12 Şubat 2012 Pazar

İfrat-tefritler arası dengeli olma

Korku, insanda ayrı bir histir. Allah'a karşı bir rehber, bir havf, bir mehabet için verilmiştir.



"O muttakiler, görmedikleri halde Rab'lerini gıyabında tazim eder ve hem de kıyametten, o dehşetli andan korkup tir tir titrerler." (Enbiya, 21/49) diyor Kur'an-ı Kerim. Ama insan bu hissi burada değil de olur olmaz her şeyden korkmak suretiyle kullanırsa tefrit eder. Gökte şimşek çakar, korkar. Bir yerde gürültü-patırtı olur yüreği ağzına gelir. Aç kalacağım diye ürker. Gün gelir bir yerde korku başına bela olur.

Ahireti bile umursamayacak ölçüde hiçbir şeyden korkmama ise ifrattır. Gözünü budaktan esirgemez derler ya, işte bu hal içinde bulunma; intihar komandoları gibi. Adl u istikameti, onu gerçek sahibine vermekle olur. Dağınıklıktan kurtulur, derlenir, toparlanır insan o zaman. Yani sadece Allah'tan korkar, ciddi bir mehabet ve mehafet hissiyle O'na yönelir ve bütün o yapmacık korkulardan sıyrılmış olur.

Hasılı, her bir duygunun bir ifrat bir tefrit, bir de dengeli olan yanı var. İnsan bunlardan dengeli, defter-i hasenâtına hayırlar yazılmasına vesile olabilecek yanı seçecek, günahlara bakan tarafa yönelmekten/yönlendirilmekten sakınacak ve böylece adaleti sağlayacak. "Allah adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder. Hayasızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir." (Nahl, 16/90) ve "Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet numunesi şahitler olun! Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur. Allah'a karşı gelmekten sakının! Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır." (Maide, 5/8) ayetleri bu hakikati anlatmaktadır. Günümüzde içtimaî adaletin gerçekleşmesi sağlam iman ve Müslümanlığın doğru yaşanmasına bağlıdır. Bu olursa devletin kanunlarla tepenize binmesine, dayatma ve baskı yapmasına gerek kalmadan siz yapılması gerekli şeyleri içinizden gelerek yaparsınız. Bir başka tabirle adil olursunuz. Hazreti Ömer, Ömer b. Abdülaziz gibi büyük ölçüde Sahabe ve Tabiin efendilerimiz ve nice İslam büyükleri gibi adil olur, adaletle davranırsınız.

Mü'mince duygularda adalet ve istikamet

İfrata ve tefrite girmeden din-i mübinin emirlerini yerine getirmeye adalet denir.Ya da Allah tarafından ortaya konmuş, insan ve toplumdaki umumi ahenk ve dengeyi sağlayacak değerler bütünüdür adalet. Adalet, lügat itibarıyla birinin veya bir şeyin diğerine denk olması anlamına gelir.

İslam alimleri Allah'a kul, Peygamber'e ümmet olan bir insana, ferdî, ailevî, içtimaî alanlarda terettüp eden sorumlulukların hepsini adalet sözcüğüyle ifade ediyorlar. İçtimaî münasebetler, idarî esaslar hep adalet kavramının muhtevası içinde.

Adaletin bir de "insaf" manası var ki bu da dengeli davranma demektir. Hakkınızı almak ya da bir hakkı yerine getirmek istediğinizde dengeli davranmak da adalettir. Çünkü bu tür durumlarda insanlar genelde hakka, hakkaniyete çok riayet edemeyebilirler ki bu da insafla aşılabilir.

Adaletin ilk adımı ferdin şahsi hayatında Müslümanlığını yaşaması ile atılır. Sonra daire genişletilir, aileden topluma uzanan çizgide ibadet duygusunun, ibadet duygusu içinde itidalin ve aynı zamanda istikametin hakim olması adımları gelir. "Âdalet edin. Takvaya en yakın olan şey adalet ve istikamettir." (Maide, 5/8) buyuruyor Kur'an. Haddizatında Kur'an'dan istifadenin yolu takvadan geçer ve takva ile en içli-dışlı olan şey adalet ve istikamettir. Her cuma hutbelerde okuduğumuz, dinlediğimiz "İnnallâhe ye'müru bi'l-adli ve'l-ihsani..." (Nahl, 16/90) ayetinde de ilk önce adalet emrediliyor, sonra ihsan geliyor. Yani kulluğu yerine getirirken Allah'ı görüyor gibi yerine getirme, yapacağı her şeyi Allah tarafından görülüyor mülahazasıyla yapma. Sonra yakınlardan başlayarak yardımda bulunma.

Dinin istikamet içerisinde yaşanması da adaletin ayrı bir tezahürüdür aslında. Üstad Bediüzzaman; akıl, şehvet, gazab gibi üç esasın adl u istikamet üzere kullanılmasını anlatır. Bazı eserlerinde inat ve hırs gibi duyguları da buna ilave eder, bunların ifrat ve tefriti adına örnekler verir.

Niye bana da İhsan Etmesin ki?

Hasedi yani insandaki çekememezlik ve kıskançlık hissini ele alalım. Herkesi ve her şeyi kıskanma ifrat, hiçbir şeyin umurunda olmama, boş verme tefrit. Ortası gıptadır bunun. Madem çekememezlik duygusu size verilmiş, onu istikamet ve adl üzerine kullanın ki o da gıptadır. "Allah falana şunu ihsan etti, niye bana ihsan etmesin ki. Zaten O'nun rahmeti çok geniş." demek lazım. Dikkat edin "Niye ona ihsan etti ki!?" değil. Bu mahzurlu. Ya da alâkasız kalma, o da mahzurlu. "Niye bana ihsan etmesin ki?" Mahzursuz olan budur. Zaten "İşte yarışacaklarsa insanlar, bu Cennet devletine konmak için yarışsınlar! (Mutaffifîn, 83/26) buyuruyor Kur'an-ı Kerim.

Misalleri çoğaltabilirsiniz. Mesela cerbeze ve demagoji, aklın kullanılmasındaki ifrat durumudur. Tefriti ise âtıl, tembel, uyuşuk, miskin olmak, her şeye eyvallah demek. Ama hakk u hakikati kabul, din-i mübinin emirlerine muhatap olma, tenevvür etmiş hâliyle kalbe refâkatı, mükellefiyetin şuurluca idrakinde bulunma, içtihadî faaliyetler... onun adl u istikamet içinde kullanımı demektir.

İnsana verilmesi kötü gibi görünen bir başka duygu var: inat. Doğru olmayan, yanlışlığı muhakkak bir meselede diretme, illâ böyle olacak deme ifrattır. Yanlışlar karşısında hiç dayanamama, direnmeme, karşı koymama... bu da tefrit. Adl u istikameti ise hakta sebattır. "Ben hakkı duydum, tanıdım. Beni makasla doğrasanız, demir taraklarla etimi kemiğimden ayırsanız dinimden dönmem." deme inadın müspet olarak kullanılmasıdır.

Gayz, kendi kendine kaynayıp köpürme demek. Kur'an cehennemi tasvir ederken "Cehennem, gayzından, öfkesinden neredeyse çatlayacak haldedir." (Mülk, 67/8) ayetiyle anlatır bunu. İnsan da bazı hadiseler karşısında köpürüp çatlayacak hale gelir. Bazen de hiçbir şeyden anlamaz, duymaz, umursamaz, neme lazımcı tavır takınır. Denize atsan böylelerini üzerine bir damla nem bulaşmıyor. Havadan nem kapma bir ifrat, denize atıldığında ıslanmama bir tefrittir. Aynen böyle de, olmayacak şeylerden dolayı köpürüyor insan. Mesela ortada öyle bir durum söz konusu olmasa bile "hakkım yendi" iddiasıyla adam dövünüyor, yırtınıyor, kahroluyor, kan kusturdunuz tafraları yapıyor. Halbuki çok basit bir şey bu. Bu şekilde gayz etmenin, bu kadar küplere binmenin de âlemi yok. Çünkü Allah var, ahiret var, hesap, mizan, Cennet, Cehennem var. Fakat aynı adam Allah'ına, Peygamber'ine küfredildiği zaman hiç ortalıklarda yok. Şahsî dünyası, menfaati ile alakalı şeylerde yeri göğü inleten bu insan ağız dolusu dine-diyanete hem de her gün küfredenler karşısında hiç rahatsız olmuyor, rahatlıkla başını yastığa koyup miskin miskin uyuyabiliyor. İşte bunun biri ifrat diğeri tefrit. Adl u istikameti ise yerinde, usûlünce tepkide bulunma.
Evet, insan Allah'a, Peygamber'e küfredildiği zaman Ashab-ı Kefh gibi "Onlar ayağa kalkıp 'Rabb'imiz,' dediler, 'göklerin ve yerin Rabb'idir. Ondan başka hiçbir ilaha yönelmeyiz. Şayet böyle bir şey yapacak olursak, gerçek dışı, pek saçma bir söz söylemiş oluruz.' (Kehf, 18/14) diyemiyor, için için kaynayıp köpüremiyor, ne yapabilirim diye uykuları kaçmıyorsa Hak adına hiçbir gayreti yok demektir.

1- Allah tarafından ortaya konmuş, insan ve toplumdaki umumi ahenk ve dengeyi sağlayacak değerler bütününe ve ifrat ve tefrite girmeden din-i mübinin emirlerini yerine getirmeye adalet denir.

2- Üstad Bediüzzaman'a göre insanda akıl, şehvet, gazab, inat ve hırs gibi birtakım duygular vardır ki bunların, ifrat ve tefrite girilmeden adl u istikamet üzere kullanılması büyük bir önem taşır.

3- Şahsî dünyası, menfaati ile alakalı şeylerde yeri göğü inleten bir insan, ağız dolusu dine-diyanete küfredenler karşısında hiç rahatsız olmuyorsa, Hak adına hiçbir gayreti yok demektir.

Soğuk hava, kalp hastaları için tehlikeli

Soğuk hava, kalbin iş yükünü artırıyor. Bu da kalp hastalarında riski artırıyor.



Kalp hastaları bu havalarda mümkünse dışarı çıkmamalı, yürüdüğünde rüzgârı arkaya almalı. Sema Hastanesi kardiyoloji uzmanı Dr. Ali Soner Demir, soğuk havalarda vücut yüzeyindeki damarların büzüşmesi nedeniyle kalbe dönen kan miktarının arttığını ve bu durumun da kalbin iş yükünü artırdığını söylüyor. "Önemli derecede koroner arter hastalığı olan kişilerde kalp soğuğa maruz kaldığında yeterince beslenemez ve oksijenlemez." diyen Demir, kalbin zorlanmaya başladığını, göğüste ağrı, nefes darlığı ya da çarpıntı gibi semptomların ortaya çıktığını belirtiyor. Demir, bu nedenle, altta yatan koroner damar hastalığı olanların soğuk ve rüzgârlı havalarda göğüs ağrılarının arttığını, kalbinin sıkıştığını ifade ediyor. Bu durumlarda nadir de olsa kalp krizi ve ani ölüm riski de görülebildiğini aktaran Demir, "Kalp hastaları soğuk havalarda mümkünse fazla dolaşmamalı, yürürken rüzgâra karşı değil, rüzgârı arkaya alarak yürümeli ve soğuğa karşı koruyucu özelliği olan yünlü kıyafetleri tercih etmeli." uyarısında bulundu.

Çocuğa nimetin kıymetini nasıl öğretmeliyim?

Yere düşen ekmek gördüğümüzde kaldırır, yüksek bir yere koyarız. Hatta öpüp alnımıza koyar, öyle bırakırız.



Ekmeğe gösterilen bu saygı ve nimetlere şükür, günümüz çocuklarına yeterli öğretilmiyor. Hatta bu nimetlere şükürsüzlükle de sınırlı kalmıyor, hiçbir şeyden memnun olmayan yeni nesiller yetiştiriliyor. Verilen nimetlere karşı şükür ve saygı hissiyatları geliştirilmediği takdirde çocukta nankörlük, duyarsızlık oluşuyor.

Pedagog Ali Çankırılı, ihtiyaç olan her şey ve üzerimizde emeği olan herkesin nimet olduğunu söylüyor. Çankırılı, başta anne-babası ve öğretmeni olmak üzere kendisinde emeği olan kişilere saygı göstermeyen, iyiliği dokunanlara teşekkür etmeyen bir çocuğun Allah'a saygı göstermeyi ve verdiği nimetlere şükretmeyi öğrenemeyeceğini belirtiyor.

Yemeğe başlarken 'bismillah', yemek bitince de 'elhamdülillah' demenin ve yemek duası yapmanın güzel olduğunu söyleyen Çankırılı, "Bu ezber dualar güzel. Ancak tefekkürden yoksun olduğu için çocukların nimet kavramını ve nimeti vereni anlamalarına yetmiyor." diyor. Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nin nimete şükürde eksik olan fikir kısmını çok güzel anlattığını aktaran Çankırılı şunları söylüyor: "Tablacı hükmünde olan insanlardan mesela fırıncıdan ekmek, manavdan meyve alırken bir fiyat ödüyoruz; bedava vermiyorlar. Bunların gerçek sahibi olan Allah, verdiği nimetlere karşılık bizlerden ne istiyor? Üç şey istiyor: Zikir, şükür, fikir. Başta bismillah zikir, sonda elhamdülillah şükür, ortasında bu nimetleri vereni düşünmek, tefekkür etmek, nimetlerin üzerlerindeki harika sanatını görmek de fikir oluyor. Yemek sırasında çocuklarımızla yediğimiz nimetlerin soframıza nasıl geldiğini, toprağa atılan bir tohumun nasıl geliştiğini sohbet tarzında konuşmak da fikirdir, tefekkürdür."

ÇOCUK, EVDEKİ UYGULAMAYI ÖRNEK ALIYOR

Küçük çocuklarda görsel düşüncenin daha aktif olduğunu ifade eden Çankırılı, çocuk eğitiminde davranışların sözlerden etkili olduğunu belirtiyor. Bir lokma ekmeği dahi çöpe atmayarak, tabağa yiyecek kadar yemek koyarak ve hiç artırmayarak çocuğa örnek olunabileceğini vurgulayan Çankırılı, bir anısını şöyle paylaşıyor: Bir akrabamıza yemeğe davetliydik. Baktım evin genç hanımı çöpe bayat ekmek atıyor. 'Ne yapıyorsun kızım!' dedim. 'Özür dilerim hocam, haklısınız' dedi ve ekmeği üç kere öptükten sonra attı. Genç kızımız böyle yapmakla ekmeğe saygı gösterdiğini zannediyordu. Annesinin ekmeği öperek çöpe attığını gören bir çocuk, gerçek anlamda nimete saygıyı anlayamaz ve nimete şükretmeyi öğrenemez. "Yiyiniz, içiniz, ama israf etmeyiniz; Allah israf edenleri sevmez." İlahi ikazı bilmeyenimiz yoktur. Bilmek başka bununla amel etmek yani uygulamak başka. Çocuk anne-babayı ve aile büyüklerini taklit ederek büyür.

Pedagog Ali Çankırılı, ailelerin yaptığı en büyük yanlışlardan bir diğerinin de doyduğu halde çocuğa ısrarla yemek yedirilmesi olduğunu belirtiyor. Çankırılı'ya göre anneler iki kaşık fazla yemek yedirmek için çocuğu zorluyor, tabağını dolduruyor ve "Bunu bitirmeden kalkmayacaksın." diyor. Çocuğa zorla yemek yedirilmemeli, acıkması beklenmeli ki yediği yemeğin tadını alabilsin, nimetin kıymetini bilsin.



Nimete saygı, çocuğa oyunla öğretilebilir



Oyun için bir dilim ekmek, bir kaşık un, bir avuç buğday gerekiyor. Yemekten önce oynanırsa daha etkili olur. Çocuğa, 'Bu ekmek bize nerden geliyor?' diye sorun. Çocuk 'bakkaldan' veya 'fırından' diyecektir. 'Ekmek nasıl yapılıyor?' sorusuna büyük ihtimalle cevap veremeyecektir. O zaman bir kaşık unu göstererek nasıl hamur haline getirildiğini ve fırında nasıl pişirildiğini anlatın. İpuçları vererek 'Un fırına nerden geliyor?' sorusunu sorun. Sonra buğdayın öğütülmesini, tarladan hasat edilmesini, ekilmesini, ekilen buğdayın ihtiyaç duyduğu suyu, güneşi anlatın ve onları Allah'ın yarattığını izah edin. Oyundan şu sonucu çıkarın: "Bir dilim ekmeği çöpe attığımızda başta toprağı, buğdayı, suyu, güneşi, havayı yaratan Allah'a, sonra sırasıyla buğdayı tarlaya eken çiftçiye, buğdayı öğüten değirmenciye, ekmeği pişiren fırıncıya ve ekmeği bakkaldan alacak parayı kazanan anne-babamıza saygısızlık yapmış oluruz."

Hayata olumlu ve güzel bak; mutlu, sağlıklı ol

Pozitif enerji, hastalıkların tedavisini kolaylaştırıyor, travmaların daha kolay atlatılmasını sağlıyor. Hayata olumlu bakan, inanan ve başarmak isteyen insan, karamsar kişilere göre çok daha fazla mutlu oluyor. Kişi kendisinde pozitif enerji oluşturmayı öğrenebilir ve çaba sarf edebilir.



Bazı anlar var ki sorumluluklarımızı yerine getirmek, zorluklarla başa çıkmak için kendi irademizi (bilincimizi) kullanmamız ve gayret ederek kendimizi harekete geçirmemiz gerekmektedir. Bu demektir ki bedenimizin üretmeye alışık olduğu biyokimyasallar ve enerji, içinde bulunduğumuz durumun üstesinden gelmemiz için yetmiyor. Böyle durumlarda hayata daha olumlu, daha ümitli bakmak işimizi kolaylaştırıyor.

İnsanoğlu bir yere kadar kendini programlayabilen, değiştirebilen bir varlık. Ve biz bu sınırı bilmiyoruz. İnsanoğlu müthiş bir enerji potansiyeline sahip. Kişi, içindeki potansiyeli ne kadar çok ortaya çıkarabilirse zorlukların üstesinden o kadar çok gelmekte ve yapmak istediklerinde de o kadar başarılı olmaktadır. Enerjinin ortaya çıkarılması kadar yerinde kullanılması da önemlidir. Bazı kişiler son derece enerjiktirler fakat bu enerjiyi uygun şekilde kanalize edemeyince verimsiz olurlar. Bu durum bir huzursuzluk da meydana getirir. Bu sebeple enerjiyi uygun şekilde kullanma alışkanlığı kazanmak da gerekir.

Günlük hayatımızda daha başarılı olmak, sağlığımızı kaybetmemek veya kazanmak, insanlarla iyi ilişkiler içinde olmak, kendimize güvenimizin artması hep içimizdeki pozitif enerjiyi açığa çıkarmayla ilişkilidir. Şöyle bir düşünün, omuzlarınız ve kollarınız düşük, neredeyse bir adım bile atmak istemiyorsunuz. O gün de o kadar çok yapılacak işler var ki: Aynaya bakıyorsunuz, yavaşça arkaya geriliyorsunuz, derin bir nefes alıyorsunuz. "Biraz canlanmam gerekiyor" diyorsunuz. Omuzlarınız şimdi daha dik. Bakışlarınız daha canlı. İşte bu durumda siz pozitif enerjinizi harekete geçirmiş oluyorsunuz.

Eğitim, hayat boyu devam eder. Stres zihinde düşünce bozukluklarına yol açarken eğitimde verimliliği azaltır. Pozitif enerji, hayata olumlu bakan, inanan ve başarmak isteyen, öğrenmek için bir amacı olan kişilerde daha fazladır. Bu da doğal olarak başarıyı getirir.

Hayatta olumlu bakmak, olumsuzlukları hiç görmemek değildir. Olumsuzlukları görmek, tedbir almak için gereklidir. Birçok sıkıntılı durumun üstesinden gayret etmekle gelinebilir. İnsanoğlu hayatta karşılaşabileceği olumsuz durumlara da hazırlıklı olmalıdır, bu hayatın doğal bir parçasıdır. Fakat olabilecek olumsuzluklara odaklanmak kişinin yaşama sevincini ve enerjisini azaltmaktadır.

Pozitif enerjiyi açığa çıkararak karamsar düşüncelerden kurtulmaya çalışan, hayata gülen gözlerle bakabilen, gayret etmeyle kazanabileceği güzel özelliklere, güzel şeylere odaklanan kişinin bağışıklık sistemi kuvvetlenir. Nitekim tebessüm, seretonin gibi mutluluk verici hormonları artırır. Hayatın hep kötü yönlerini gören karamsar kişiler ise hastalıklara daha açıktırlar.



Pozitif enerji, travmayla

başa çıkmayı kolaylaştırıyor



Kişi yaşama gayesini ve sınırlarını bilerek hayata ne kadar olumlu yaklaşır, olumlu tarafları daha çok görür ve kendine düşeni yapmaya odaklanırsa zorluklarla da o kadar kolay başa çıkabiliyor. Bu durumda travmalardan sonra yaşanan stres bozukluğu ya hiç görülmüyor ya da daha kolay atlatılıyor. Bu gibi durumlarda profesyonel yardım ve tıbbî tedavi gerekse de daha kısa sürede sonuç alınıyor. Kişi pozitif enerjisini ortaya koyarak yani olaylara umutla yaklaşarak ve iyileşeceğine inanarak kanser gibi ciddi hastalıkları da yenebiliyor. Pozitif enerji, enfeksiyon hastalıklarının tedavisini de kolaylaştırıyor.

Sütlü tarhana çorbası bebeklere en iyi ek besin

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Reha Artan, bebeklerde ek besine en erken 4, en geç 6 ay arasında başlanması gerektiğini belirterek, anne sütünü tamamlayıcı en iyi ek besinin sütle yapılmış tarhana çorbası olduğunu bildirdi.



Tarhananın yapımında bölgelere göre küçük farklılıklar bulunduğuna işaret eden Artan, ''Bu farklılıkları gidererek tarhanayı bir bebek besini haline getirmenin yolu, tarhanayı sütle pişirmekten geçiyor. Su yerine sütle yapılan tarhana, besinsel değeri oldukça yüksek, yeterli ve ideal bebek ek besinidir.'' dedi. Artan, tarhananın özellikle B vitamini yönünden zengin olduğunu, kalsiyum, demir ve çinko bulundurduğunu kaydetti. Artan, 200 mililitre süte 2 kaşık tarhana ile bebek için gerekli çorbanın hazırlanabileceğini söyledi.

ANTALYA AA

Dindarlık, dinî darlık ve bağnazlık değildir

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, son günlerde kamuoyu gündemini meşgul eden 'dindarlık' tartışmaları ile ilgili sosyal paylaşım sitesi Twitter'dan açıklamalar yaptı.



Görmez, "Dindarlık, başkasını aşağı, hor, hakir görmek değildir. Dindarlık, dinî darlık, bağnazlık, ötekini tanımamak hiç değildir." diye yazdı. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Twitter'dan yaptığı açıklamada, dindarlık tanımlarına yer verdi. Görmez, "Dindarlık, Yaratıcı'ya saygılı, yaratıklara şefkatli ve merhametli olmaktır. Dindarlık; tevazudur, muhabbettir; husumet ve kibir değildir." dedi.

Görmez'in, dindarlığı tanımladığı diğer tweetleri ise şöyle: "Dindarlık, herkesin iman, hikmet ve hakikat denizinden avuçlayıp içebildiğidir. Ummânın kendisi değildir. Dinin bizatihi kendisi hiç değildir. Dindarlık; Yaratıcı'ya, kendimize, bütün insanlara ve bütün evrene karşı dürüst, adil, ahlaklı ve samimi olmaktır. Dindarlık, başkasını aşağı, hor, hakir görmek değildir. Dindarlık, dinî darlık, bağnazlık, ötekini tanımamak hiç değildir. Dindarlığın en temel ilkesi, içtenlik ve samimiyettir. Sanal, görsel ve gösterişçi dindarlık, gerçek dindarlık değildir. Dindarlık, Yaratıcı'ya saygılı, yaratıklara şefkatli ve merhametli olmaktır. Dindarlık; tevazudur, muhabbettir; husumet ve kibir değildir."

'Söz veriyorum, ikinci dönem daha çok çalışacağım'

Karnesinde düşük notları olan öğrencilerin birçoğu tatilde anne-babalarına ikinci dönemde daha çok çalışacakları sözü verdi. Peki bu sözün havada kalmaması, unutulmaması için öğrenci ve ebeveyn nasıl bir yol izlemeli? Zayıflar artık geçmişte kaldı ve yeni döneme bakmak gerekir ve bunun için çocuklara destek olunmalıdır.



İkinci dönemin başlaması ile birlikte evlerde eğitim öğretim gündemi belirgin bir şekilde kendini hissettirmeye başladı. Bozulmuş uyku düzeni ve biyolojik saati yeniden ayarlandı. Özellikle ilköğretim birinci kademede öğrencileri olan aileler, bu konuda biraz daha dikkatli olmalı. Birinci dönemle alakalı olarak yapılan tüm değerlendirmeler, sadece tecrübe olarak kaldı. Geriye dönük hiçbir değişiklik yapılamaz. Ailelerin çocukları ile yapacağı yeni eğitim ve öğretim gündemli görüşmelerinden hep bundan sonraya odaklanmak durumunda. Geçmişte kalmanın ailelere ve çocuklarına hiçbir faydası olmayacaktır.

önümüze bakmaLIYIZ

Öncelikle eğitim ve öğretim gündemli bir aile toplantısı yapmanın çok ciddi faydası olacaktır. Bu toplantılarda kısa ve uzun vadeli hedefler belirlenmelidir. Kısa vadeli hedefler neler olabilir: Haftalık ders çalışma saatlerinin ve hafta içi ve hafta sonu programının belirlenmesi. Aylık hedef olarak kitap okumalar, test çözmeler ve projeler yerleştirilmelidir. Yazılı takvimin belirlenmesi ile birlikte son haftaya bırakmadan bir çalışma disiplini sağlayarak düzenli çalışma ile birinci dönemdeki notlar yukarıya doğru çekilmelidir.

İkinci dönem, öğrencileri bekleyen tehlike uzun gibi algılanan kışın ardından baharın gelmesi ve iklimin etkisiyle tam planların uygulama aşamasında motivasyonun bozulması. Ders çalışma düzenini sağlamış olan öğrenci, bu düzeni zor sağlayabilir ama çabuk vazgeçebilir. Aileler ve öğrenciler buna dikkat etmeli. Şubat ayı sonrasında mart ayında öğrenciler hep hazırlıksız yakalanmıştır. Ara karne görüşmelerinde "Daha çok çalışacağım" sözü sanki unutulmuştur.

Güven, takibe engel teşkil etmez

Sınavlara hazırlanan 8. sınıf ve 12. sınıf öğrencileri hem okul hem de sınavlara hazırlık temposunu iyi ayarlama adına düzenlerini bozacak sebeplere kulak tıkamalıdır. Havaların ısınması, çalışma temposu düşen arkadaşlar ve sürecin sona doğru yaklaşması, öğrencinin çalışma temposunu etkileyebilir.

Sınavlara hazırlanan öğrencinin velisi olmak, özen ve takip isteyen bir durumdur. Aileler SBS, YGS ve LYS'ye hazırlanan öğrencileri her halükârda takip etmelidir. Güven, takibe engel teşkil etmez. Eğer öğrencimizden ikinci dönemde daha çok çalışacağı ile ilgili bir söz almışsak, her durumda bunu ailenin en önemli gündemi yapmak gerekir. Akademik başarının bu kadar öne çıktığı zamanımızda evde bir ortak kitap okuma saati ve birlikte mümkün olduğu kadar çok kahvaltı ile de bunu desteklemeliyiz. Aileler sakin ve dingin bir liman olarak evlerini dizayn ederlerse çocuklar da o limanda sağlıklı ve verimli saatler geçirebilirler.

"İkinci dönem adına daha çok ders çalışacağım" diyen öğrencinin başarısını yukarıya çekmek için iyi bir teşvikçi olması gereken anne-baba, çocuğu ödülle motive etmemelidir. Mevcut halinde daha iyiye tüm gidişleri görmeli ve süreci onaylamalıdır. Akademik başarı beklerken sosyal başarıyı göz ardı etmemeli, çocuklarının sosyalleşmesine katkıda bulunma adına çocuklarını sosyal hayata taşımalı, kendini müzikle, sanatla ve sporlar da ifade etme şanslarını oluşturmaya çalışılmalıdır.

Kamerunlu çocuk: Biz de muhabbet edelim

Kamerun Yaounde'deki öğrencilerimizi evimize davet etmek istemiştik.



Buradaki şartlarla hazırlanan güzel bir kahvaltı sofrası sunmuştuk. Göze hitap eden bu güzel sofranın gönüllere de hitap etmesini istiyorduk. Bu yüzden hiçbir şey eksik olmamalıydı. Biliyorduk ki bu öğrenciler birçok şeyden mahrum kaldığı gibi aile kavramından da mahrumdu. Birlikte yemek yemenin, çay içmenin, sohbet etmenin tadını alamamışlardı. Ruhlarındaki bu eksik parçaları bir öğretmen olarak tamamlamak istiyorduk.

Öğrenciler aralarında fısıldaşıyor, kendi dillerinde sofradaki güzellikten bahsediyorlardı. Yer sofrası, çay bardakları, çay kaşıkları ve birbirinden lezzetli birçok şey. Herkesin gelmesiyle birlikte sofraya oturduk. Çocukların gözleri, 'hangisinden yesem' der gibiydi. Kimi çocuk, çay bardağının yarısına kadar şekeri dolduruyor ama alışık olmadığı için karıştırmadan daha fazla şeker koyuyordu. Kimisi yere nasıl oturup yiyebileceğine bakıp öğrenmeye çalışıyor, oturmaya çalışırken düşüyor, tekrar denemek istiyordu. Kimisi ise ilginç ve lezzetli bulduğu yiyecekleri nasıl yaptığımızı soruyordu. Belli ki Türklere has kahvaltıdan hoşlanmışlardı. Muhabbet muhabbeti açıyordu. Çocukların 'iyi ki gelmişiz' duygularını gözlerinden anlayabiliyorduk. Daha sonra öğrendik ki bizimle birlikte kahvaltı yapan ve yemek yiyen öğrenciler; evlerinde anne-babalarına "Biz de yerde birlikte yiyelim, muhabbet edelim." diye baskı yapıyorlarmış. Muhabbet ilerlerken çocukların lideri konumundaki bir çocuğun konuşmasıyla muhabbetin havası birden değişiverdi: "Siz her gün çocuklarınıza bu sofradan mı hazırlıyorsunuz?" Biz de "Tabii!" dedik bir anda. Sonra sert görünümlü bu çocuk duygulandı ve konuşmasına devam etti: "Biz üç kardeşiz. Annemiz sekiz sene önce vefat etti. Babam ise bizi bir bakıcıya bıraktı. Nerede olduğunu bile bilmiyoruz. Bize bakıcı bakıyor. Bakıcı benim yaptığım temizlik karşılığında bize yemek yapıyor. Sizin çocuklarınız bu yüzden çok şanslılar."

Çocuğun bu sözleri birçok çocuğun derdini hatırlatmış, bizi ise duygulandırmıştı. Ailelerin birçoğunda çocuk ya babasını tanımıyor ya da babası çocuğu görmeye gelmiyordu. Çocuklar genelde anneleri ile yaşıyordu. Anneleri ise kimi zaman başka evlilikler yapıyor ve çocuklar aile sevgisinden ve merhametinden uzak kalabiliyordu.

Bazı çocuklar, Türk öğretmenlerinden gördükleri ilgi ve alakadan dolayı Türk öğretmenlerine ailelerinden daha çok bağlıydı. Aslında bu yüzden birçok öğrenciden aynı şeyleri duymuştuk hep:"Öğretmenim, siz bana annem-babamdan daha çok yardım ediyorsunuz."

Sigara, su içilerek bırakılabilir

Sigarayı bırakmada suyun büyük önemi bulunuyor.



Tiryakiler, sigara isteği hissettiğinde su içmeli. Zira su, sigara içmemekten kaynaklanan huzursuzluğu gideriyor. Kayseri Özel Sevgi Hastanesi göğüs hastalıkları uzmanı Dr. Mustafa Demirel, öncelikle tiryakilerin el alışkanlıklarını değiştirmek için sigara adedini azaltmaları gerektiğini söylüyor. Sigara isteği duyulduğunda su içilmesini öneren Demirel, suyun sigara içmemekten kaynaklanan huzursuzluğu giderdiğini ve sigara içme arzusunu azalttığını belirtiyor. Sigarayı bırakmak isteyenlerin mutlaka yemeklerden sonra dişlerini fırçalaması gerektiğini ifade eden Demirel, "Ağız Ph'ının alkali olması durumunda sigara içilmektedir. Yemekten sonra diş fırçalamak bunu gideriyor. Sigara markasını günlük değiştirmesi gerekiyor. Sigara ile ilgili tüm alışkanlıkların tersi yapılmalı. Mesela sağ el ile içiyorsa sol elle içmeli, sigara arzusu olduğunda çaydan hemen sonra değil, 15 dakika sonra içmeli. Yani sigara içerken ne yapıyorsa alışkanlığın tam tersini yapmalı." diye konuşuyor.

KAYSERİ CİHAN

Büyük kardeş, küçüğünü neden kıskanır?

Büyük çocuğun yaşadığı kıskançlığın kökeninde buna-lım yatıyor. Bu, "esas çocuk" rolünü kaybetmekle ilgili bir buhran. Onu çatışmaya sürüklememek için kıskançlık duygusunu ifade etmesine izin verin. Özellikle ba-banın daha kaliteli ilişki ve paylaşımlarda bulunma-sı çocuğun içine düştüğü bunalımı çok daha rahat atlatmasını sağlayacaktır.



Ebeveyn ne kadar önlem alırsa alsın, büyük kardeş yeni doğan kardeşini kıskanır. Bu can sıkıcı durum karşısında anne-baba, büyük çocuklarının şahsiyet gelişiminde bir kusur vehmedip telaşa düşerler. Böyle giderse, onun ileride kötü bir insan olacağını bile düşünürler. Çünkü onların nazarında, ortada kıskanılacak bir durum yoktur. Tam aksine, yeni bir oyun arkadaşı kazanmak üzeredir. Fakat, bu onların nazarında böyledir. Bir de çocuk açısından bakabilseler, durumun çok başka bir renkte göründüğünü idrak edebilirlerdi.

Büyük çocuğun yaşadığı kıskançlığın kökeninde, aslında, bir bunalım yatar. Bu bunalım, "esas çocuk" rolünü kaybetmekle ilgili bir bunalımdır. Aile ile çocuk arasındaki ilişkinin tabiatında anne-babanın çocuğun ihtiyaç ve isteklerini karşılaması, onunla ilgilenmesi ve ona şartsız sevgi göstermesi vardır. Bu ilişkide çocuğa düşen rol de, ağlayarak veya konuşarak ihtiyaçlarını ifade etmesidir. Kardeşi doğana dek büyük çocuk, böyle bir rolü oynamakta iken, kardeşi doğunca, bu rolü büyük oranda ona kaptırır. Anne-babanın ilgi ve alâkası da küçük çocuğa yönelmiştir. Onun emzirilmesi, altının değiştirilmesi, kucağa alınması, öpülüp okşanması gibi davranışlara tanık oldukça, büyük çocuk esas çocuk rolünü, bir anlamda kısa süre öncesine kadar sahip olduğu kendi pozisyonunu kaybettiğini anlar. Ve bir bunalıma sürüklenir. Bu bunalımın kökeninde, esas çocuk rolünü kaybetmesi, ama bir yetişkin davranışı sergileyecek durumda olmaması yatar. Eğer büyük çocuğun önünde bir ağabeyi ya da ablası olsa, bu bunalımı daha kolay atlatır. Çünkü önünde kendilerine benzeyebileceği bir rol modeli olmuş olur. Fakat, kendisinden büyük bir kardeşi yoksa, böyle bir şansı olmaz ve bir boşluğa düşer. Yukarı yönlü gelişim gösteremediği için gözünü tekrar aşağıya diker ve yeni doğan kardeşinin kaptığı pozisyonu tekrar elde etmeye çalışır. O koltuğa tekrar oturabilmek için yeni doğan kardeşine zarar vermeyi ciddi ciddi düşünür. Bazen bunu eyleme döker, bazen de anne babasının kızacağından korkarak niyetini gizleyebileceği bir ortama sürüklenir. Anne-babanın kıskançlık duygusunu onaylamadığı ve sert tepki gösterdiği aile tipinde, büyük çocuk genellikle bu yola sürüklenir ve kendi içinde bir çatışma yaşar. Çocuk rolünde olmak isteme ile büyük gibi davranma arasında yaşanan bir çatışma.

Büyük çocuğumuzu böyle bir çatışma ve bunalıma sürüklememek için her şeyden önce onların kıskançlık duygularını ifade etmelerine izin vermeliyiz. Ardından, anne-babaların yaşlara göre çocuklarının ihtiyaçlarıyla ilgilenmeye devam ettiklerini belirtmeliyiz. Örneğin, ebeveyn küçük kardeşe altını değiştererek, büyüğüne ise derslerinde yardımcı olarak onlarla ilgilenmiş olduklarını ifade edebilirler. Elbette bunu desteklemek için, özellikle babaların büyük kardeşle daha kaliteli ilişki ve paylaşımlarda bulunmaları çok faydalı olacaktır. Böylece, büyük çocuk da "esas çocuk" rolünü kaybetmiş olsa bile, kendisine göre bir çocuk rolüne sahip olduğunu düşünecek ve içine düştüğü bunalımı çok daha rahat atlatacaktır.

5 Şubat 2012 Pazar

Enfeksiyonlara karşı çocuklara bal yedirin

Beslenme yetersizliği olan çocuklarda gribal enfeksiyon ağır ve şiddetli seyrediyor. Tekden Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Duygu Deniz, ailelerin bağışıklık sistemini güçlendiren yiyecekleri tüketmeye önem vermesi gerektiğini ifade ediyor.



Deniz, özellikle boğaz ağrısı şikâyeti bulunan 1 yaşın üstündeki çocuklara bal yedirilerek enfeksiyon riskinin azaltılabileceğine işaret ediyor. Omega3'çe zengin ceviz, balık ve brokolinin bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiğini söyleyen Deniz, bu yiyeceklerin mutlaka tüketilmesini öneriyor. Uzm. Duygu Deniz, A, C ve E vitaminlerinden zengin taze sebze ve meyveleri tüketmenin de hastalıklardan koruduğunu belirtiyor.

KAYSERİ CİHAN

Çocuklarda alerji, duyma kaybına sebep oluyor

Çocuğunuz zaman zaman sizi duymazdan geliyor, televizyonun sesini çok açıyor, yüksek sesle konuşuyor ve söylediklerinizi ikiletiyorsa bu durumu dikkate alın.



Bunun nedeni duyma kaybına sebep olan alerji olabilir. Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Nuhoğlu, genellikle annenin bu belirtileri görmezden geldiğini, çocuğun bilerek yaptığını düşündüğünü belirtti. Nuhoğlu, bu gibi şikâyetleri olan bir çocuğun bir an önce muayene olması gerektiğini söyledi.

Nuhoğlu, çocuklarda duyma kaybına neden olan en önemli etkenlerin başında alerjik nezle ve alerjiye bağlı burun tıkanıklığı geldiğini ifade etti. Nuhoğlu, alerjik nezlenin belirtisinin burun tıkanıklığı olduğunu, burnu tıkanan çocuğun ağızdan nefes alması sonucu sık sık soğuk algınlığına yakalandığını vurguladı. Alerjiye bağlı tekrarlayan enfeksiyonların bir süre sonra geniz etinde büyüme ile sonuçlandığını ve burun tıkanıklığının daha da belirgin hale geldiğini ifade eden Nuhoğlu şöyle konuştu: "Aileler, burnu tıkalı olan çocuklarını geceleri sebepsiz yere terlemelerinden, ağzı açık, horlayarak ve gece huzursuz uyumalarından anlayabilir. Geniz eti büyüdüğünde kulak ağrısı ve ateşle seyreden kulak iltihapları sıklaşmaya başlar, zaman zaman tıkanır ve ileri durumlarda duyma kaybı yaşanır."

Prof. Dr. Nuhoğlu'na göre alerjik maddeye karşı alınacak önlemlerle burun tıkanıklığı hafifler ve tedavi süresince geniz eti küçülür. Alerjinin kökten tedavisi dilaltı damla aşı tedavisi ile mümkün.

AİLE-SAĞLIK

Dua da fıtrî bir ibadet

İnsanların başlarına gelen sıkıntılarda, şükür gerektiren durumlarda en fıtri özelliklerinden birisidir dua.



Dua, elleri Yaradan'a açarak ondan imdat dileme, bağışlanma ve af isteği, acziyetini iliklerine kadar hissedip, kendi benliğini sıfırlayarak Allah'ın merhamet ve rahmet kanatlarının altına sığınmadır aynı zamanda. Peygamberler de hayatlarının her devresinde dua olgusunu hayatlarına hâkim kılmışlardır.

Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Yılmaz, Kur'an'daki Peygamber Dualarının Psiko-Sosyal Analizi konulu çalışmasında duanın ne kadar fıtri bir ibadet olduğunu gözler önüne seriyor. Peygamberlerin kendilerini güven içinde hissettikleri ve başlarına gelen sıkıntı ve zorluk anlarında duaya sığındıklarını vurgulayan Yılmaz, "Hayat hakkı tanınmayacak derecede toplumsal şiddete maruz kalan peygamberler gibi Musa peygamber de, 'Ya Rabbi, bana indireceğin şeye muhtacım.' diyerek Allah'ın kendisine bir çıkış yolu göstermesini dilemiştir." diyor. Peygamber de olsa, gelecekte nelerle karşılaşacağının, nelerin hayır ve nelerin şer getireceğinin insanlara kapalı olduğunu söyleyen Yılmaz, "İnsan bazen, birtakım şeyleri kendi namına isterken, -Kur'an'ın ifadesiyle- farkına varmadan kötülüğü kendine çağırır. Bu, acelecilikten ve cehaletten kaynaklanır. Psikolojik bir zafiyet olan bu durum, çoğu zaman hataları peş peşe getirir. Bunun şuurunda olan peygamberler, kendileri için hayırlı olan şeyleri temenni ederek aceleci davranmaz, vuku bulan şeyleri de hayır addederler."ifadelerini kullanıyor.

Yakup aleyhisselamın dualarında, bir babanın başına gelebilecek en büyük bela ve musibetler karşısında Allah'a tam bir tevekkül ile bağlılığın ve sabrın en üst seviyesi vardır. Bu olayda en zor şartlarda bile ümitvâr olmanın görüldüğünü dile getiren Yılmaz, böyle anlarda susup halinden insanlara bahsetmemenin sabrın en güzeli, durumunu sadece Allah'a arz etmenin ise sabrın en mükemmeli olduğunu belirtiyor.

Dua sonrası en önemli noktalardan birinin de tevekkül olduğunun altını çizen Yılmaz, "Tevekkül, gerekli tüm çabayı gösterip Allah'a güvenmek, hiçbir şeyden endişe duymayarak Allah'a tam teslim olmak ve emrine boyun eğmektir. İbrahim (as) de iman etmeyen kitlelerle hayatı boyunca amansız mücadele etmiş, bütün sebeplere tevessül ederek yürüttüğü her işin sonunu Allah'a bırakmıştır." şeklinde konuşuyor. İnsanların hayatlarının çeşitli safhalarında yaşadıkları huzursuzluk, sıkıntı gibi durumların zaman zaman peygamberlerde de meydana geldiğini vurgulayan Yılmaz, "Peygamberlerin dışındaki kimselerde bu tür bir sıkıntı ve huzursuzluk, ruhî bir rahatsızlığa dönüşerek ızdırap haline gelebilir. Peygamberler ise böyle anlarda, bunun bertaraf edilmesini Allah'tan dileyerek huzur ve sükûnete ermeye çalışırlar." diyor.

Kişi yenilemeye önce kendinden başlamalı

İnsan, değiştirme ve dönüştürme işine önce kendinden başlamalı, sonra yakın daha sonra da uzak çevresini etkilemeye çalışmalı. Bu durum, peygamberlerin toplum mühendisliği bilinci içerisinde hareket ettiklerinin göstergesidir. Musa aleyhisselam tebliğ öncesi ilk hazırlık safhasında Allah'a yönelir ve göğsünün genişletilmesini (sükunet), işlerinin kolaylaştırılmasını, dilinin açılıp sözlerinin tesirli kılınmasını diler. Bu, hayırlı işlerde ön hazırlık yapmanın, Allah'tan yardım dilemenin gerekli olduğunu gösteriyor.

Şeytan, Eyyub (as)'ın duasında görüldüğü gibi başkalarını da aracı yaparak kişiyi huzursuz etmeye çalışır. Şeytan ve nefsin kışkırtmalarına karşı mücadelenin en önemli pozisyonu sabır evresidir. Eyyub peygamberin bulunduğu hali (hastalıklarını) sadece Allah'a arz etmesi, sabır konusundaki metanetini gösterirken, şeytanın ve nefsin tuzaklarından da korunmayı dilemesi anlamına gelir.

3 Şubat 2012 Cuma

Pişi Nasıl Yapılır

Pişi için malzemeler
•4 su bardağı un

•1 çorba kaşığı yoğurt

•2 çorba kaşığı sıvıyağ

•1 paket kurumaya

•Tuz
•Su

Pişi yemek tarifi

Unun içine mayayı, yoğurdu, sıvıyağı, tuzu ve alabildiği kadar suyu ilave ederek ekmek hamuru kıvamında yumuşak bir hamur hazırlayın. Yaklaşık 45 dakika mayalanması için bekletin.

Hamur ekmek hamuru gibi kabarınca elinizle parçalar kopartıp ortasını delip halka şekli verin. Kızgın ama altı çok açık olmayan yağda alt üst kızartın. Soğumadan sıcak sıcak yiyin veya dağıtın.

Ey Nebi

Hicranla yandı gönlüm hâlimi sormaz mısın?Dil ucuyla olsun melâlimi sormaz mısın?



Bilmem ki yoksa, dost vefasından şüphen mi var..!

Lütfedip bir kere hayalimi sormaz mısın?

*****

Dostlara ülfet yağdı, bize iltifat yok mu?

Kebap oldu sînem âhıma itimat yok mu?

Yüz sürüp izine bekledim bilmem kaç eyyâm.!

Yoksa bende Sen'in sevgine istidat yok mu..?

M. Fethullah Gülen

Allah Resûlü'ne saygı ve bozulan dengeler

Cenab-ı Hakk'ın ihsan buyurduğu değerleri bırakıp bunların yerine dışarıdan başka değerler ithal etme, dengeyi bozma demektir.



Dengenin bu şekilde bozulması insanı da toplumu da başka dengesizliklere ve hatalara sürükler. Aslında İslam, Efendimiz'den (sallallahü aleyhi vesellem) önceki peygamberlerle takdim edilen değerleri yeniden insanlığa hatırlatmak, bozulan o dengeyi yerine oturtmak, bir başka tabirle İlahî ahengi yeni baştan tesis etmek için gelmiştir.

Evet, başkaları gibi bizim dünyamız da değer kaybına uğramıştır. Mesela ifrat ve tefritler arenasında Efendimiz de dahil peygamberleri bizim gibi bir sıradan insanlar seviyesine indirme -yüz bin defa haşa-, ya da kendi dönemlerinde sadece o dönemlere mahsus olmak üzere tarihsel bir misyon eda edip çekip gittiklerini iddia etme gibi düşünceler bir değer kaybıdır. Peygamber ve peygamberlik anlayışına da saygısızlıktır.

Saygısızlık önce küçük daireden başladı ve büyüğüne doğru dalga dalga yayıldı. Önce Sahabe-i Kiramla başladılar işe ve sürekli eleştirdiler onları. O günlerde "Onlar da bizim gibi insandır." diyerek eleştirmeye başladıkları an içim cız etti benim. Şöyle dedim etrafımdakilere: "Bu mesele sahabe ile başladı ama sahabe ile bitmeyecek. Böyle sorumsuzca, hiçbir temele dayanmaksızın sahabeyi eleştiren kişiler çok yakında Peygamber'i de sorgulayacak ve gün gelecek Kur'an'ı hatta Allah'ı sorgulamaya kadar varacak." Bu tahminlerimde yanılmayı ne kadar arzu ederdim. Fakat bunların hepsi oldu. İnsanlığın İftihar Tablosu'na (hâşâ) "postacı" denildi. Yani tıpkı bir postacı gibi mesajı Allah'tan insanlara ulaştırdı ve işi bitti. "Kur'an'da gramer hataları var" denildi. Gayretullaha dokunur bu sözler diye çok korkmuştum o zamanlar. Başkaları (hâşâ) "Allah cüz'iyatı bilmez" gibi Zat-ı Bâri hakkında yakışıksız düşünceler öne sürenler bile oldu. Hâsılı sahabe ile başlayan tenkit süreci ulûhiyet hakikatinin sorgulanmasına kadar geldi dayandı.

Şimdi aklî, mantıkî delillerle gerek Efendimiz'in (sallallahü aleyhi vesellem) gerekse diğer enbiya-i izamın konumunu zihnimizde ve hayatımızda bir kere daha belirlemek ve yerlerini tahkim etmek zorundayız. Zira bu mevzuda yaşanan düşünce ve inanç kaymaları hep bu tahkimsizlikten kaynaklanmaktadır.

Sen olmasaydın, şu âlemleri yaratmazdım

Evet, Efendimiz büyük bir peygamberdir. Ruh-i Seyyidi'l-Enam'dır. Tasavvufî ifadesiyle "Taayyün-i evvel"in kahramanıdır. "Sen olmasaydın, şu âlemleri yaratmazdım." kudsî hadisinin mazharıdır o. Hadis, hadis kriterleri açısından sahih olmasa bile mana itibarıyla doğru; doğru çünkü O Muarrif olmasaydı, bu âlemlerden de, bu kitaptan da hiç kimse bir şey anlamayacaktı. O halde bu hadisin manası şu demektir: "Ey Resûlüm! Bu kitapların okunması da, manalarının şerhi de Senin sayende oldu. Öyleyse Sen elindeki Kur'an'la her şeyin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhısın." Eskilerin ifadesiyle "ille-i gaiye"sin.

Öyleyse Allah Resûlü (sallallahü aleyhi vesellem) hâşâ sıradan bir postacı, bir müvezzi değildir. O yerde durup göklerle irtibat kuran, bizim hiçbir zaman münasebet kuramayacağımız âlemlerle münasebet kuran, burada otururken Allah'ın konuşmasını duyan bir insandır, farklı hususiyetleri, farklı donanımları olan. Zaten o farklı donanımları olmasa Allah'tan emir alamaz. O donanımları olmasa yatağından kalkıp göklerde dolaşamaz, mirac yapamaz.

Kaldı ki bizim, mesajı getiren bu Zat'a bu şekildeki bakışımız aynı zamanda o mesaja karşı da saygının ifadesidir. Dolayısıyla O'na saygısızlık mesaja karşı da saygısızlık duymaya sebep olur. Onun için O'na karşı saygının korunması lazım. Zaman eskidikçe mesajın nazarlarımızda taze olması, taze olarak hissedilmesi, sürekli o mesaja müracaat etme, delice bağlanma tutkusu işte hep buna bağlıdır.

Peygamberlerin bizim gibi sıradan olmadıklarını herkes kendi kabiliyetlerine göre soluklamalı. Küçük bir ses, küçük bir nefes de olsa dile getirmeli düşüncelerini. Peygamberleri o yüce halleriyle konumlarıyla kabul etmeli, gönüllerimizdeki tahtlarına oturtmalıdır. Zira sundukları mesajdan tam istifade etme onların kadr u kıymetlerini bilmeye bağlıdır.

Özetleyecek olursak: Mesajla mesajı getiren zat arasında çok önemli bir münasebet vardır. Peygamberlerin değerleri korunduğu nispette mesajlardan istifade oranı artar. Bu meselenin bir yanı. Diğer yanı ise: Allah, kendi Kelamından, Peygamber'inin ruhaniyetinden ve öbür âlemde şefaatinden istifadeyi onlara karşı duyulması gerekli olan saygıya bağlamıştır. Eğer böyleyse -ki benim bunda hiç şüphem yok- bu saygıyı göstermeyen, koruyamayanlar dünyevî ve uhrevî hayatları adına neler kaybettiklerinin farkındalar mı acaba?


Başka bir tabirle, sizler Kur'an-ı Kerim'den ve Efendiler Efendisi'nden teveccühünüz ölçüsünde istifade edebilirsiniz. Yani "Kulum beni nasıl zannediyorsa ben ona öyle muamele yaparım." mantukunca siz Kur'an'a ne kadar teveccüh ederseniz, o da size kapılarını o kadar açar. Peygamber'e saygınız ne kadarsa o kadar açar kollarını size. Yürüdüğü yola, vardığı ufka doğru ancak o kadar yaklaşabilirsiniz.

Herkes aklının ve iradesinin hakkını versin. Allah bir akıl vermiş, öyleyse i'mal-i fikirde bulunsun, beyin sancısı yaşasın. Eski sözlere yeni sözler karıştırarak yeni bulamaçlar yapsın, insanlığa yeni şeyler sunsun. Eskileri eski, renk atmış ve partallaşmış görüyorsa yeni şeyler yapmasını bilsin. Kur'an-ı Kerim'in yeniliğini, Efendimiz'in gönüllerde hiç eskimediğini, bizim için daima bir "cânân" olduğunu hem kendilerine anlatsınlar, hem de cihana. Bu mevzudaki mülahazalarını sürekli yenilesinler; yenilesinler ki hem kendilerini kurtarsınlar hem de başkalarını.



1- İslam, Efendimiz'den önceki peygamberlerle takdim edilen değerleri yeniden insanlığa hatırlatmak, bozulan o dengeyi yerine oturtmak ve ilahî ahengi yeni baştan tesis etmek için gelmiştir.

2- Gerek Efendimiz'in gerekse diğer enbiya-i izamın konumunu aklî, mantıkî delillerle zihnimizde ve hayatımızda bir kere daha belirlemek ve yerlerini tahkim etmek zorundayız.

3- Kur'an'a ne kadar teveccüh edersek, o da bize kapılarını o kadar açar. Peygamber'e saygımız ne kadarsa bize o kadar açar kollarını ve yürüdüğü yola ancak o kadar yaklaşabiliriz.

2 Şubat 2012 Perşembe

Sinüzit tedavi edilmezse ciddi sonuçları olabilir

Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Klinik Şefi Doç. Dr. Mehmet Güven, halk arasında bilinenin aksine sinüzitlilerin çoğunda baş ağrısı olmadığını söyledi.



Güven, baş ağrılarının yüzde 97'sinin nörolojik sebeplerden kaynaklandığını belirtti.

Akut sinüzitin nezleyi takiben ortaya çıktığını kaydeden Doç. Dr. Mehmet Güven, büyük geniz etleri, burundaki anatomik bozukluklar, alerji ve bazı kalıtsal mukoza hastalıklarının sinüslerde drenaj bozukluğu yaparak kronik sinüzite yol açabileceğini ifade etti. Bir haftadan fazla devam eden nezlelerin büyük çoğunluğunun sinüzit olduğunu anlatan Güven, "Akut sinüzit, tipik olarak uzayan bir üst solunum yolu enfeksiyonudur. Halk arasında bilinenin aksine sinüzitlerin çoğunda baş ağrısı olmaz. Baş ağrısı olan hastaların yüzde 97'sinin sebebi nörolojiktir." dedi. Güven, sinüzitin belirtilerinin erişkinlerde burun tıkanıklığı, sarı-yeşil burun ve geniz akıntısı, yüz, diş ve göz ağrısı ile öksürük olarak, çocuklarda ise huzursuzluk, inatçı öksürük ve geniz akıntısına bağlı olarak öğürme ve kusma olarak görülebileceğini söyledi. Sinüzitin önemsenmesi gereken bir hastalık olduğunu vurgulayan Güven, tedavi edilmeyen sinüzitin beyin ve gözle ilgili ciddi problemlere yol açabileceğini kaydetti. Sinüzitin ölümle dahi sonuçlanabileceği uyarısında bulunan Güven, "Müdahale edilmeyen sinüzit sonucu beyin apsesi, menenjit, görme bozuklukları olur. Sonuçta kör de edebilir. Sakat da bırakabilir." diye konuştu

Doktorlar reçetesine 'ailesinin yanına gitmeli' diye yazdı

Hasret çekmek insanı yataklara düşürebilir. Psikodrama terapisti Ferhat Çelik, ailesinden ayrıldığı ve üniversiteye gittiği ilk yılda hastalanır. Başı ve midesi ağrır, mide sancıları çeker. Tüm tetkiklerin sonunda doktorlar reçetesine '15-20 günde bir ailesinin yanına gitmeli' diye yazar.



Doktor reçeteye en sonunda '15-20 günde bir ailesinin yanına gitmeli' yazdı, diyor uzman psikolog aynı zamanda psikodrama terapisti Ferhat Çelik. Yurtiçi ve yurtdışında aile ve çocuk konuları üzerine seminerler veren Ferhat Çelik, üniversiteye başladığı ilk yıl aile özlemi nedeniyle rahatsızlanır, yataklara düşer. Zira o yıla kadar anne-babasının yanından hiç ayrılmamıştır. Geçirdiği o zor günlerini bizimle paylaşan Çelik, "Çocuklarınızı küçük yaşlardan itibaren kendinizden yavaş yavaş ayrılmaya alıştırın." tavsiyesinde bulunuyor.

Ferhat Çelik, Karadeniz Teknik Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü'nü kazanır. Büyük bir sevinçle başlar üniversiteye; ancak birkaç hafta sonra bir şeyler ters gitmeye başlar. Bağırsak sistemi bozulur, baş ağrısı, mide bulantıları baş gösterir. Çeşitli testlerden geçer, ilaçlar verilir. Ancak şikâyetleri geçmez. Mediko sosyal hizmetlerinin yolunu aşındırır.

Duygusal birisi olduğunu söyleyen Çelik, aile hasreti ve gurbetlik nedeniyle sağlığının her geçen gün bozulduğunu belirtiyor. Çelik, o yaşına kadar anne babasından ilk defa ayrı kaldığını aktarıyor. Anne-babasının yokluğuna bir türlü alışamadığını ifade eden Çelik, hemen her gün ailesiyle telefonda konuştuğunu, ancak üzülmemeleri için onlara bir şey belli etmemeye çalıştığını söylüyor. Zayıfladığını, yataklara düştüğünü belirten Çelik o günleri şöyle anlatıyor: "Başım ağrıyor, midem bulanıyordu, bazen birkaç gün yataktan kalkamıyordum. Sürekli doktora gidiyordum. Birçok test yapıyorlardı, Ancak o yıllarda bir test yaptırıp sonucunu almak için günler geçiyordu. İlaç veriyorlardı, yine de iyileşemiyordum. Bağırsak sistemim tamamen bozuldu, ülser, gastrit oluştu. Okula gidemiyordum, derslerim de çok kötüydü. Bir iki ders haricinde hepsinden kalmıştım. Arkadaşlarım üzüntümün farkındaydı, teselli etmeye çalışıyorlardı ancak yarama ilaç olamıyorlardı."

Üniversitenin ilk dönemini sağlık problemleriyle geçiren Ferhat Çelik, yarıyıl tatilinde memleketi İstanbul'a döner. Oğullarını havaalanında karşılayan anne-baba gözlerine inanamaz, çocukları adeta erimiş, solmuştur. 'Sana ne oldu böyle?' derler. Çelik, 3-4 aylık bir süreçte 7-8 kilo vermiştir. Ailesinin kendisini özel bakıma aldığını söyleyen Çelik, tatilin ilk haftasını çok güzel bir şekilde geçirir, tüm ilgi onun üzerindedir. İkinci hafta ise 'gideceğim' psikolojisi etkisi altına alır, içinde sıkıntılar oluşmaya başlar. Okulun ikinci döneminde de yine aynı rahatsızlıklar baş gösterir. Doktorlar en sonunda yaşadığı problemlerin psikolojik kökenli olduğunu söyler. Ve reçetesine '15-20 günde bir ailesinin yanına gitmeli' diye yazarlar.

2-3 haftada bir memleketine, ailesini görmeye gitmeye başladığını söyleyen Çelik, 3-4 gün kalıp kendini toparladığını belirtiyor. Çeşitli sosyal aktivitelerle de uğraştığını aktaran Çelik, ikinci dönemi daha rahat geçirdiğini ifade ediyor. İleriki yıllarda aile hasretine tamamen alıştığını söyleyen Çelik, "Derslerime dört elle sarıldım. Çeşitli aktivitelere katılarak, meşguliyetler edinerek kafamın dolu olmasını sağladım. Okuduğum alan itibarıyla da ilerleyen zamanlarda nasıl davranacağımı öğrendim. Yaşadıklarımın en büyük sebebi temel güven duygumun oluşmaması, ailemden hiç ayrılmamam." diyor.

Kişinin ileriki yıllarda ailesine bağımlı olarak hayat sürmemesi için çocuğa küçük küçük ayrılıklar yaşatmak gerekiyor. Ancak bu ayrılıklar haberli olmalı, niçin yalnız bırakıldığı izah edilmeli. Çelik, temel güven duygusunun gelişmesi için ilk 3 yaşına kadar çocuğun yalnız bırakılmamasını söylüyor. 3 yaşından sonra ise kişilik ve karakteri oluşması için bazı şeyleri kendisinin yapabilmesini teşvik etmeli. Aile farkında olmadan bağımlılık hormonlamamalı.

Boşluk ve yalnızlık daha çok tetikler

Gurbetlik çeken yahut ailesinden ilk defa ayrılan kişiler duygularını mutlaka aileleri ile paylaşmalı. 'Bir de anne-babam üzülmesin' şeklinde düşünülmemeli. Aileyle telefonda sık sık görüşülebilir. Anne baba da 'merak etme, istediğinde orada oluruz' diyerek çocuğunu rahatlatmalı.

Hareketler eleştirilebilir ama duygular asla eleştirilemez. 'Ne var, yalnız kalan tek sen misin, kaç yaşına geldin?' gibi cümleler kullanılmamalı. Açık bir şekilde ifade edilmeden yalnızlığa alıştırılmalı.

Sosyal projelerde yer alınmalı, meşguliyetler üretilmeli. Boşluk, yalnızlık, problemi daha çok tetikler.

'Yaşadığım sorun psikolojik' diyerek fiziksel rahatsızlıklar ihmal edilmemeli. İlaçlar düzenli olarak kullanılmalı.

Doğruyu yanlışı gösterecek bir dost, arkadaş edinilmeli. Probleme objektif bakabilmeli. Ayrıca bu kişi akran değil, yaş itibarıyla büyük ve olgun olmalı.

Sivri burun ve dar ayakkabı ayak sağlığını bozuyor

Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Teoman Erdem, sivri burunlu, dar ve sağlıksız maddelerden üretilen ayakkabıların ayak ve tırnak sağlığını bozduğunu belirtiyor.



Erdem, sağlıksız, dar ve sivri burunlu ayakkabıların nasır, tırnaklarda bozulma, tırnak batması, egzama, mantar enfeksiyonları ve ayak ve deride enfeksiyona sebep olduğunu vurguluyor. Erdem, sağlıksız ayakkabı giyilmesine bağlı olarak dermatolojik yönden oluşan hastalıkların başında da nasırın geldiğini ifade etti.

DURAN SAVAŞ SAKARYA

Gripli çocuğa aspirin vermeyin beyinde hasara sebeb oluyor

Konya Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kürşat Uzun, kış aylarında öksürük ve soğuk algınlığı gibi sık karşılaşılan basit enfeksiyonların büyük çoğunluğunun virüs kökenli olduğunu ve viral enfeksiyon olarak adlandırıldığını söyledi.



Viral enfeksiyonların en yaygınının grip olduğunu ifade eden Uzun, enfeksiyonun kırgınlık, ateş, boğaz, baş ve kas ağrısı ile kendini gösterdiğini belirtti. Prof. Dr. Uzun, 7 güne kadar etkili olan gribal enfeksiyonun özellikle çocuklarda, 65 yaş üzeri kişilerde ve kronik bronşit, astım, kalp, böbrek ve şeker hastalarında daha ağır seyrettiğini vurgulayarak, "Risk grubunda bakterinin sebep olduğu zatürre gibi komplikasyonlar ve istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabiliyor." diye konuştu. Uzun, hastalık süresince bol sıvı alınması, meyve tüketilmesi ve istirahat edilmesi gerektiğini bildirerek, bu dönemde ağrı kesici ve ateş düşürücü de kullanılabileceğini ifade etti. Ağrı kesici ve ateş düşürücünün dışında gribal enfeksiyonlarda bilinçsiz ilaç kullanımının yaygın olduğunu da anlatan Uzun, "Özellikle çocuklar, yaşlılar ve kronik rahatsızlığı olanlar uzman hekime başvurmadan ilaç kullanmamalı. Bazı aileler, grip olan çocuklarına ateş düşürmek için aspirin veriyor. Bu çok yanlış. Aspirin beyinde tedavisi mümkün olmayan nörolojik bir hasara yol açabilir. Yine sıkça kullanılan antibiyotik de ciddi sağlık sorunları ortaya çıkarabilir. Vücudun ihtiyacı olmadığı dönemde alınan bir antibiyotik mikropların direnç geliştirmesine ve bir başka hastalıkta antibiyotiğin etkisinin azalmasına yol açıyor." dedi.

Konya Numune Hastanesi Başhekimi Halil İbrahim Topatan da kış aylarında üst solunum yolu enfeksiyonlarında artış görüldüğünü, bu hastaların hafif ateş, öksürük, burun akıntısı ve kırgınlık nedeniyle acil servislere başvurduğunu söyledi. Mümkün olduğu kadar kalabalık ortamlara gidilmemesi uyarısında bulunan Topatan, kişisel izolasyon ve el hijyenine dikkat edilmesi gerektiğini belirtti.

KONYA AA

Ergen çocuğunuzun arkadaşlarını tanıyın

Ergenlik dönemi hayatın en hızlı değişimlerinin yaşandığı, enerjinin, heyecanların en yüksek seviyede olduğu, sevgi, nefret, sevinç, üzüntü gibi zıt duyguların bireyi en yoğun şekilde etkilediği bir dönemdir.



Böyle olunca da anne-baba, ergen anlaşmazlıklarının yaşanması kaçınılmazdır. En önemli sorunlardan biri de arkadaşlar konusudur. Bilhassa büyük şehirlerde anne- babanın sosyal çevresiyle ergenin sosyal çevresinin birbirinden farklı olduğu yerlerde arkadaş seçimi, arkadaşla nerede ne kadar zaman geçirileceği, telefonda, internette, sosyal paylaşım sitelerinde geçen süre gibi birçok nedenle anne-babalarla ergenler arasında sorunlar çıkmaktadır. Gerçek şu ki; bu dönemdeki anne-baba-çocuk anlaşmazlıkları kaçınılmaz olsa da çok fırtınalı yaşanmak zorunda da değildir.

AKRAN ETKİSİ DAHA GÜÇLÜDÜR

Ergenler, anne-babaların sözünden çok akranlarının ya da kendilerine örnek seçtikleri gençlerin sözüne önem verirler. Bazı anne-babalar bu süreçte ergen üzerindeki kontrolü kaybetme endişesiyle birlikte güçlü yaptırımlara ve baskıya başvurduklarında ergen kişilik özelliklerine göre ya pasifleşir, arkadaş çevresinden uzaklaşıp içe çekilir ya da isyan ederek ailesinden tamamen uzaklaşır.

Ergen ailesi olmak, dikkat, sabır ve enerjik olmayı gerektirir. Anne-babaların arkadaşlıkla ilgili endişelerinin başında, alkol ve madde bağımlılığı, suça karışma, istismara uğrama ve davranış bozukluğu gelmektedir. Anne-babalar nasıl davranmalıdır ki çocuklarını bu tehlikelerden büyük ölçüde koruyabilsinler?

Anne-babalar ergenlik çağındaki çocuklarıyla birlikte nitelikli zaman geçirirlerse hem onu daha iyi tanır, arkadaşları ve aileleri hakkında bilgi sahibi olur hem de onun kişilik gelişimindeki olumlu etkilerini sürdürmüş olurlar. Ergenlik çağında ergen, yaşının gereği, zaman zaman ailesinden ayrı, yalnız kalmak isteyebilir. Ergenlik dönemi, sürecin özelliği itibarıyla ergenin ben merkezci olduğu bir dönemdir. Sabırlı olunmalı ve ergenin ihtiyaçlarını, birlikte neler yapmak istediğini anlamaya, öğrenmeye gayret etmelidir.

Anne-baba, ergenin yetişkinliğe doğru ilerlediğinin bilincinde olarak zaman zaman ergeni uzaktan izlemeyi tercih etmelidir. Her konuda olduğu gibi ergen arkadaşlık konusunda da bir miktar rahat hareket etmeyi, bir miktar da disiplin altında olmayı ister. Kendisine değer verilmesi onu daha güçlendirir.

ÇOCUĞUNUZUN YAKIN ARKADAŞLARINI TANIYIN

Anne-baba önce ergene güvenmeli ve arkadaşlık konusundaki isteklerini dikkatle dinlemeli, endişe verici bir durum varsa nedenlerini iyi açıklamalıdır. Ergenlerin çoğunu rahatsız eden, "Biz sana güveniyoruz; fakat dış dünyaya güvenmiyoruz." sözüdür. Ergenler dış dünyayı tehdit edici olarak algıladıklarında kaygıya kapılmaktadır. Bu sebeple dış dünyanın sosyal hayatın ne dereceye kadar güvenilir ve ne dereceye kadar tehlikelerle dolu olduğu, bu tehlikelerden kendisini nasıl koruyabileceği konusunda kendisine sadece kurallar koymak yerine akılda kalıcı güzel örnekler vererek rehberlik edilmelidir.

Ergenin yakın arkadaşları ve aileleri ile tanışmak da anne-babanın ergene arkadaşlık konusunda daha fazla güven duymasını kolaylaştırmaktadır. İyi eğitim almış sağlam karakterli ergenler genellikle doğru arkadaşlar seçerler. Okul ve dershanedeki bilinçli öğretmenler, danışmanlar, ailedeki diğer büyükler bilhassa yaşça büyük kardeşler ve kuzenler de ergeni yanlış hareket etmekten, yanlış davranışları olan kişilerle arkadaşlık etmekten korumaktadır. Ergen, arkadaşlarının ve arkadaş gruplarının isimlerini ailesiyle paylaşmalı, yakın arkadaşlarının telefon ve adreslerini anne-babalarına vermelidir.



Güvenilir bir çevre oluşturun

Ergenin, anne-babanın yeteri kadar tanımadığı kişilerin evinde kalması, birlikte yolculuğa çıkması ya da arkadaşlarıyla birlikte geceyi başka bir yerde geçirmesi gibi konularda daha dikkatli olunmalıdır. Yaşanılan çevre ve risk faktörlerine de önem verilmelidir. Anne-baba genci tehlikelere karşı ne kadar dikkatli olacak şekilde yetiştirmişse ergen de kendisini o kadar iyi korumaktadır. Anne-babanın sorumluluklarından biri, çocuğa mümkün mertebe güvenilir bir sosyal çevre hazırlamaktır. Arkadaşlarla dışarıda geçireceği zamanın ne kadar olacağı ergenle birlikte kısmen esnek bir şekilde kararlaştırılmalı, ergen bu zamana bağlı kalamadığında nedenleri güzel bir üslupla sorulmalıdır.

Baş dönmesi, ne zaman ciddiye alınmalı?

Hemen herkes hayatının bir döneminde baş dönmesi şikâyeti ile karşılaşır. Vertigo olarak da adlandırılan baş dönmesi, çoğu zaman basit rahatsızlıkların belirtisidir.



Bazı durumlarda ise ciddi hastalıkların habercisi olabilir. Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi nöroloji uzmanı Dr. Ebru Nur Yavuz, vertigoyu genel anlamda baş dönmesi, arkaya ve öne gitme veya düşme hissi olarak tarif ediyor. Ancak tansiyon düşmesi ile ilgili baş dönmeleri bu kapsamda sayılmıyor. Yavuz, vertigonun, iç kulak, denge siniriyle ilgili hastalıklarda, beyin sapı ve beyinciği tutan hastalıklarda görülebileceğini belirtiyor. Kulak hastalıklarına bağlı baş dönmelerinde kulak çınlaması, işitme azlığı, kulakta basınç hissi, bulantı-kusma, kulak akıntısı ve gözlerde anormal hareketler (nistagmus) saptanabiliyor. Nörolojik hastalıklara bağlı baş dönmelerinde ise baş ağrısı, uyuşmalar, felçler, göz hareketlerinde anormallikler olabiliyor. Vertigonun gerçek olup olmadığının anlaşılabilmesi için nörolojik muayene yapılması gerekir. Vertigo beyin damar hastalığı, MS, beyin tümörü, boyun kemiklerinde kireçlenme gibi hastalıklarla ilişkili ise bu hastalıklara yönelik özel tedaviler uygulanacağını söyleyen Yavuz, ancak birçok hastada ortaya net bir sebep çıkmadığının da altını çiziyor. Yavuz, kulak hastalıklarına bağlı baş dönmelerin genellikle kısa ya da uzun zamanda kendiliğinden ortadan kalktığını aktarıyor.

AİLE- SAĞLIK

Isı değişikliğine karşı yüz, boyun ve gözleri koruyun

Soğuk havalarda ani ısı değişimleri yüz felcine yol açıyor. Dışarı çıkarken ısı değişikliğine karşı yüz, boyun ve gözler mutlaka korunmalı.



Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüsnü Efendi, yüz felcinin yüz kaslarına giden uyarıların engellenmesiyle oluştuğunu belirtti. Efendi, soğuk nedeniyle daha etkili hale gelen bazı virüslerin de sinir sistemindeki hasarı artırdığını söyledi. Hastaların ilk anda yüz felci geçirdiklerini anlayamayabileceklerini ifade eden Efendi, felcin kulak arkasındaki bir ağrıyla kendisini belli ettiğini vurguladı.

Göz çevresi ve ağızda güçsüzlüğün ortaya çıkmasıyla hastaların gözlerini kapatamadıklarını fark ettiklerine dikkati çeken Efendi, "Hasta felç geçirince bir şeyler içmeye çalışırken, ağzını tam kullanamadığından, sıvılar ağzının bir tarafından akar. Gülmeye çalışırken de ağzının bir tarafının sınırlı olduğunu anlar. Yüz felci geçiren hastaların büyük bir çoğunluğunda ilk 4 ile 6 hafta arasında önemli iyileşmeler görülür. Ancak hastaların yüzde 35'inde daha uzun süre devam eden ve düzelmeyen kalıcı nörolojik sorunlara da sebep olabilir." diye konuştu.

Prof. Dr. Hüsnü Efendi, yüz felci geçiren bir hastada en çok korkulanın, gözleri kapayamamaya bağlı olarak, korneanın zarar görmesi olduğunu belirtti. Efendi, kısmi felç durumuna bağlı olarak gözler tam kapatılamadığı zaman, dışarıya çıkıldığında veya uyku sırasında gözün açık kalması nedeniyle gözde enfeksiyon, kornea tabakasında yaralanmaların ortaya çıktığını aktardı.

Yüz felcinin çok basit önlemlerle engellenebileceğini ifade eden Efendi'ye göre, dışarı çıkarken ısı değişikliğine karşı göz, yüz ve boyun, atkı ve şapkayla korunmalı. Kişi, yüz felci geçirdiğini anladığı anda hastaneye gitmeli. Yüzün hareket etmesini sağlayacak sakız çiğneme, ayna karşısında gözü kapatıp açma, gülme, kaşları havaya kaldırma gibi basit egzersizler, iyileşmede yardımcı etken.

KOCAELİ AA

Öğrenilmiş çaresizlik sosyal fobiyi körükler

Daha önce yaşanan başarısızlıklar, olumsuz deneyimler öğrencilerde öğrenilmiş çaresizli-ğe yol açabilir. "Çalışsam da başarılı olamıyorum, bu dersi zaten anlamıyorum, ders-ler ne işe yarar?" gibi yargılar sosyal fobiye dönüşebilir. Çekingenlik sosyal hayattan kaçmaya, kendini ifade edememeye dönüşürse, kendine güvensizlik ortaya çıkar.



"Lisenin son sınıfındaydı. Sınavlarını başarıyla geçmişti. Bu, son grup projesiydi. Projenin bir bölümünü de kendisi sunması gerekiyordu. Projeden alacağı not çok önemliydi. Çünkü yurtdışında öğrenimine devam edip etmeyeceği alacağı nota bağlıydı. Grup olarak projeyi özenle hazırlamışlardı. Projeyi başarıyla sunması gerekiyordu. Bunu düşündükçe huzursuzluğu artıyor, her şeyi berbat edeceğini düşünüyordu. Üstelik arkadaşları arasında, kendisi kadar heyecanlı başka kimse de yoktu. Birazdan korktuğu başına gelecek, projede kendisinin anlatması gereken yere geldiğinde heyetin ortasında buz kestiğini, değil konuşmak hareket dahi edemediğini hissedecekti."

Hayatımızda yukarıdaki hikâyeye benzer sıkıntılarla karşılaşmışızdır. Başkalarının önünde herhangi bir eylemi gerçekleştirmeye çalışırken duyulan çekingenlikler ve gayet iyi bilinen durumlardaki başarısızlıklar. Bu durumu etkileyen temel faktör "çekingenlik" ve devamında da oluşan "sosyal fobi" olduğu söylenebilir.

Çekingenlik, sosyal fobiye dönüşebiliyor. Herkeste aile, çevre ve genlerine bağlı olarak çekingenlik durumları gözlenebilir. Bazı durumlarda ise çekingenlik sosyal fobiye dönüşmektedir. Daha çocukluk döneminde belirtilerini gösteren sosyal fobi, dikkate alınmadığında bireylerde sosyal hayattan kaçma, içine kapanma, kendini ifade edememe, kendine olan güven eksikliği ve sürekli kendini eleştirme durumlarına neden olmaktadır.

Sosyal fobi ile akademik başarı arasında yüksek bir bağ var. Sosyal fobi kişiyi eğitim hayatında, sosyal ve duygusal ilişkilerinde etkilemektedir. Özellikle okul hayatında öğrencilerde gözlenen temel sosyal fobik davranışların başında, beğenilmemeden kaynaklanan çekingenlik durumları, yanlış yapma korkusu, arkadaşları tarafından kınanma gelmektedir. Başarılı olmanın önünde "bilgisizlik" ya da "beceriksizlik" değil, insanlarla ilişki kurarken yaşanan korku ve çekingenlik durumları gelmektedir. Bazen de okulda gerginlik hissi nedeniyle lise ve üniversiteyi bırakmalar gözlenmektedir. Sosyal fobi yaşayan öğrencilerin erken tanı ve tedavi edildiği oranda okuldan zevk almaları, lise ve üniversite eğitimlerini tamamlamaları sağlanmış olunacaktır.

Yaşanan olumsuz deneyimleri zihninden çıkaramayan kişi, benzer durumlarla karşılaştıklarında aynı şeyleri yaşayacağına inanarak tedirgin olmaktadır. Çaresizlik öğrenildiğinde "çalışsam da başarılı olamıyorum, bu dersi zaten anlamıyorum, dersler ne işe yarar" gibi olumsuz yargılar seslendirilmeye başlanır. Kişi, yaşanan olumsuzlukların sorumlusu olarak kendini görür ve kendine güvenini azaltır.

Genelleme yapılmamalı. Öğrenilmiş çaresizlik, hayatın her aşamasında karşılaşılabilecek bir durumdur. Çaresizliğe neden olan faktörleri bilmek çözüm yolunda atılan ilk adımdır. Kişinin mutlu ve huzurlu olması için önyargılardan kurtulması ve genellemelerden uzak kalması gerekir.

Güveninizi çocuğa hissettirin. Sosyal fobi, öğrencilerin akademik başarısının yanında yaşam kalitelerini oldukça düşürmektedir. Çekingenlik yaşayan çocuklara karşı ailenin ve öğretmenlerin yapması gereken öncelikle kendine güven duyulduğunun hissettirilmesidir. Çocuğun düşünce ve inançlarının eleştirilmeden ve genelleme yapılmadan dinlenmesi, onlarda dinleme becerisini geliştirecektir. Onunla nitelikli zaman geçirmek, yaptıkları işlerle ilgili olumlu tepkilerde bulunmak, onlara karşı eleştirilerde açık ve dürüst olmanın çekingenliklerini azaltıcı temel faktörler olduğu unutulmamalıdır. Çocuğun güçlü olduğu konularda büyüklerine yardımcı olmalarına izin verilmesi onlarda kendilerini ifade etme becerilerinin yerleşmesini sağlayacaktır.