10 Nisan 2013 Çarşamba

ÜLKEMİZİN KALKINMASINDA EĞİTİMİN ROLÜ

Kalkınmada Eğitimin Rolü
Prof. Dr. Yahya Kemal KAYA Eğitim ile toplumsal gelişmeler arasında ilişkiler olduğunun bilinmesi yeni değildir. Tarihe bakıldığında Eski Yunan ve İslam düşünürlerinin çalışmalarında, eğitimin önemine ilişkin ilginç görüşler belirttikleri görülmektedir. Günümüze kadar uzanan dönem içinde pek çok ekonomistin, sosyal ve siyasal bilimcinin kalkınmada eğitimin çok önemli bir rolü olduğunu ileri sürdükleri bilinmektedir. Özellikle 1960 yılından beri okur-yazarlık oranı, ilk, orta ve yükseköğretimdeki okullaşma oranı, eğitim teknolojisinin yaygınlık derecesi, eğitim ve öğretim programlarının niteliği gibi pek çok ölçütle belirlenen eğitim düzeyinin yükseltilmesi; bütün toplumsal, ekonomik, yönetimsel ve siyasal gelişmeler-kısaca kalkınma- için bir önkoşul olarak düşünülmektedir. Başka bir deyişle başarılı bir kalkınma süreci, toplumu değişim bilincine kavuşturmaya dayanır. Değişim bilincine kavuşmanın ilk adımı da eğitimdir. Bir ülkenin kalkınması, o ülke halkının gelişmesine sıkı sıkıya bağlıdır. İnsanları geliştirmek, onlara kalkınmaya uygun davranışlar kazandırmak da ancak eğitimle olur. Kalkınma, davranışların rasyonelleşmesini gerektirir. Rasyonel davranışlar, ancak kafalarda devrim yapılması ile sağlanır. Bunun için de gelişmeye açık kafalar gerekir. Gelişmeye açık kafalar oluşturmanın yolu da eğitim anlayışını değiştirmeden geçer. Kaba gözlemlerle bile bugün, dünyamızda eğitim düzeyi yüksek olup da geri kalmış bir toplum gösterilemeyeceği gibi, eğitim düzeyi düşük olup da sanayileşmiş, kalkınmış bir toplum da gösterilemez. 1960’lı yıllarda yapılan çok sayıdaki araştırma; kişi başına düşen milli gelirin ve diğer ekonomik göstergelerin artışı olarak tanımlanan ekonomik büyümeyle, geleneksel-tarımsal toplumdan geçiş toplumuna, sonra da sanayileşmiş çağdaş topluma geçiş olanak tanımlanan toplumsal değişmeyle ve demokratlaşma olarak tanımlanan siyasal gelişme süreçleriyle, toplumların eğitim düzeyi arasında ilginç ilişkiler olduğunu ortaya çıkarmıştır. Böylece kişi başına düşen milli gelir, ya da ekonomik büyüme ile eğitim düzeyi arasında doğru orantılı bir ilişki olduğu anlaşılmıştır. Hatta bazı ekonomistler daha da ileri giderek; hangi okur-yazarlık oranının kaç dolarlık kişi başına düşen milli geliri sağlayabileceğini gösteren tablolar bile hazırlamışlardır. Bu nedenle her koşulda geçerli olmamakla birlikte, söz konusu bir ülkenin okur-yazarlık oranı bilinince, o ülkenin kişi başına düşen milli gelirini, kişi başına düşen milli geliri bilinince de, okur-yazarlık oranını yordamak (tahmin etmek) mümkün olmuştur. Siyasal Yönetim Biçimleri ve Eğitim Düzeyi Ünlü siyasal bilimci yazarlar Gabriel A. Almond ve James S. Coleman dünyamızda uygulana gelmekte olan siyasal yönetim biçimlerini üç gruba ayırmaktadır: 1. Otoriter siyasal sistemler
2. Yarı-demokratik siyasal sistemler
3. Demokratik siyasal sistemler Yazarlara göre bu siyasal yönetim biçimlerinden her biri; geleneksel, çağdaş ya da karma siyasal kurumlara sahip olabilirler. Aynı yazarlar, bu siyasal sistemlerin geçerli olduğu ülkelerdeki zenginlik, sanayileşme, kentleşme ve eğitim düzeyi gibi kalkınma ölçütlerini de gözden geçirmişler ve ilginç bulgular ortaya çıkarmışlardır. Konuya biraz yakından bakalım. 1. Otoriter Siyasal Sistemler Dünyamızdaki ülkelerin pek çoğu politikaların; tek adam, tek bir grup, ya da tek bir parti tarafından yönlendirildiği, “Baba en iyisini bilir" felsefesinin geçerli olduğu otoriter siyasal sistemlerle yönetilmektedir. Bu ülkelerde karşıt gruplara örgütlenerek kendilerini ifade hakkı tanınmamaktadır. Yönetimi ellerinde tutanlar, genellikle kelleyi koltuğa alıp eski yönetimi devirerek, ‘ülkeyi daha iyi yönetmek amacıyla’ devrim yapmış aydınlardır. Çoğu dünyanın diğer ülkelerini görmüş, oralarda eğitim yapmış, dünyadaki diğer siyasal yönetim biçimlerini, demokrasiyi bilen; komutanlar, polis şefleri, üst bürokratlar gibi toplumdaki rol ve statüleri önemli olan aydınlardır. Geleneksel siyasal kurumların yaygın olduğu otoriter toplumlarda, siyasal ve ekonomik alanda uzmanlaşma gelişmemiştir. Siyasal, ekonomik, askeri, sağlık, din vb. alanlara ilişkin tüm işlevler bir kişinin, ya da bir grubun elinde toplanmıştır. Tarıma dayalı kırsal nüfus, halkın büyük çoğunluğunu oluşturur. Bununla birlikte; nüfusun çoğunluğunun yaşadığı kırsal kesime okul ve öğretmen ulaştırılamamıştır. Oralarda kendilerine yetecek ve yönetici azınlığın payını ayıracak kadar (vergi) üretim yapmak yeterlidir. Bu yüzden de kişi başına düşen milli gelir düşüktür. Sanayileşme yeni başlamış, ya da ideal olarak kalmıştır. Toplumsal ve coğrafi hareketlilik; çağdaş sektörlerde hızlı, diğer sektörlerde yok denecek kadar yavaştır. Kısmen etnik, dinsel, kültürel ve ırksal nedenlere; kısmen de çağdaşlaşma sürecinin sınırlı ve yavaş işleyişine bağlı olarak, bu toplumlarda ulusal birlik ve bütünlük sağlanamamıştır. Bu toplumlar, çağdaş toplumun en belirgin özelliği olan çoğulcu toplum olma özelliğine sahip değillerdir. Bu toplumlarda; kabile, etnik grup, ırk, din mezhep ve çevre ekonomik yapısı insanları bir arada tutan egemen değerlerdir. Bu grupların ısrarlı varlığı ve insanlar üzerindeki etkisi, ulusal bir topluma bağlılık duygusunun, dolayısıyla ulusal birlik duygusunun oluşmasını geciktirir. Böyle toplumlarda, kişi davranışları genellikle, geleneklerle belirleniyor ve insanların dünyaları, dünya görüşleri bağlı oldukları gruplarla sınırlı kalıyor. Dış dünyaya açılma çok yavaş çok seyrek oluyor. Bu durum, böyle toplumların değişmeye, yenileşmeye karşı direnişlerinin nedenini açıklayıcı niteliktedir. Bu toplumlarda; geleneksel kitleler ile azınlıktaki Batıya yönelmiş elit arasında dünya görüşü ve yaşam biçimi yönünden bir uçurum bulunmaktadır. Toplumda siyasal ve yönetimsel kurumları kontrol eden, tüm toplum adına karar veren ve hareket eden azınlıktaki bu ikinci gruptur. Bu azınlıktaki aydınlar; toplumdaki siyasal etkinliklerin ve toplumsal değişmenin merkezinde yer alırlar. Bu toplumlarda; katılımcı siyasal etkinlikler oldukça sınırlıdır. Bununla birlikte tek liste, açık oy, gizli ayrımlı da olsa seçim vardır. Seçimler, genellikle seçmene sunulan tek listenin yüzde 95-96 gibi ezici çoğunluğuyla sonuçlanır. Böylece; yüzde 4-5 gibi de olsa, karşıt grupların bulunduğu, demokratik yönetim olduğu gösterilmeye çalışılır. Çünkü; varolan rejimin babaları olan liderlerin hedefleri, ülkelerini demokrasiye götürmektir. Onlar genellikle demokrasiye inanmışlardır. Ancak; “Daha vakit erkendir! Halkın eğitim düzeyi demokrasiyi yaşatacak düzeye gelmemiştir. Bir gün; eğitim düzeyi yeterli duruma geldiğinde, karşıt partilere de izin verilecek, serbest seçimler yapılacaktır.” Zaten bu siyasal rejimlerin adlarında bile demokrasi sözleri geçmektedir. Halk Demokrasisi, Afrika Demokrasisi, Güdümlü Demokrasi, Kooperatif Demokrasi, Arap Demokrasisi gibi adlar, büyük bir olasılıkla, bu rejimin liderlerinin hedeflerini göstermektedir. Ne var ki; genellikle bu liderler, hedefledikleri demokrasiyi kuramadan, “ülkeyi kurtarmak” üzere harekete geçen başka bir kişi, ya da grup tarafından yapılan bir devrimle yönetimden uzaklaştırılırlar. İster geleneksel, ister çağdaş, ister karma siyasal kurumlara sahip olsun, otoriter siyasal yönetime sahip olan ülkelerde, okur-yazarlık oranı, her alanda okullaşma oranı -kısaca eğitim düzeyi- özellikle bu rejimlerin geldiği dönemlerde, çok düşüktür. Bu ülkeler de; zamanla, eğitim düzeyi, okur-yazarlık oranı yükseldikçe toplum yeni bir siyasal aşamaya gelebiliyor. 2. Yarı-Demokratik Siyasal Sistemler Tüm işlevlerin tek kişi ya da grubun tekelinden kurtularak yeni güç odaklarının oluştuğu, belirli işlevlerin bu güçlerin eline geçmekte olduğu siyasal sistemlerdir. Bu sistemler içinde bir yaş da birden fazla muhalefet partilerine izin verilmiş parlamentoya, anayasa mahkemesine, gizli oy, açık ayırtma dayalı seçim gibi demokratik kurumlara sahip olan; fakat henüz halkın yegane siyasal güç durumuna gelemediği siyasal yönetim biçimidir. Siyasal yaşamda etkin başka güçler vardır. İktidarların; seçmene rağmen, seçmen dışı güçler tarafından değiştirilebildiği, bu toplumlarda zaman zaman görülür. Ayrıca; yani-demokratik siyasal sistemle yönetilen ülkelerde; etnik ayrılıklar, dinsel nedenler, ekonomik bağımlılık ve okur-yazarlık oranının düşüklüğü seçmenin siyasal bağımsızlığını engelleyebilmektedir. Fred Riggs’in Prizma Toplumu’nun ya da ünlü sosyolog Daniel Lerner'in Geçiş Toplumunun (Transitional Society) tüm özellikleri yani-demokratik siyasal sistemlerin geçerli olduğu ülkelerde açıkça görülür. Eski ve yeni kurumların, eski ve yeni kurumlara bağlı grupların yan yana bulunduğu, birbirine yan bakıştığı, birbirleriyle didiştiği bir aşamadır geçiş toplumları. Giderek uzmanlık alanlarının doğduğu, pazar ekonomisinin başladığı, sosyal güvencelerin istenmeye başlandığı bir aşamadır geçiş toplumları. Toplumda tüm işlevleri ellerinde tutan yönetici azınlığa yeni ortaklar çıkar bu aşamaya gelinirken... Bazı işlevlerini yitirirler yönetici gruplar. Kuvvetler ayrımı başlamıştır, fakat henüz berrak değildir. Prizmanın içindeki renkler gibi. Çağdaşlaşma çabası içinde olan bir toplumdur geçiş toplumu. Burada; eğitimin en önemli rolü, çağdaşlaşma için gerekli olan iletişim ağını oluşturmuş olması ve yaygınlaştırmasıdır. Kitle iletişim araçlarının gelişmesi, özellikle radyo ve TV, bu toplumları dış dünya ile sürekli ilişki içine getirmektedir. Fakat bunların (radyo, TV) eğitilmemişlere getirdiği mesajlar tam değildir ve kalıcı olmaktan yoksundur. İşlevsel okuryazarlık, bu sakıncaları büyük ölçüde giderecektir. Bununla birlikte; bu toplumlarda bugün gelişen teknoloji karşısında aydınlar arasındaki işlevsel bilgisizlik (functional illiteracy) en önemli sonun durumuna gelmektedir. Bu aşamada kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla meydana gelen tutum değişmeleri ve giderek gelişen çelişkili beklentiler, çeşitli grupları köklü değişmelere iter. Siyasal ve toplumsal tansiyon artar. Oysa siyasal gelişme, yerel ve grup çemberinin ötesinde, ulusal birliği hızlandırıcı çabaları gerektirir. Eğer biçimsel olarak var olan siyasal sistem, özde de sağlıklı işlemek zorunda ise ulusal duyguların gelişmesi ve ortak değerlerde anlaşma sağlanması son denece gereklidir. Vatandaşlar çağdaşlaşma gereğinde uyumlu bir biçimde birleşemezlerse ve farklı görüşler, farklı istekler hoşgörü içinde bin arada; en doğruyu, en güzeli bulmaya yönlendirilmezse, toplumun siyasal yaşamına vatandaşların aktif ve bilinçli katkıları sağlanamaz. Bunu sağlamak için atılacak ilk adım da; ülkede çağdaşlaşmayı, demokratlaşmayı hedeflemiş, ulusal ideallerle beslenmiş eğitim düzeyini yükseltmektir. Biçimsel olanak demokrasinin var olduğu, fakat sağlıklı işlemediği, sık sık kazalara uğradığı bu ülkelerde, okur-yazarlık oranın in %50-90 arasında değiştiği, eğitimin kırsal kesime doğru yaygınlaştığı, meslek okullarının çoğalmaya başladığı görülebilmektedir. 3. Demokratik Siyasal Sistemler Bunlar; seçmene çeşitli seçeneklerin sunulabildiği çoğulcu, özgürlükçü demokrasinin sağlıklı olarak yaşayabildiği, adına çok partili demokrasi de denen siyasal sistemlerdir. Bu sistemler; her türlü görüşün siyasal arenada bir hizmet yarışı ve barış içinde bir arada bulunabildiği, hoş görünün egemen ve seçmenin siyasal iktidarları belirlemede ve değiştirmede tek etkin güç olduğu siyasal sistemlerdir. Bunlar; sivil yönetimin mutlak üstünlüğünün bulunduğu, seçmenin ve kamuoyunun siyasal kararların oluşmasında belirleyici olduğu, ilgi gruplarının ve meslek gruplarının örgütlenerek çok sayıda güç odağı oluşturdukları, her alanda yeni toplumsal güçlerin ve dengelerin var olduğu bir aşamada bulunan siyasal sistemlerdir. Demokratik siyasal sistemlerin sağlıklı bir biçimde yaşayabildiği ülkelerde; okur-yazarlık oranı yüzde 100’e ulaşmıştır. İlk ve ortaöğretim sorunu kalmamış, yükseköğretimde okullaşma oranları yüzde 50'lere ulaşmıştır. Böyle bir toplumda yaşayan bir kişinin, geri kalmış (geleneksel) bir toplumda yaşayan bir kişiye göre 100 kat fazla bilgi-haber sağlayabildiği tahmin edilmektedir. Bu bilgilerin yüzde 601 da okuma yoluyla kazanılmaktadır. Özet olarak; siyasal bilimciler, siyasal gelişme, yani demokratlaşma ile eğitim düzeyi arasında doğrusal ilişkiler olduğuna dikkat çekmektedirler. Girmek için başvurduğumuz Avrupa Topluluğu ülkelerinin tümü, Coleman’ın yarışmalı siyasal sistem (competitive) olarak adlandırdığı demokratik siyasal sistemle yönetilmektedir. Bu durum; bu siyasal yönetim biçiminin temel öğelerine daha yakından bakmayı gerekli kılmaktadır. Çağdaş Toplumun özellikleri ve Demokratik Siyasal Sistemin öğeleri Girmek için başvurduğumuz Avrupa Topluluğu ülkelerinde kurumlaşmış olan ve kazasız olarak işleye gelen siyasal yönetim biçimi; yarışmaya dayanan demokrasidir. Bu toplumlar, sosyologların verdikleri tanımlara göre modern toplumlar, çağdaş toplumlardır. Demokratik siyasal sistemlerle yönetilen çağdaş toplumların ilk bakışta görülen özellikleri şunlardır: • Kentleşme, büyük orandaki kentli nüfus, kentsel ve kırsal kesimde benzer yaşam standardı, yüzde 10’un altına düşmüş tarımsal nüfus.
• Okur-yazarlık başta olmak üzere eğitimin her düzeyinde ve kültüre ilişkin göstergelerde yüksek oranlar.
• Kişi başına düşen yıllık milli gelirin yüksek oluşu, yüksek yaşam standardı, güçlü bir orta sınıf.
• Yüksek teknoloji.
• Yüksek derecede sanayi ve ticarete dayalı ekonomi.
• Çağdaş, toplumsal ve ekonomik süreçlere halkın yaygın olarak katılımı.
• Yaygın sosyal ve ekonomik güvenceler.
• Kişisel insiyatifin ve insan haklarının sistemin merkezi olması. Öte yandan; çağdaş siyasal sistem olan çoğulcu demokrasinin en belirgin öğeleri şöylece özetlenebilir: 1. Farklılaşma (çoğulcu toplum, ilgi ve uzmanlaşmaya dayalı farklılaşma).
2. Açıklık.
3. Siyasal ve yönetimsel yapıda işlevsel belirginlik (kuvvetler ayrımı).
4. Seçenek çokluğu ve seçenekler arasında yarışma.
5. Ulusal bütünlük. Eğitim düzeyi ile ekonomik büyüme ve siyasal gelişme arasında olumlu bir korelasyon bulunmaktadır. Sağ ve sol dikta rejimlerinde; baskılara, haksızlıklara karşı baş kaldıranların, insan hakları savunuculuğu yapanların, bu yüzden “rejim karşıtı”, “halk düşmanı” gibi suçlamalarla cezaevlerinde ömür tüketenlerin, ya da akıl hastanelerinde “mikroplaşmış beyinleri" tedavi edilenlerin, o toplumun en iyi eğitim görmüş kesimlerinde görülmesi ve toplumda şair, bilim adamı gibi kişilerin hep aydınlar arasından çıkması, eğitim düzeyi ile demokratlaşma arasındaki olumlu korelasyonun varlığını kanıtlamaktadır. Abece 102,1995. 26-28.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder