile kara iplik birbirinden seçilinceye kadar sabah namazı kılma süresi devam eder Ağır hastalar bütün gece sancı ve ızdırap içinde kıvranarak uyuyamadıklarından, sabahı zor ederler

İPE UN SERMEK

(İstenilen işi yapmamak için çeşitli bahaneler uydurmak, güç koşullar öne sürmek, güçlük çıkarmak anlamında bir deyim)
Nasreddin Hocanın, aldığını bir türlü geri vermeyen ya da kırık dökük, delik, kopuk, sakat olarak geri getiren bir komşusu Hocadan bir gün urgan ister Hoca da Bizim hanım biraz evvel urganın üzerine un serdi, veremeyiz Der Komşusu güler;Aman hocam, hiç urgan üstüne un durur mu, ipe un serilir mi? diye sorunca, Hoca cevabı yapıştırır Neden serilmesin Vermeye gönlüm olmayınca, ipe un da serilir elbet

Ağzından Baklayı Çıkarmak
Vaktiyle çok küfürbaz bir adam yaşarmış Bu durumuna çözüm bulmak için soluğu bir tekkede almış durumunu şeyhe anlatmış Şeyh efendi bakmış niyeti halis , geri çevirmkek olmaz , matbahtan bir avuç bakla tanesi getirmiş Bunları okuyup üfledikten sonra şunları tenbih etmiş: " Şimdi bu bakla tanelerini al Birini dilinin altına , diğerlerini cebine koy Konuşmak istediğin vakit bakla diline takılacak , sen de küfretmeme isteğini hatırlayıp o anda söyleyeceğin küfürden vazgeçeceksin Bakla ıslanıp erimeye başlarsa cebinden yeni bir baklayı dilinin altına yerleştireceksin
Gel git zaman adam bu duruma alışır ve küfretmemeye başlar , bu arada da şeyhle sıkı dost olmuşlardır Şeyh efendi her gittiği yere bu adamı da götürmektedir Yağmurlu bir günde şeyh ile derviş olmaya aday bu adam bir sokaktan geçerlerken bir evin penceresinden genç bir kız başını uzatarak: " Şeyh efendi biraz durur musunuz?"deyip pencereyi kapatır Yağmur altında sığınacak yer de yoktur ve şeyh baklalı adam beklemeye başlarlar Kız yine cama çıkar ve:" Şeyh efendi bir kaç dakika daha bekleseniz" der Şeyh La Havle çeker ve yine beklerler Aradan biraz daha zaman geçer , genç kız yine pencereye yönelir:" Gidebilirsiniz artık" Şeyh efendi ve baklalı adam şaşırır ve şeyh efendi:" İyi de evladım bir şey yok ise niye bizi boş yere beklettin"der Genç kız: " Efendim sizi boş yere bekletmedim Tavuklarımız kuluçkaya yatırıyorduk Yumurtaları tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa piliçler de tepeli olur , horoz çıkarmış Annem sizi geçerken gördü de yumurtaları kuluçkaya koydu"der
Münasebetsisliğin bu derecesi üzerine şeyh efendi:" Ulan derviş , şimdi çıkar ağzından baklayı"der

buyrun cenaze namazına
IV Murad zamanında tütün,içki ,keyif verici madde yasağı koyarve yasağa uymayanları şiddetle cezalandırır
bugünkü üsküdar civarında bir kahvehanede tütün vs içildiğini istihbarat alır
derviş kılığında tebdili kıyafet buraya gider
selam verirotururkahveci yanına gelip,
-baba erenler kahve içermi diye sorar
-padişah evet
-ktütün içermisinder
-p:hayırder
kahveci işkillenirtütün içimiyorda ne işi var burdazaten padişahın tebdili kıyafet dolaştığı haberleri vareli titreye titreye kahveyi götürür
-kbaba erenler ismini bağışlarmı?
-pMurad
-kpeki isimde sultanda varmı?
-pelbette var
deyince kahvecinin bet beniz atarzangır zangır titrerve
-köyleyse buyrun cenaze namazına derolduğu yere yığılır
IV Murad bu lafa çok güler ve kahveciyi bir degalığına af eder


Hoşafın yağı kesildi

Yeniçeri ocaklarında efrada yemek dağıtılırken mutfak meydancısı elinde tuttuğu üzeri ayet ve dualar yazılı kallavi koca kepçe ile evvela yağlı yemekleri ve pilavı dağıtır, sonra da hoşaflara daldırırmış

Hal böyle olunca, sofralara gelen hoşaf bakracının üstünde, bir parmak kalınlığında yağ tabakası yüzermiş Bu durumu gören Yeniçeri ağalarından akıllı birisi meydancıya emir vererek "Kepçeyi yağlı yemeklere batırmadan evvel temiz iken hoşafları dağıt, sonra yemek tevziatına geç" demiş

Demiş amma, bu sefer sofralara giden hoşaf bakraçlarının üzerinde yağ tabakasını göremeyen Yeniçeriler isyan bayrağını çekmişler:

- "Hakkımızı yiyorlar, istihkakımızdan çalıyorlar, zira hoşafın yağını bile kestiler, yağlı hoşaf isterük" diye bağırmışlar

Atma recep hepimiz din kardeşiyiz
Balkan devletlerinin mühim bir kısmı ve bu meyanda Arnavutluk, Osmanlı İmparatorluğu haritasına dahil iken, bu ülkeleri idare etmek çok zordu Bu devirlerde sık sık dağa çıkan Arnavut eşkıyalarını takip eden hükümet kuvvetleri Recep isminde bir sergerdenin avanesini kuşatıp sıkıştırıyorlar Çıkar yol kalmadığını gören Arnavutlar ve başlarındaki Recep, saklandıkları yerden bağırıyorlar:

- "More atmayın, biz de din kardeşiyiz, teslim olacağız"

Teslim oluyorlar, az bir ceza ile kurtuluyorlar Fakat palavracı Arnavut bu olayı şurada burada anlatırken:

- "More vallahi geberttirecektim zaptiyeleri, çolukumuz çocukumuz var deyip ağladılar, acıdım da bıraktım" şeklinde palavra atınca etrafında toplanıp dinleyenler arasında olayın iç yüzünü bilen birisi:

- "Atma Recep biz de din kardeşiyiz" deyince Arnavut Recep şaşırır

Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak
Dimyat Mısır'da, Süveyş Kanalı ağzında ve Portsait yakınlarında bir iskeledir Eskiden Mısır'ın meşhur pirinçleri, ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Türkiye gelirdi

Dimyat'a pirinç almak için giden bir Türk tüccarının bindiği gemi Akdenizde Arap Korsanları tarafından soyulmuş ve adamcağızın kemerindeki bütün altınlarını almışlar

Binbir müşkilat içinde Türkiye'ye dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmek durumuna düşmüş İstanbul'dan kalkmış, memleketi olan Karaman'a gitmiş O sene tarlasından kalkan buğdayları da bulgur tüccarlarına sattığından, kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" sözünün aslı buradan kalmıştır

Atı alan üsküdarı geçti

zamanında Bolu beyine baş kaldıran köroğlunun dillerde yağızmı yağız atı çalınırbütün civarı arar tarar yokbir kimse birde istanbuldaki pazarları dolaş deristanbulda pazarları dolaşırken atına rastlar
pazar sahibine şu ata bir bineyim hele derpazarcıda buyur der
eski sahibinin kokusunu alan at şahlanıp,dört nala ordan uzaklaşır
dövünen pazarcıya ihtiyarın biri gelip ,
ah evlat! atı alan üsküdarı geçtio köroğluydu ,atın gerçek sahibi

çok kullandığımız bir deyimde Güme gitti!

yeniçeri ler günümüz polisliğini yaptığı dönemlerde
olaylara müdahele edip,göz altına alacakları adamları kodeslere götürür
içeri atarkende hooopgüümm derlermiş
ahalide bir olay sırasında suçsuz yere içeri alınan insanlara
vay be! adam bağıra çağıra güme gitti!derlermiş

iş inada bindi nin öyküsü

adamın biri hayatında hiç namaz kılmamış
bunu bilen bir arkadaşıda yahu şu mübarek ramazan bari bir-iki rekat namaz kıl demiş
o da tamam tamam kılarıziki rekat deyip akşam teravih namazına gitmiş
teravih başlamış bir-iki-dört derken namaz devam ediyor
bir camdan kafasını uzatıp cami önünde bekleyen oğluna ,
evlat sen eve git bu iş inada bindidemiş

Bu boru değil?
Eskiden askeri okullarda nerdeyse bütün işler borunun verdiği sese göre yapılırÖğrenciler bu boru sesine göre hareket ederlermiş
Kalk borusu,yat borusu ,karavana,paydos,derse gir,dersten çık ,istirahat vs, bir çok boru sesi

Hikayenin geçtiği askeri lisede o gün ,sınıf kıdemlisi öğrenci, sınıfa dalar
-Çocuklar size havadisim var! Duydunuzmu? diyerek bağırır
Diğer öğrenciler de –Duymadık !Ne ise borusu çalar biz de duyarız demişler

Kıdemli öğerencide
-Çocuklar! bu boru değil Yarın yeni padişah tahta çıkıyorŞenlikler var Sınıf komutanın özel emri var Bütün dersler paydos demiş

Diğer öğrencilerde çok sevinirler bu işe

O günden sonra o okul ve diğer okullarda öğrenciler aralarında konuşmaya başlamadan önce,
-Dinle ! Bu boru değil Anlatacaklarım çok önemli diyerek lafa başlarlarmış


Hakkında hayırlısı derken

- Hakkında Hayırlısı Böyleymiş
Bu deyim daha çok değer verilmeyen birinin başına gelen felaketi –birazda alay ederek- hafife almak için kullanılıyor Hikaye şöyle;
Bir zamanlar Üç kişilik bir hırsız gurubu varmış Bunlar her gittiği yeri soyup soğana çevirmekte yurt çapında ustalaşmış, namı almış yürümüş kişilermiş Aralarından biri şefmiş Şef oldukça sert mizaçlı, acımasız biriymiş Bir gece konağın birini soyuyorlarmış, çatıdan salona ip sallandırmışlar, biri topladığı eşyaları iple tırmanarak çatıdaki şefe veriyor, şef; bunları dışarıda gözcülük yapan diğer hırsıza ulaştırıyormuş İçerdeki hırsız salonda som altından bir şamdan görmüş, iple çatıya çıkarken,
“şefim bu şamdan benim ona göre” demiş Şef bu lafa bir hayli sinirlenip ipi kesmiş, adam kafa üstü yere çakılıp ölmüş Konaktan yürütebildikleri ile birlikte öteki hırsızla hızla uzaklaşırlarken adam ölen arkadaşı ile ilgili bütün cesaretini toplayıp; “Zühtü de iyi adamdı be şefim” Şef sert bir bakış fırlattıktan sonra gür sesiyle bağırmış: “ Sus ulan! Hakkında hayırlısı böyleymiş”




İnsanoğlu Kuş Misali
Zamanında Üsküdar’da bir “Miskinler Tekkesi” bulunurmuş Adından da anlaşılacağı üzere buraya yurdun en tembel, en miskin insanları takılırmış İşte burada iki miskin kendilerine iki sandalye bulup oturuyorlarmış Gel zaman git zaman havalar gittikçe soğumaya başlamış Tekkeninde penceresi açık ama kimsenin ayağa kalkıp pencereyi kapatmaya mecali yok
Birinci miskin: Yahu havalar iyice soğudu, şu pencereyi kapatmak lazım
İkinci miskin: Doğru söylüyorsun mirim, kapatmak lazım
Aradan saatler geçer, haftalar geçer, hatta ay geçer, yine aynı diyalog aralarında sürer gider Sonunda birinci miskin daha fazla dayanamaz bütün gücünü toplayıp karşı pencereye ulaşır, camı kapatır ve hemen oracıktaki bir iskemleye kendini bırakır Sonra öteki miskin arkadaşına şunları der: “Ya mirim gördün mü, insanoğlu kuş misali Dün neredeydim, bugün neredeyim”


Gemileri yakmak

Gemiyle işgale gittikleri bir yerde ordusu rakibin gücü karşısında korku duymaya başlayınca Sezar askerlerini yüksek bir tepeye çıkartır ve aşağıda kalan bir kaç askere gemileri ateşe vermeleri emrini verir Geldikleri gemiler gözlerinin ününde çatır çatır yanan ordu şok geçirmiştir sezar 'gördüğünüz gibi gemileri yaktık artık dönüş yok ya bu savaşı kazanırsınız ya da hepimiz burada ölürüz' şeklinde bir konuşma yapar savaş sezarın ordularının ezici zaferiyle sonuçlanır

Yanlış hesap, Bağdattan döner

İstanbul kapalı çarşıya kervanlar gelirTüccarların siparişleri kumaş,kürk,baharat neyse dağıtılırDaha sonra tüccarlardan paraları tahsil edilirmiş
Yine bir alış veriş sonrasında, tüccarın biri hesap yaparken dört işlem hilleri ile kervancıyı 400-500 altın içerde bırakır
Hesaptaki yanlışlığı anlayamayan kervancı Bağdat –Hicaz ve Mısıra seferine çıkar

Tüccarda, şimdi bu Mısırdan altı-yedi ayda zor dönerbende bu parayı işletirim diye düşünür

Kervancı yol uzun ,zaman bol bütün hesapları tekrar tekrar inceler
Tüccarın yaptığı hileyi anlarKervan Bağdat’a girmek üzereyken,kervanı oğlu vv güvendiği bir kişiye emnet eder,
-Siz beni Bağdatta bekleyin der
İyi bir Arap atı alıp dört nala İstanbula dönmeye başlar

Yolda, bu adam bu parayı hemen öyle vermez diye düşünüp bir plan kurarİstanbuldaki dostlarında plan için yardım ister

Ertesi gün tüccarın dükkanına iki kadın gelir
Tüccara ,
-Sorup soruşturduk bu civarda en dürüst ,en güvenilir kişi sizmişsinizBiz Hicaza gideceğizSize bu iki çantayı emanet etmek istiyoruzderler

Çantaları açıp tüccara gösterirlerÇantaların için incialtın,pırlanta envayi çeşit müccevher

-Olurda gelemezsek bunlar size helali hoş olsunbize bir dua okutur,belki bir hayrat yaptırırsınderler

Bunları duyan tüccar sevinçten uçarKadınları hürmet ,ziyafet
Bu sırada kervancı içeri girer,
Bunu gören tüccar ,daha kervancı lafa başlamadan ,
-Yahu hoşgeldinbizim hesapta bir yanlışlık olmuş paralarını ayırdımÇocuklarada tenbihledim,eğer ölürsem kervancının parasının mutlaka verinBen kul hakkı yemem kardeşim der

Parayı hemen verir
Bu sırada kadınlar, –Biz bu sene gitmekten vazgeçtik Kısmetse seneye !deyip dükkan
çıkarlar

Oyuna geldiğini anlayan tüccar ,kervancıının peşinden koşup ,
-hani sen mısıra gidecektin yaktın beni! diye bağırır
Atına binen kervancı,
-yanlış hesap adamı Bağdattan dödürürder ve yoluna gider

Mürekkep yalamak
Eskiden mürekkeplerin içinde bezir isi denilen bir madde bulunurYazarken yapılan yanlışlıklar ancak yalamak yoluyla giderilirmiş
Okuma-yazma bilen kişiler az olduğundan ,bir,iki satır yazacak kişiler el üstünde tutulurMürekkep yalayanlar üstün sayılırmış

Foyası meydana çıktı
Kuyumcular yaptıları yüzük,kolye,küpe gibi ziynetlerde kullandıkları elmasların arka kısmına foya adlı maddeyi sürer,bir çeşit ayna gibi ışıkların yansıtılmasını sağlarlarmış
Zamanla foyalar çıkar ,dökülürBu benzetme yapılarak sahte,yalan işlerin ortaya çıkması anlamında deyim olarak kullanılır

Bir çuval incir berbat oldu
İncir işleme fabrikalarında incirler çürük,kurtlu,bozuk olanlar ayıklanır,sağlamlar boy boy ayrılırmış
Bir torba yada çuvaldaki gözden kaçmış bozuk incirleden sağlam incirlere hastalık sirayet edermiş
Küçük bir yanlışlığın güzelim işleri bozduğu bu olaydan ilham alınır olmuş

Şirazesinden çıktı
Ciltli kitapların kapağa bağlanan iki uç tarafında ibrişimden örülmüş (yada başka cins bir ip) ince bir şerit vardır Buna şiraze denirSayfaları cilt olarak bağlı tutarŞiraze bozulursa kitap dağılır

Şapa oturduk!
Kızıldenizin eski bir adı Şap denizi imişMercana benzeyen beyaz taşlar bu denizden getirilirmişBu taşlar su altında hacimlerini büyüterek yayılır ve gemiler için tehlike oluşturur
Seyir haritalarında normal gösterilen yerlerde bu şap kayaları büyüdükleri için tehlikelere neden olurmuş
Eskiden haca gemiyle giden hacı adayları için en sık başa gelen en önemli tehlike buymuşHacı bekleyen ahali –İnşallah bizimkiler şapa oturmaz deyip dua ederlermiş


Asayiş berkemal

Sultan Abdülazizin son yıllarında Musul ve Bağdat gibi illerde toplum içi anarşik olaylar artarIrak ve çevresinde yabancı devletlerinde etkisi ile iyice asayiş bozulur

Durumları İstanbuldan gizlemeye çalışan devrin yetkilileri ,
Vilayet gazetesine her baskısında şu şekil manşet atarlardı:

‘’Saye-i asayiş –vaye-i padişahide ,vilayetin her bir tarafında emn-ü asayiş berkemaldir’’



Yine büyük olaylardan sonra ertesi gün aynı manşet verilince ,
Bölgenin ünlü şairlerinden Kerküklü Şeyh Rıza Efendi dayanamayıp
Aşapıdaki beyti yazıp gazeteye gönderir

‘’Katl ü nehb-i eşkiyadan millet oldu payimal,
Emn-ü asayiş yine,elhamdülillah berkemal!!’’




Aklım kesiyor
Ünlü bir hekim olan İbni Sina aynı zamanda matematik konusunda deha seviyesindeymiş
Babası onu çocukken matematik konusunda hassas eğitim veren bir okula gönderirAncak İbni Sina cebir,geometri bir türlü beceremez,okuldan kaçarBabasından korktuğundan ,eve dönmez bir kervana katılır
Kervanbaşı en küçük yaştaki İbni Sinayı su alması için bir kuyuya gönderir
Sapına ip bağlı kovayı kuyudan çekerken,ipin sürtündüğü taşı kestiğini görür
Ve kendine sorar:bu ip taşı nasıl keser?
Biraz daha düşünür:ip çok uzun zamandır,bu taşa sürtünüyorve aynı yere sürekli sürtüne sürtüne demekki taşı kesebiliyor
Madem ip bile taş kesiyor,benim aklım niye cebiri kesmesin? der
Okuluna döner ve bildiğimiz tıp dehası İbni Sina olur


Balık kavağa çıkınca
Eski İstanbul şimdiye göre tam anlamıyla balık ve balıkçı şehiriymiş
Tutulan balıkların satılması Yemiş iskelesi ve Balık pazarından başlayan ve bu merkezlerin etrafında mahalle mahalle büyüyen pazarlarda yapılırmış
Balığın çok fazla çıktığı günlerde ise,
Tophane’den Rumeli Kavağına ve Üsküdar’dan Anadolu Kavağına kadar her yere çeşitli vasıtalarla götürülüp satılırmış
Fiyat kırmak isteyen yada çok düşük fiyata almak isteyen müşterilerinede balıkçılar,
-Oooo! O fiyatı ancak balığı kavağa çıkardığımızda satarız bizderlermiş


Bu işin altında bir Çapanoğlu var

Çapanoğlu Ahmet Paşa ,Yozgat şehrinin kurucularındandır
1764 Sivas valisi iken görevden alınır, bir süre sonrada öldürülürYerine büyükoğlu Mustafa bey daha sonra Süleyman bey geçer
Süleyman bey Yozgatı imar ettikten sonra,Ankara,Amasya,Elazığ,Maraş,Niğde ve Tarsus gibi illeri idare etmeye başlar
Çapanoğullarının bu ünü her yana yayılırYalnız halk arasında değil ,devlet adamları arasındada ‘’Çapanoğlu’’ ismi ünlü olur
Rivayete göre ,devlet adamlarından biri,halktan bazı insanların aleyhine verilecek
kararı sonuçlandırmak için soruşturma yaparken ,Çapanoğullarından birinin adıda bu olaya karışır
Çapanoğullarının nüfuzundan çekinen diğer bir memur,
‘’bu işi fazla kurcalamayalım bence,altından bir Çapanoğlu çıkar’’ der
Soruşturma aynen kapatılır


İki dirhem bir çekirdek
Keçiboynuzunun ,Yunanca adı keration ,İngilizcede carob,Arapçada kırrıt tır
Keçiboynuzunun tohumu yıllarca elmas ölçmek için kullanılmış
Elmaslar,keçiboynuzu tohumları ile tartılıp satılırmış
Bu nedenle keçiboynuzu ,kırat veya karat dediğimiz ölçü birimine isim babalığı yapmış
Prof DrAydın Akkaya açıklamasına göre;
Keçiboynuzu çekirdeği doğada ağırlığı değişemeyen bir tohumdur
Tohumlu bitkilerden yalnız keçiboynuzu uzun süre suda bekletildikten sonra filiz verebilirBu ,hem çok kuruduğu ve meyvasından çıktıktan sonra son ve sabit ağırlığını aldığı için hemde içine su alması ihtimalinin
çok az ve çok uzun süreye bağlı olduğu içindir
Bu sebeple Araplar,Selçuklular,Osmanlılar dönemlerinde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmıştır
Dört tanesi bir dirhem eder
Dirhem 3 gr ağırlığa eş kabul edilir
Satıcı , iki dirhemlik bir şey satarken (sekiz çekirdek) deyip,buda benim ikramım olsun derse,müşterinin saygın ve itibarlı olduğunu gösterirmiş

Çok şık ve gösterişli giyinen kişilere ‘’iki dirhem bir çekirdek ‘’ denmesinin kökü buymuş

1 yorum:

  1. süper süper süper performans ödevimi son güne bırakmıştım bunlardan on tane yazıcaktım kısa olduğu için hemencecik yazdım :))

    YanıtlaSil