24 Kasım 2011 Perşembe

TOPAL SAKSAĞAN

Şimşek çaktı, gök gürledi, yağmur başladı. Toprak suya kandı, çiçekler boy attı, ortalık gülistan oldu. Gören gözlere âlem bir içim su oldu. Cümle canlılar suya doydu, kardeşçe yaşamaya durdu.
Saksağan daldığı hayalden sıyrıldı, kanatlarını çırpıp kurulandı. Hopladı, zıpladı, bir dala kondu. Çevresini seyre daldı.
Dört bir yan bahardı. Çiçekler burcu burcu kokuyor, kuşlar tatlı tatlı ötüyor, sular şırıl şırıl akıyordu. Gökyüzünde parlayan güneş, bir anne sıcaklığı ile her şeyi kucaklıyordu.
Saksağan siyah beyaz tüylerinin parlaklığından, gagasının ölçülü uzunluğundan, bacaklarının kıvraklığından, kanatlarının çevikliğinden, boyundan posundan memnun, mutlu-mesut yaşıyordu.
Bu mutluluğu kekliği görünceye kadar bir ırmağın akışı gibi kesintisiz devam etti.
Saksağan, konduğu daldan yunmuş yıkanmış baharın gülen yüzüne bakıyordu. Kavakların arasındaki pınarın başına süzülüp inen bir keklik gördü. Bir olağanüstülük aradı türkülerde anlatıla anlatıla bitirilemeyen keklikte:
— Mat, gri tüyleriyle karatavuk gibi bir şey. Boynu kınalıymış, olsa ne olur, olmasa ne! Yiğidi öldür, hakkını ver, demişler. Sesi güzel. Bir sesten ne olur ki! Şöyle bir yürüse de övülen sekişini görsem, diye söylendi.
Keklik, tedirgin bakışlarla çevresini süzdükten sonra dans eden gelin kızlar gibi sekerek gökten yıldız kayar gibi pınara sokuldu. Nazlı nazlı suyunu içmeye başladı.
Saksağanın feleği şaştı. Gözlerini ovuşturdu yanılsama sanarak. Şaşkınlıktan küçük dilini yutuyordu az daha.
Gözlerini kocaman kocaman açtı. Kekliği incelemeğe koyuldu. Sayıklar gibi konuşmaya başladı:
— Bugünden tezi yok çalışmaya başlayacağım. Keklikten neyim eksik? Ben de gelin gibi süzüleceğim çayırlar üstünde.
Keklik, geldiği gibi ince, hoş sekişlerle pınarın önünden çekildi. Kanatlarını açıp bir ok gibi gökyüzüne fırladı, gözden kayboldu. Meydan saksağana kaldı.
Saksağan pınarın önüne uçup kondu. Başladı çalışmaya. Durup dinlenmeden saatlerce çalıştı. Ondan sonraki günlerde de bıkıp usanmadan çalıştı, çalıştı…
Çalışmak iyi, güzel, hoş da, bir işe kalkışmadan önce ölçüp biçmek, durup düşünmek gerek. Ne kadar çalışırsa çalışsın kartal bülbül gibi ötemez, serçe devekuşu gibi koşamaz. Yapılacak iş yaratılıştan getirilen özelliklere, beden yapısına, bilmem daha nelere nelere uygun olmalı. Hayal kırıklığına uğramamak için ince eleyip sık dokumak, ayağını yorganına göre uzatmak gerek. Ondan sonra işe koyulmak, azimle çalışmak hedefe ulaştırır yola çıkanları. Körü körüne taklit köreltir yetenekleri.
Saksağan, yürüyüşünün değiştiğine inanınca:
— Yoruldum ama, buna değdi. Artık yürüyüşte de keklikten daha iyiyim, dedi.
Burnu Kafdağı’nda, çalımlı çalımlı yürürken çevreden gören kuşlar koşup geldi. Saksağanın topallar gibi aksak aksak yürüdüğünü görünce kahkahalarla gülmeye başladılar.
Birbirlerine saksağanı göstererek:
— Bak şunun yürüyüşüne, ne komik! Başkasının yürüyüşünü taklit edeyim derken kendi yürüyüşünü kaybetmiş, diye gülüyorlardı.
Saksağan ne kadar kötü yürüdüğünü kuşlar gülünce anladı. Kendi gibi yürümek istedi, başaramadı. Ne o olabildi, ne kendisi. İki ara bir derede kaldı. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu. Ölçüp biçmeden bir işe kalkışmanın cezasını ağır ödedi. Ne kendine has ritmi kaldı yürüyüşünün ne heybeti. Ağır aksak sekmeğe başladı. Bundan sonra adı topal saksağana çıktı.

Ergül ALTAŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder