9 Eylül 2011 Cuma

MELEK OSMAN

Kalacak bir yer ararken tanıştım onunla. Şehir değiştirmiş, yeni bir işe başlamıştım. Geçici olarak iş yeri misafirhanesindeydim. Sağa sola haber bıraktım, ev arkadaşı arayan olup olmadığını sormalarını istedim. İkinci haftanın sonunda Osman çıkageldi. Üç arkadaş kaldıklarını, bir kişi daha baktıklarını söyledi. Evi ve diğer arkadaşları gördükten sonra kararımı vereyim dedim. Birlikte yola çıktık. Yol boyunca konuştuk, ilk defa böyle biriyle karşılaşıyordum. Çok hassas bir karakterdi Osman. Yaklaşık yirmi dakika yürüdükten sonra eve ulaştık.
Site içinde bütün cepheleri açık, üçüncü katta bir dairede kalıyorlardı. Arkadaşlardan biri işsizdi. Diğeri bir ihracat firmasında çalışıyordu. Osman da benim çalıştığım şirkette pazarlamanın yurt dışı ayağında görevliydi. İki oda bir salon dairede eşyalar muntazamdı. Dolap, fırın, çamaşır makinesi, kombi ve televizyon vardı. Kabul ettiğim takdirde benim çekyat da hazırdı.
Osman’la Mustafa aynı odada kalıyordu. Dairenin en güzel odası olduğundan diğer odada yalnız kalmak yerine bu odada kalmayı tercih etmişlerdi. Ev iki oda bir salon için oldukça iyi planlanmıştı. İşsiz arkadaş salonda kaldığı için, evet dersem boş oda benim olacaktı. Evin genel havası hoşuma gitti ve misafirhaneye gidip eşyalarımı getirdim. Artık bir evim, bir odam ve üç arkadaşım vardı.
Günler hızla geçip gidiyordu. İşsiz arkadaş iş arıyor, Osman işten artakalan vakitlerinde kendine iş icat edip sağa sola koşturuyor, Mustafa pazar günleri bütün gazeteleri alıp akşama kadar çay, kahve, gazete üçgeninde devinip duruyordu. Ben de ütü, banyo vs. işlerden sonra ikindi vakti gezmek için Üsküdar’a iniyordum. İstanbul’un bulutlu ve nemli havası bana hiç yaramamıştı. Göğsümde bir ağrı, nefesim sıkışıp duruyordu.
Bir hafta sonu Osman heyecanla eve geldi. Üsküdar’da biriyle tanıştığını, adamla neredeyse iki saat boyunca bir bankta oturduklarını, adamın Ordu’dan geldiğini, parasını yankesiciye kaptırdığını falan anlattı. İşin sonunun nereye varacağını az çok kestirsem de sessizce dinlemeye devam ettim. Adam Ordu’da avukat olduğunu, bir iş için buraya geldiğini, tanıdığı kimse olmadığını, söyledikten sonra sadede gelmiş ve Osman’dan bilet parası istemiş.
Osman beklediğimiz gibi hiç düşünmeden cebindeki bütün parayı çıkarıp vermiş. Adam teşekkür etmiş ve telefonunu bırakıp bana bu numaradan ulaşabilirsin, hafta içinde paranı yatıracağım diye söz vermiş.
Anlatacakları bitince gülerek “Geçmiş olsun Osman, dolandırılmışsın. Keşke telefon parası verseydin. Adam telefon etseydi memleketinden adına havale yapsalardı.” dedim. İnanmadı. Ne kadar kötü olduğumu, adamla camide karşılaştığını, nur yüzlü bir adam olduğunu söyleyince kendimden şüphe ettim. Utandım.
Aylar sonra aklıma düştü. “Osman parayı aldın mı?” diye sordum. “Numara kullanılmıyor ama benim numaram var adamda. Yeni numarasından beni arar.” dedi. Duyduklarıma inanamadım, hâlâ kandırılmadığını düşünüyordu. Adamdan o kadar emindi ki… Üstelemedim. “Belki de haklıdır biraz daha bekleyelim.” dedim.
Üç aylar gelmişti. Mevsim sonbahar olsa da havalar sıcaktı. Osman birkaç gündür, Ankara’da resmî bir işi olduğunu, bundan sonra arada bir Ankara’ya gideceğini söyledi. Ramazana doğru da “Evden taşınalım, şirkete yakın bir yerden ev tutalım.” demeye başladı. “Yahu Osman bu ev güzel. Böyle bir evi arasak bulamayız, hem şirkete on dakikalık mesafedeyiz, etme gitme.” dedikse de dinletemedik. Osman kararlıydı ne yapıp edip evi taşıyacaktı.
Netice de Osman’ın resmî işleri için Ankara’da olduğu bir hafta sonunda kendimi, merdivenlerden çekyat indirirken buldum. Hava sıcak, merdivenler dar, çekyat büyük ve ağır. Mustafa’yla tere batmış bir hâlde oflaya puflaya çekyatı indirdik, dilimiz damağımıza yapıştı. Yok dedim böyle olmayacak hemen hamal bulalım. Kamyoncu gitti üç adam getirdi. Adamlarla anlaştık, yükü taşıdılar. Cumartesi günü akşama -iftara- yakın yığma da olsa eşyaları yeni eve taşıdık.
Zemin kat, kuzey cephe, rutubetli, iki oda bir salon ama kirası daha fazla, üstelik aidatı var. Diğer evden daha küçük.
Pazar akşamına kadar evi yerleştirmekle uğraştık. Saat on gibi Ankara’dan dönen Osman, dayalı döşeli evde, “Ne güzel oldu değil mi arkadaşlar.” diyerek bir sağa bir sola gidip geliyordu. Ben bir ‘la havle çektim’, Mustafa bir ‘ya sabır’.
Yeni evimizde hepimizin bir arada olduğu ilk gündü. Oturmuş çay içiyorduk. Derken birden aklıma geldi. “Osman!” dedim. “Senin bilet parasından bir haber çıktı mı?” “Yok.” dedi. “Gelir mi?” dedim. Hayret nihayet ümidini kesmiş, dolandırıldığını kabul etmişti. Peşinden bir de itirafta bulundu.
O gün kira parasını iyi ki yanıma almamışım. Adam beni öyle bir havaya soktu ki ne kadar istese o kadar verecektim. Yanımdaki bütün parayı verdim. Adama o kadar acımıştım ki “Keşke yanımda biraz daha para olsaydı.” dedim. “Birlikte bankamatiğe gittik ama hesabımda para yoktu, eğer kira parası yanımda olsaydı… Bizim havale ahiret hesabına yattı anlaşılan.” dedi.

SALİH KALENDER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder