31 Ağustos 2012 Cuma

YAKAZA

Kelime olarak uyanıklık demek olan yakaza; tasavvuf erbabınca, mebde' itibarıyla Hakk'ın emir ve yasakları karşısında uyanık, titiz ve duyarlı olmak; bir kısım ilâhî ihsanlara mazhariyet mânâsında müntehâ itibarıyla da, değişik makam ve mertebelerin bazı vâridleri karşısında her zaman fikrî, ruhî istikametini koruyup iltibaslara düşmemek ve hep basîret üzere bulunmak demektir. Yakazayı; mübtedîler için, zecr ve men vukuunda bunlardaki maksad‑ı ilâhîyi kavrama; müntehîler için de "kıyam billâh" mânâsına gelen "seyr ilâllah–seyr billâh–seyr fillâh" gibi menzillerin hemen bütününde, her zaman Hakk'ın huzuru mülâhazası içinde bulunup hep temkin u istikameti kollama.. ya da konumunun gerektirdiği mârifet ve şuurla "Ben bir hakir kulum, her nefes muhtaç olduğum Mevlâ'dan nasıl gaflet ederim?" diyerek, hep uyanık, hep mahviyet içinde, hep gözü Hakk'ın kapısının aralığında, mevsimi gelince de iltifat göreceği düşüncesiyle sürekli ümitli; herhangi bir itaba uğrayacağı endişesiyle de kalbi güvercinlerin kalbi gibi tir tir ve her zaman İbrahim Hakkı gibi: "Gafletle uyumak ne revâdır abd-i hakîre Şefkatle nidâ eyleye Rahmân gecelerde" deyip muttasıl teyakkuzda bulunma olarak yorumlayanlar da olmuştur. Yakaza ehli, seyr u sülûk-i ruhanînin hemen her mertebesinde basîret üzere hareket eder ve her davranışıyla: قُلْ هٰذِهِ سَبِيلِي أَدْعُوا إِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَصِيرَةٍ أَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنِي "De ki: İşte benim yolum budur! Ben basîret ve idraklerine seslenerek insanları Allah'a çağırıyorum." hakikatini temsil eder.. duyup işittiği her şeyden kendine göre bir nasihat çıkarır.. gördüğü her nesne ve her hâdiseyi farklı bir ibret levhası gibi değerlendirir ve sürekli tezekkür, tefekkür ve tedebbür ufuklarında dolaşır. Sözlerinde hikmet, sükûtunda ibret, tavırlarında da mehâbet vardır.. karşılaştığı her çehrede Hakk'ı hatırlar ve ürperir, onun simasının müşâhedesinde de hep Hak hatırlanır. Bu mânâdaki yakazaya, basîret üstü istibsar demek de mümkündür ki, bu aynı zamanda sâlikin "akl-ı meâd" itibarıyla diriliş ufku sayılır –bazıları bunu kalbin bir buudu olarak da yorumlamışlardır–. Bu ufku ihraz etmenin önemli bir vesilesi, يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ hakikatinin tekrarı, diğer bir yolu da, لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ بِرَحْمَتِكَ أَسْتَغِيثُ nuranî cümlesinin vird-i zeban edilmesidir. Bu ufku ihraz etmede, "eyyâmullahın mârifeti" sözcüğüyle ifade edeceğimiz, Allah'ın geçmişte mutî kullarına iltifat ve teveccühlerinin, nankörlere de itap ve cezalarının hatırlanmasının da bir müeyyide olarak tesiri büyük olsa gerek. Niyet ve nazar sağlamlığı, bakış zaviyesinin sıhhat ve istikameti ve şartlanmışlıktan uzak kalabilme mânâlarına gelen "ağrazdan selâmet" de bu ufku koruyabilmenin ehemmiyetli kaidelerindendir. Aklı hevâsına teslim, gözleri "eyyâmullah"a kapalı ve bakışlarında inhiraf bulunanların istibsarı söz konusu olamayacağı gibi, böylelerinin teyakkuzu da bahis mevzuu değildir. Şayet teyakkuz; görme, gözetme, görüldüğünün ve gözetildiğinin farkında olmak ise bu, teyakkuz erinin sürekli istibsar yolunda bulunmasına ve hayatını da her zaman hukukullahı görüp gö-zetmeye, ayrıca Hak tarafından da görülüp gözetildiğine bağlamasına vâbestedir. Gözlerini ağyâr rüsûmundan, gönlünü de yabancı hatıralardan sıyanet edemeyen, uyanık sayılmaz ve böyle birinin hangi mertebede olursa olsun güvende olduğu da söylenemez. Aslında güven, güven telaşı içinde ömürlerini geçirenlere Hakk'ın hususî bir atıyyesidir; dolayısıyla da kendini mutlak güvende sayanların emniyeti söz konusu değildir. Göz ve gönlün yakazası, Hakk'ın her an her hâlimize nigehbân bulunması şuuruyla, his, idrak, irade ve kalblerimizle O'na tahsis-i nazar ederek ömrümüzü hep O'nun huzurunda bulunma âdâbıyla sürdürmektir. Nazmu'l-Makamât sahibi bu mülâhazayı şöyle resmeder: تَوَجَّهْ إِلَـى الذَّاتِ الْعَلِيَّةِ دَائِمًا بِـغَـايَـةِ فَقْرٍ وَابْتِهَالٍ تَـذَلُّلَا إِلٰى أَنْ غَدَا هٰـذَا التَّوَجُّهُ لَازِمًا لِقَلْبِـكَ لَـوْ تَنْفِيهِ لَـنْ يَتَزَيَّلَا وَهٰذَا يُسَمّٰى بِالْحُضُورِ لِعُرْفِهِمْ وَهٰذَا هُوَ الْمَقْصُودُ مِـنْ ذِكْرِهِ الْعُلَا "Her zaman Yüceler Yücesi O Zât'a tezellül göstererek iki büklüm ol; ol ve fevkalâde bir fakr u ibtihalle O'na yönel!. Hem öyle bir yönel ki, bir gün sen o teveccühten vazgeçsen bile, kalbin kat'iyen sarsılmamalı ve yerinde kalakalmalıdır. İşte, hakikat erlerinin kendi aralarında huzur dedikleri de budur.. ve o Yüce Zât'ı zikirden maksat da bu olsa gerek." Evet, dikkatleri belli bir noktaya toplayarak "Hak benim bütün davranışlarıma nigehbân bulunuyor." şuuru ve idraki içinde bulunma; "O her zaman beni gördüğüne göre –bir ölçüde "ihsan" mânâsıyla da irtibatlı görünüyor– ben de her zaman temkinli ve tetikte olmalıyım." mülâhazasıyla, avını bekleyen bir avcı gibi, göz kırpmadan, sürekli O'ndan gelecek vâridâtı bekleme; dahası لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللّٰهِ hakikatine tam itimatla, O'ndan başkasına kat'iyen arz-ı hâcette bulunmama; her yerde ve her zaman O'nu arama, O'nu sorma ve O'na ulaştıracak yolları kollama, müteyakkız bir sâlikin her zamanki hâlidir ve böyle bir hak yolcusu ömür boyu Cenâb-ı Hakk'ın riayet ve inayeti altındadır. Bu mansıbın en büyük kahramanı Hz. Sultanu'l-müteyakkızîn: "Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz." buyurarak böyle bir yakaza-i dâimeye işaret buyururlar. Dünyada bu hakikate kapalı yaşayanlara tembih sadedinde, o nur medresenin en mümtaz talebelerinden biri sayılan Hz. Ali de: "İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar." sözleriyle yakazanın ayrı bir buuduna dikkatleri çeker. اَللّٰهُمَّ عَفْوَكَ وَعَافِيَتَكَ وَرِضَاكَ وَتَوَجُّهَكَ وَنَفَحَاتِكَ وَأُنْسَكَ وَقُرْبَكَ وَصَلِّ اللّٰهُمَّ عَلٰى سَيِّدِ الْمُقَرَّبِينَ مُحَمَّدٍ حَبِيبِكَ وَرَسُولِكَ وَعَلٰى اٰلِهِ وَأَصْحَابِهِ الْمُشْتَاقِينَ إِلَيْكَ *Bu yazı Sızıntı dergisinin Ocak 1999 tarihli 240. sayısından alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder