31 Temmuz 2011 Pazar

Hocaefendi: Bizim mesleğimizin esası...

"Öyle bir karaktere sahip olan insanın, başkalarının şekavetini istemesi mevzubahis olamaz" 22.Temmuz.2011,09:20:40


Peygamberlerin hepsi, Cenâb-ı Hakk'ın seçkin kullarıdır. Allah Teâlâ onları özel donanımlarıyla dünyaya göndermiş ve kendi elçiliğiyle vazifelendirmiştir. Lâkin, onların bazılarını diğer bir kısmına tafdil eylemiştir. Umumî manada ve mutlak olarak her peygamberin faziletini tesbit etmekle beraber, bazı peygamberlere öyle hususî fazîletler vermiş ve onları öyle üstün kılmıştır ki, diğerlerinin o mevzûda onlara yetişmeleri mümkün değildir. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hazreti İsa, Hazreti Musa, Hazreti İbrahim ve Hazreti Nuh (alâ nebiyyinâ ve aleyhimüsselâm) için "Ulü'l-Azm" unvanının kullanılması da böyle bir hususiyetten dolayıdır. Şu kadar var ki, risalet tahtının sultanları olan bu en yüce peygamberler arasında dahi bir ufuk farkı söz konusudur.

Eşya ve hadiseler, Âdem Nebi'den (aleyhisselâm) İnsanlığın İftihar Tablosu'na (sallallahu aleyhi ve sellem) kadar uzanan çizgide ruh, mana, idrak edilme ve yorumlanma açısından sürekli değişim geçirmiştir. Değişen şartlar her zaman farklı şekillerde toplumlara da aksetmiştir. Bundan dolayı, ayrı ayrı zamanlarda gelen peygamberlerin farklı hususiyetlerle donanmış olması gerekmiştir.

Mesela; bir dönemin şartları ve o devirdeki insanların özellikleri ancak Hazreti Nuh gibi bir resûlün gönderilişine müsait bir zemin teşkil etmişti. Bu itibarla, denebilir ki, şayet aynı dönemde risaletle görevlendirilseydi, Hazreti İsa'nın da Nuh aleyhisselamın hususiyetlerine bürünmüş olarak vazife yapması iktiza ederdi; eğer Hazreti Nuh da onun kavmine gönderilseydi, kendi tabiatının özelliklerini aşıp Mesihiyet ruhuyla hareket etmeye mecbur kalırdı. Günümüze gelinirken süratle küreselleşmeye doğru giden dünyada, bütün insanlığı kucaklayacak ve getirdiği düsturlarla kıyamete kadar beşerin ferdî, ailevî, içtimaî, idarî ve siyasî her türlü problemini çözebilecek âlemşümûl hüviyette bir peygambere ihtiyaç vardı.. ve Allah (celle celâluhu) böyle bir dönemde de o seviyede bir peygamberi, yani Nebîler Serveri Hazreti Muhammed'i (aleyhissalatü vesselâm) gönderdi.

Hıllet ve Müsamaha Yolu

Rehber-i Ekmel (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) Efendimiz, hem Hazreti Nuh ve Hazreti Musa ile hem de Hazreti İbrahim ve Hazreti İsa ile temsil edilen meslekleri bütünüyle nazar-ı itibara alarak, kendisinin hilm, silm, mülâyemet ve müsamaha yolundakilere benzediğini ifade etmiştir.

Bu itibarla, Hazreti Rûh-u Seyyid'il-Enâm halîliyet ile mesîhiyeti cem'etmiştir. Hıllet ve müsamaha yolunu seçmiş; bu meslekte varıp zirveye ulaşmış, tahtını hullet ve şefkat ufkuna kurmuştur. Hazreti İbrahim'de bir çekirdek gibi icmalî bulunan halîliyet ve hıllet ile bir tohum misillü Hazreti Mesih'in özünde var olan mesihiyet ve re'fet, İnsanlığın İftihar Tablosu'nda ser çekmiş bir ağaca dönüşmüştür. Onlardaki hilm ve şefkatin tafsil ve inkişafı, hakikî insan-ı kâmil Hazreti Habibullah'la gerçekleşmiştir ki, işte bu habîbiyet ve hulletin unvanı Muhammedî ruhtur.

Evet, Muhammedî ruh, içten samimi bir dostluk, kardeşlik, ülfet tavrı ve ünsiyet muamelesi şeklinde tezahür eden İbrahimî ve Mesihî üslûbu özünde birleştirmiş insan tabiatıdır. Artık beşeriyetin bu karakter ve tabiattaki insanlara muhtaç olduğunu bilen Cenâb-ı Hak, evvelki iki elçisinin hususiyetlerini Allah Rasûlü'nde (aleyhi ekmelüttehaya) toplamış ve rehber-i ekmel olarak O'nu göndermiştir. Zira, Muhammedî ruhla hayatiyet kazanan insanlar, başkalarını şefkatle kucaklayacak ve onları kaçıracak davranışlardan fersah fersah uzak duracaklardır. Onlar, muhataplarını celbetme, yumuşatma ve düşündürme metodunu deneyecek; her meseleyi empatiyle değerlendirip karşıdakileri anlamaya çalışacak, böylece iç fetih dediğimiz gönüllere girmeyi başaracak, en azından herkesi bir insaf zeminine çekecek ve sonra söylemek istediklerini dile getireceklerdir. Bu suretle, hem diğer insanların ufuklarını açmış hem de onları kendilerine karşı insaflı davranmaya sevk etmiş olacaklardır.

Muhammedî ruh, şefkat ve merhametle yoğrulmuş karakter demektir. Öyle bir karaktere sahip olan insanın, başkalarının şekavetini istemesi mevzubahis olamaz. Hatta, muhatapları nasıl davranırsa davransın, onun mukabele-i bilmisil yapması, kahriyeler okuması ve lanetler yağdırması mümkün değildir. Zira, beşere bu ruhu kazandıran Şefkat Peygamberi, şahsına reva görülen işkenceler, eziyetler ve zulümler karşısında dahi insanların hidayetlerini dilemiştir. Hele kendi ümmeti söz konusu olunca, onların ebedî kurtuluşu hesabına gece gündüz dualar etmiş ve gözyaşı dökmüştür.

İşte, bizim mesleğimizin esasını da bu duygu oluşturmaktadır; bizim gözlerimizi diktiğimiz ufuk Muhammedî ruhtur. Her Kur'an talebesi ve hizmet âşığı, karakteri itibarıyla olabildiğine ince, fevkalâde narin, bir anne gibi şefkatli; hep mütevazı, mahviyet içinde, yüzü yerde ve herkesi sevgiyle kucaklamaya hazır bir insan olmalıdır. O kendi asrında Muhammedî ruhun (aleyhi ekmelüttehâyâ) izdüşümü bir varlık olmaya çalışmalıdır. Evet o, en uzaktakilere bile yakın durmalı ve meclisini, Peygamber meclisi gibi herkese açık tutmalıdır ki, can alıcı hasım ruhlar dahi ellerinde olmayarak kendilerini birden onun şefkat iklimine salıversinler.. Bir kere de o atmosfere girenler artık bir daha ayrılmayı düşünmesinler...

- Peygamberlerin kiminde Allah'ın Celal sıfatı ağır basarken kiminde Cemal sıfatının daha fazla tecelli ettiğini görürüz. Efendimiz'de ise daha çok Cemal tecellisi görülür.

- Efendimiz, kendi ifadeleriyle daha çok atası Hz. İbrahim ve Hz. İsa'ya benzemektedir. Zira onlarda da hilm, silm ve şefkat daha baskındı.

- Mesleğimizin esasının, Efendimiz'in sahip olduğu ve 'Muhammedî ruh' diyebileceğimiz bu karaktere bürünmek olduğunu söyleyebiliriz.

Kolesterol tarih oldu

Diabet ve kolesterol hastaları için umut veren gelişme… 28.Temmuz.2011,09:30:00


Diabet, kolestrol ve trigliserid yüksekliği sorunu olanlara yönelik olarak uluslararası araştırmalar neticesinde tamamen naturel Yollardan XP S6 Adını verdikleri Yeni bir ürün ürettiler.

Son senelerde ortaya çıkan ve yaygın biçimde kullanılan bazı antidiabetik ve kolesterol düşürücü ilaçların ciddi yan etkileri olduğu, bazen bunların gizlenebildiği, hatta kullanmaya başlayanlarda sonradan gözlemlenen ve ciddi boyutlara ulaşılabilen yan etkiler ortaya çıktığını bilinmektedir.

Bazı diabet ilaçlarının,Türkiyedahil birçok ülkede ölümcül yan etkileri gözlemlendi. “rosiglitazon” maddesi içeren antidiabetikilaçEylül 2010'da yasaklandı. Aynı maddeyi içeren 12 ilaç da piyasadan toplatıldı. Bunun sebebi , bu ilacı kullananların ölüm riskini % 64 , kalp krizi riskini ise %43 arttırdığının bilim insanları tarafından açıklanması idi.

XP S6 preperatının içerisinde bulunan bitki özlerinin etkisi ile hayvan ve insan denekleri üzerinde yapılan çalışmalarda 15 ‘inci günden itibaren pankreasta insulin hormonu imal eden Langerhans adacıkları ve Beta Hücreleri hacim ve sayılarında anlamlı artışlar izlenmiştir. Bunun açık anlamı, bu tedavi ile pankreasta belirgin bir yeniden yapılanma ve tamir işleminin başlamasıdır.

XP S6 içerisinde bulunan bitkilerle, hayvanlar ve 16 gönüllü şeker hastasına yönelik yapılan çalışmada 2,3 ve 4. haftalarda klinik olarak kabul edilebilir glukoz değerlerine ulaşılmıştır. Hiçbir yan etki rapor edilmemiş olup , bunlara ek olarak HgA1c değerlerinde önemli oranda düşüş görülmüştür. Bu çalışma şu cümle ile son bulmaktadır : Sonuçlara bakıldığında farklı davranışlar gösteren ancak sinerjik ( birbirini güçlendiren etki ) açıdan glukoz homeostasisini regüle eden bitkisel kombinasyonlarda güvenlik,tolerans ve yararlılık görülmektedir.

DR.ÜNAL VURAL - GENEL CERRAHİ UZMANI


Referans Listesi İçin Tıklayınız

XP S6 içeriğindeki bitkiler değişik etkilerle kan şekerini düzenlerler.

Zeytin yaprağında bulunan doğal fenolik bir bileşik olan 'HİYDROXTYROSOL' güçlü bir antioksidan olup, serbest radikallerin hücrelere verdiği yıkıcı zararı önler ve pankreasın salgı bezinin yeterli miktarda insülin hormonu üretmesini sağlayarak, kan şekeri ni düzenlediği çalışmalarda gösterilmiştir.

Isırgan, ceviz yaprağı ve kırkkilit otunun kan yapıcı özelliği ile pankreas üzerine olumlu etki yaparak kan şekerini düzenledikleri bilinmektedir.
Şahtere ve karabaş otunun kan sulandırıcı ve damar genişletici etkileri nedeni ile tansiyonu düşürdükleri yine bilinmektedir.Yapılarında bulunan' ROSMARİNİK ASİT ve CİNEOL' maddeleri miikrop kırıcı ve tansiyon düşürücü etkiye sahiptir.
Kırkkilit otu taşıdığı flavonoitler sayesinde yüksek tansiyonu ve damar sertliğinde kolesterolü düzenler.

Zeytin yaprağı koroner damarları esneterek , damar sertliğini önler,kolesterolü (LDL) düşürür.Kalp kasının pompalama hareketlerini geliştirerek kalp krizlerini önlemede yardımcı olur.bitkilerin yukarıda belirttiğimiz etkileri uluslararası araştırmalar sonucu birçoküniversitetarafından onaylanmıştır. bitkiler doğru kombinasyonlar,işleme teknikleri,ve dozajlarını kısacası Bitkiler içindeki maddeleri inceleyerek bunlardan organizmaya girdiğinde hastalıkları iyileştirici etkisini bulmaya çalışmak(farmakognozi) uzmanlık gerektirmektedir.Bitkilerde yüzlerce etken madde bulunabilir. Bu maddeler kimyasal maddelerdeki gibi yararlı etkilerinin yanında yan etkileri de mevcuttur. Ayrıca bitkilerden elde edilirken elde edilen miktarın da büyük önemi vardır.bu bakımdan ele alındığın da şu sonuç ortaya çıkmaktadır,bitkiler tedavide doğru adrestir, bitkinin tedavi edici özellikleri ve anlatımı açısından önem teşkil etmektedir.

Dr.Eczacı Murat ZOR - Farmakognozi ve Fitoterapist

Uzmanlarımıza Danışmak İçin Tıklayınız...

Türkiye'nin Tek Bitkisel İlaç Firması İMMUNAT Uzmanları Tarafından Tasarlanmıştır!

Kullanılmaya başladığı andan itibaren ilk 2 saatte kan şekerini % 40 düşürdüğü

Bir ay düzenli kullanıldığında kan şekerini düzenlediği

15 günde kolesterol dengelediği tespit edilmiştir.

Ramazan ayında nasıl beslenmeliyiz?

Ramazan ayında oruç tutulması ile ortaya çıkan beslenme şekli diğer aylardaki beslenme şeklimizden çok farklıdır. 20.Temmuz.2011,12:00:25


Normalde 3-4 öğün beslenirken bu ayda öğün sayımız 2’ye hatta sahura kalkmayanlar için 1’e düşer. Bunun sonucunda metabolizmamızda farklılıklar ortaya çıkar. Vücut işleyişini bu ritme uydurmaya çalışır. Uzun süreli açlık metabolizmamızın yavaşlamasına neden olur. Bu nedenle metabolizmamızı daha da yavaşlatmamak adına sahur öğününü kesinlikle atlamamamız gerekir. İftar öğününde ise mümkün olduğunca hafif, yeterli ve dengeli beslenmemizde fayda vardır. Oruç tutulmasıyla beraber metabolizmamızdaki yavaşlama olumsuz gibi görünse de oruç bittikten kısa bir süre sonra eski beslenme şekline dönünce metabolizma hızını arttırır.
Bu yılRamazanayında sahur öğünü ile iftar öğünü arasında yaklaşık 16 saat kadar bir açlık süresi var. Uzun süre aç kalmak kişilerin iştah seviyesinde artışlara neden olabileceği için fazla miktarlarda ve yüksek kalorili besin tüketme eğilimi ortaya çıkabilir. Eğer Ramazan ayı süresince kilo almak istemiyorsanız iftarda ve sahurda yediğiniz yiyeceklerin çok kalorili olmamasına ve miktar olarak aşırıya kaçmamasına dikkat etmeniz yeterlidir. Bu şekilde sindirim işlevine katkısı olan iç organlarımız dinlenmiş ve vücut da birikmiş olan toksinlerden arınmış olacaktır. Ancak kilo verme isteği ile sahura kalkmamak, çok az yemek gibi yanlış davranışlar daha da kolay kilo alınmasına neden olabilir.

Ramazan ayı süresince yeterli su ve sıvı alımı olmadığı için vücudun su oranında azalma görülür. Oruç bittikten kısa bir süre sonra su hacmi eski düzeyine gelir. Ancak bu yıl Ramazan ayının yaz mevsimine rastlaması nedeniyle sıcak hava ve terleme yüzünden su kaybı daha da fazla olacaktır. Eğer iftar saatinden sonra yeterice sıvı tüketimi olmazsa ciddisağlıksorunları yaşanabilir.

İftar açarken vücudun sindirime hazır olmadığını bu nedenle ağır yemeklerden kaçınmamız gerektiğini hatırlamalıyız. Orucun su ile açılması, çorba gibi sıvı olan bir besinle devam edilmesi daha doğru olur. Hatta çorba içtikten bir süre sonra mümkünse sofradan kalkıp 10-15 dakika kadar yemeye ara verilirse midemiz sindirime daha kolay hazırlanır. Yemekleri küçük lokmalar halinde, iyi çiğneyerek ve yavaş yemenin henüz hazır olmayan sindirim sistemi için yardımı büyüktür.
Uzun süren açlık nedeniyle metabolizmanın yavaşlaması ve yetersiz sıvı alımı kabızlık sorununu da ortaya çıkarabilir. Bunu önlemek için bol posalı beslenmek gerekir. İftarda sebze ve salata tüketimine yer vermek, iftardan sonra tatlı yerine mevsim meyvelerini tercih etmek çözüm olabilir. Hatta kayısı veya erik kompostosu tüketerek hem sıvı alımı hem de posa alımı dengelenebilir. Özellikle hareketsiz kişilerin iftardan sonra yapacağı kısa yürüyüşler hem kabızlığa hem de sindirim sorunlarına iyi gelir.

Yukarıda belirtmiş olduğumuz nedenlerden dolayı oluşan metabolizmanın yavaşlaması, kabızlık şikayetleriniz için 12 çeşit bitki karışımından elde edilmiş olan Safran Çayı ve Kapsülü kullanarak metabolizmanın sağlıklı işleyişine kabızlık ve şişkinlik problemlerinin giderilmesine yardımcı olacak mükemmel bir bileşim ile Ramazan Ayı’nı rahat geçirmeye ne dersiniz?

Ramazan'da alınan kilolara dikkat

Ramazan Ayı’nın gelmesi ile değişen yemek düzenimiz, leziz iftar sofraları ve ertesi gün aç kalmama endişesi ile fazla miktarda tüketilen sahur yemekleri. 20.Temmuz.2011,12:03:14


Hemen herkesinRamazanAyı’nda kilo almasına neden olmaktadır. Daha sonra bu kilolardan kurtulmak uzun zaman almakta ve bizleri ciddi ölçüde rahatsız etmektedir. Özellikle bayanlarda bayram ziyaretlerinde “Kilo mu aldın sen?” sorusu can sıkıcı bir hal almaktadır.

Sizlere tamamen doğal bitkilerden elde edilmiş sindirim sistemini düzenleyerek Ramazan Ayı’nda kilo almanızı önleyecek ve hatta yemek yeme alışkanlığı düzene girdiği için Ramazan Ayı’nı fırsata dönüştürerek zayıflamanıza yardımcı olacak bitkisel bir formül öneriyoruz SAFRAN ÇAYI.
Bağırsaklarda ki yağ emilimini düzenleyerek şişkinliği hazımsızlığı gidermeye yardımcı olduğu gibi hızlı ve sağlıklı kilo vermenize de yardımcı bir formül olarak hazırlanmış mükemmel bir bileşim olan SAFRAN ÇAYI ve KAPSÜLÜ denemeye ne dersiniz?

RAMAZAN FIRSATLARI ve HABERİN DEVAMI İÇİN TIKLAYIN…

Akıl hastalarına ''sanatla'' tedavi

Adana'daki ruh sağlığı hastanesinde, şizofrenden bipolar bozukluğa (manik depresif hastalık) kadar çeşitli akıl hastalarının sanatsal uğraşlar sayesinde, tedavi sürelerinin 2 aydan 24 güne düştüğü bildirildi. 31.Temmuz.2011,11:44:00


AdanaDoktor Ekrem Tok Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi'nde, Halk Eğitim Merkezi işbirliği ile verilen eğitimler, hastalara en az ilaçlı tedavi kadar katkı sağlıyor. Profesyonel ressamlar gibi resim yapan, ebru, el sanatları, halk oyunları ve sabundan meyve yapımı öğrenen hastalarda, yazarlık eğitimi bile veriliyor. Hastaların eserleri açılan kermeslerde satılarak, gelir elde etmeleri sağlanıyor.

Hastane Başhekimi Dr. Bülent Demirbek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bölge hastanesi konumundaki hastanelerine 16 ilden hasta geldiğini, halen hastanede 630 hastanın yatarak tedavi gördüğünü, bu hastalara ilaçlı tedavinin yanı sıra çeşitli sanatsal alanlarda eğitim de vererek tedavi sürelerini 2 aydan 24 güne çekip bir an önce hastaneden taburcu olmalarını sağladıklarını söyledi.

Demirbek, ''Hastanemizde şizofren ve depresyona giren hastaların yanı sıra suç işlemiş akıl hastaları ile alkol ve madde bağımlıları tedavi görüyor. Hastalarımızın tedavisinde geçerliliği kanıtlanmış sistemleri uygulayarak bir hastanın 24 saatini planlıyoruz'' dedi.

Akıl hastalarının sanatsal yönünü ön plana çıkardıklarını vurgulayan Demirbek, ''Ebru ve el sanatları, resim atölyeleri, satranç, sabundan meyveler ve seracılık faaliyetlerinin yanı sıra sportif faaliyetlerini de önemsiyoruz'' diye konuştu.

-MADDE BAĞIMLILARINA 21 GÜNDE TEDAVİ-

Dr. Bülent Demirbek,hastanebünyesinde ayrıca yeni hizmete giren 80 yatak kapasiteli Vali İlhan Atış Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezi'nin (AMATEM) de bulunduğunu belirterek, 21 günde alkol ve madde bağımlılarının tedavisini gerçekleştirdiklerini bildirdi.

Merkezin Avrupa'nın en kaliteli madde bağımlılığı tedavi merkezi haline geldiğini kaydeden Demirbek, şunları söyledi:

''Alkol bağımlıları bu alışkanlıklarından kendileri vazgeçebiliyor ancak madde bağımlılığı daha zor. Bunun için doktor yardımı ve sabırlı bir tedavi süreç gerekiyor. Bağımlılıktan kurtulmak için niyet çok önemli. Hastaların bir kısmı ailesinin gözünü boyamak ya da karaciğerini ve vücudu toparlayıp yine madde kullanmak için tedavi merkezine gelebiliyor. Hastanemize gelenlere önce bırakma niyetlerinin olup olmadığını soruyoruz. Hastanede gösterdiğimiz ilgi ve alaka ile de hayata tutunuyorlar.''

Önceki yıllarda madde bağımlılığı için 12 ay sonrasına gün verdiklerine dikkat çeken Demirbek, ''Ancak yeni merkezimiz sayesinde hastalarımızın geldiği gün yatışları yapılıyor. Şu an 74 hastamız tedavi görüyor. 21 günlük paket programın sonrasında hasta taburcu olacak düzeye geliyor'' dedi.

Eskiden madde bağımlılarının tedavisinin çok zor olduğunu hatırlatan Başhekim Demirbekrak, sözlerini şöyle tamamladı:

''10 kişiyi bir araya getirdiğimizde mutlaka kavga çıkıyordu. İlaçla tedavi yönteminin de gelişmesiyle artık 20 kişi bir arada yatsa da kavga olmuyor. İlacını içen hastalar sakinleşiyor ve rahatlıyor. Uğraş merkezlerimiz vespor merkezlerimizde günlerini geçiriyorlar. Yaşamın güzelliğinin farkına varıyorlar. Akşamları ziyarete gittiğimde hepsi ayrı ayrı teşekkür ediyor.''

Kene'ye karşı ilaçlı mücadele

Gönen İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürü Ertan Soylu, dış parazitle mücadele amaçlı kene ilaçlarının dağıtıldığını bildirdi. 31.Temmuz.2011,13:50:16


Kenelerin, mart ve nisan aylarında hayvanların meraya çıkmasıyla birlikte çoğaldığını belirten Soylu, gazetecilere yaptığı açıklamada, ''Özellikle bahar aylarında dış parazitlere karşı hayvanların ilaçlanması gerekir.

Bunun dışında barınaklarda kene gibi dış parazitler bulunabilir. Bu amaçla İlçe Toplum Sağlığı Merkezi'nden bu güne kadar kene ısırık vakasından dolayısağlıkmerkezlerine müracaat edenlerin ikamet ettikleri köylerin listesi alındı.

İlk etapta gelen 255 litre ilaçla, tespit edilen 25 köyde 13 bin 860 büyükbaş ve 6 bin 420 küçükbaş hayvan, kene ile mücadele kapsamında ilaçlandı'' diye konuştu.

Keneyle mücadele kapsamında 2011 yılı sonuna kadar 1545 litreilaçtalep ettiklerini belirten Soylu, vatandaşların keneyle mücadele konusunda yeterli bilgiyi elde etmeleri gerektiğini sözlerine ekledi.

Oruç, vücudu toksinlerden arındırıyor

Acıbadem Kocaeli Hastanesi beslenme ve diyet uzmanı Ercan Kaplan, Ramazan ayında tutulan orucun bilinen en eski detoks yöntemlerinden biri olduğunu söyledi.Kaplan, iftardan sonra yenilenlerin yağa dönüşmemesi için spor yapılması gerektiğini, teravih namazının da spor yerine geçtiğini ifade etti.

Detoks, vücudumuza çeşitli yollarla giren ve atık madde olarak dışarı atılmayı bekleyen zararlı toksinlerden kurtulmadır. Vücudun arınması, temizlenmesi adına orucun çok faydalı olduğunu kaydeden Kaplan, pek çok dinde de orucun tavsiye edildiğini söyledi. Kaplan, "Oruç, asıl mana olarak nefis terbiyesi ve arınmadır." dedi.

Yemekten hemen sonra spor yapılması gerektiğini kaydeden Kaplan, oruçluların bunu teravih namazına giderek yaptığını dile getirdi. Teravih namazının spor yerine geçebildiğini belirten Kaplan, "Yemekten sonra tatlı döneminde bir de spor yapın. Oruçlular teravihe gidiyor. Hem namazını kılmış oluyor, hem de camiye gidip gelirken yürüyüşünü yapmış oluyor." dedi.

ORHAN KARANFİL

Kitap okuyun, konuşun, çocuğun zekâsını geliştirin

Anne-baba çocuğunun ne kadar zeki olduğunu anlamak için sürekli işaretler arar. Kaç yaşında konuşmaya başladığı, ilk adımını ne zaman attığı ve bunun zamanında mı yoksa önce mi olduğunu merak eder.Ancak çocuğun doğuştan zeki olmasını beklemek yerine, onun zekâsını değiştirmek, geliştirmek, iyi yönde kanalize etmek anne-babanın elinde. Birtakım yöntemlerle zekâ seviyesinin artırılabileceğini söyleyen Üstün Zekâlılar Eğitim Danışmanı Gürkan Yaşar, zekânın geliştirilmesi ile ilgili merak edilen sorulara cevaplar verdi.

Araştırmalara göre zekâyı etkileyen en büyük etmen kalıtım. Zekâ, anne-babadan çocuğa geçmekte ancak annenin genleri daha baskın. Diğer bir etmen ise eğitim. Gürkan Yaşar'a göre vücut kasları nasıl çalıştırılarak geliştirilebiliyorsa beyin kasları da ancak çalıştırılarak geliştirilebilir. Yaşar, 100 IQ ile dünyaya gelmiş bir çocuğun iyi bir eğitim ile 120 IQ'ya kadar çıkarılabileceğini belirtiyor. Beyinde milyarlarca nöron olduğunu dile getiren Yaşar, "Küçük yaşlarda bu nöronların sayısı ve kalitesi fazla iken yaş ilerledikçe sayı ve kalite düşer. Bu sebeple küçük yaşlarda zekânın geliştirilme katsayısı daha yüksek. Ancak çocukluk dönemindeki gibi olmasa da yetişkinlik çağında da zekâ geliştirilebilir." dedi.

Berkeley Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada normal zekâ seviyesine sahip bir çocuğun zekâsının geliştirilebileceğinin ispatlandığını söyleyen Yaşar'a göre yetişkinler de birtakım yöntemlerle zekâ seviyelerini yükseltebilir. İşte bazı öneriler: İlk ve öncelikli olarak etraftaki olayları dikkatli bir şekilde inceleyin. Yeni fikirlere açık olun. Bol bol okuma yapın. Daha önce okunmayan bir kitap, ufku açar. Ters elle yazı yazmaya çalışın. Bu, beyni harekete geçirir. Mümkün olduğu kadar yazı yazın, not tutun. Video oyunları oynayın. Farklı şeyler görmek, farklı düşünmeye katkı sağlar. Kriptolojiye girin. Şifreli bir şekilde yazı yazıldığını düşünün. Bunun ne olduğunu bulmaya çalışın. Bulmaca çözün. Haftada bir zekâ testi çözün ve sonuçlarına bakın.

Beraber kitap okuyun: Çocuğa bol bol hikâye ve masal okuyup resimler hakkında yorum yapmasını isteyin. Çocuklar sabah kalktığında hikâye ve masallarda olayların, durumların değişeceğini zanneder, aynı masalı birçok defa okutur.

Kitap okurken içerik çalışması yapın: Çocuk eğer okuma bilmiyorsa resimleri göstererek ona hikâyeyi anlatın. Okumayı biliyorsa kendisi okusun. Hikâyeyi anlatırken geçmiş ve gelecek zamanı kullanın. Hikâyenin bazı yerlerinde duraksayarak hikâyenin nasıl ilerleyeceğini, az sonra neler olacağını, karakterlerin nasıl davranacağını sorun ve ondan geri bildirimler alın. Hikâyenin sonunda hikâyeden çıkartılacak dersler konusunda beyin fırtınası yapın.

Yazma ve çizmeyi teşvik edin: Ona, kendisini çok ünlü bir ressam veya yazar gibi düşünmesini söyleyin. Çizdiği resimlerden övgüyle bahsedin ve odasına asın. Dünyanın gidişatı konusunda sohbetler edin. Ona dünyayla ilgili çeşitli sorular yönelterek sorulara cevap bulmasını sağlayın. Gelecek 50 yılda dünya nasıl bir yer olacak? Dünyanın enerji ve su sorunu gelecek yıllarda nasıl çözülecek? Küresel ısınma sorunu gibi...

Doğru seçilmiş gıda, öğrenme kabiliyetini artırıyor

Patates: Kan şekerini dengeli yükseltiyor ve zekâ daha verimli çalışıyor.

Lahana: Tiroit bezlerinin aktivitesini yavaşlattığı için daha stressiz öğrenmeyi sağlıyor.

Fasulye: Lif ve protein, özellikle çocuklarda zekâyı açıyor.

Yağsız kırmızı et: Sağlıklı alyuvarlar için vazgeçilmez. Beyin gelişimi için büyük yarar sağlıyor.

Somon: Omega-3 yağları hem beyni koruyor hem hafızayı güçlendiriyor.

Yoğurt: İçinde bulunan tirozin isimli madde hafızayı güçlendirip beyni uyarıyor.

Bitter çikolata: Magnezyum ve antioksidan içeriğiyle beyne oksijen taşıyarak daha aktif çalışmasını sağlıyor.

Çilek: İçeriğindeki fisetin maddesi hafıza kaybının etkilerini azaltıp bunamayı geciktiriyor.

Domates-havuç-kırmızıbiber: İçeriğindeki antioksidan, beynin daha uzun süre sağlıklı kalmasını sağlıyor.

Ramazan, hayatımıza çekidüzen vermeye geliyor

Bu gece ilk teravih namazını kılacağız. Teravihlerle Ramazan'a hoş geldin derken, sahurla ilk orucumuza kalkacak ve "Allah'ım senin rızan için oruç tutacağım." diyeceğiz. Sıcak hava ve 16 saate varan oruç, bizim hayatımızın daha düzenli olmasını, planlı yaşamayı, sabrı, tefekkürü öğretecek. Ramazan bizim Rabb'imize (cc) olan bağlılığımızı pekiştirecek.Ramazan ayı insanı planlı programlı davranmaya iten bir ay. Gündemimizin ana maddesi ister istemez sabah ve akşam ezanı oluyor. Ezanı, camiyi, namazı hissetmeyen, gündemine almayan da "Allah-ü Ekber" sesini bekliyor. Yani bir yerde maneviyat frekanslarını almaya hazır bir vaziyette bulunuyor. İşte bu havayı yakalamak ve iyi değerlendirmek gerekir. Demir tavında dövülürmüş. Kalp, almaya hazır hale gelmişse onu boş çevirmemek gerekir.

Ramazan'ın havasını yakalamak adına da gayret etmeli, en ufak fırsatları büyük adımlara çevirebilme maharetini sergilemeliyiz. Ramazan'a 'merhaba' derken aynı zamanda "iman ve selamete" de 'buyurun' diyebilmeliyiz. Hayat insanı hırpalıyor, bazen bütün enerjisini alıp götürüyor. Artık hiçbir şey size zevk vermiyor, yaşama amacını unutmuş, rüzgârın kâh o yana kâh öbür yana savurduğu bir insana dönmüşseniz; Ramazan'ı önümüze çıkan önemli bir fırsat olarak görebiliriz. Çünkü Ramazan bereketiyle, samimiyetiyle, neşe ve bütün güzelliğiyle geliyor. Sahur ve iftarların başlamasıyla sanki ortalık efsunlanıyor, hayrına verilen yardımların, yemeklerin ardı arkası kesilmiyor.

Milyonlarca insan yakın saatlerde sahura kalkıyor, oruç tutuyor, iftar ediyor, teravihe gidiyor. Bir ay boyunca yüreklerin topluca attığı gerçekten hissediliyor. Yani Ramazan bize yüreklerin bir arada atması için akort fırsatı tanıyor.

Ramazan demek aynı zamanda tempo demektir. Adımlar düzenli atılmalı, randevular saatinde yapılmalıdır. Bu da bizi düzenli bir hayata zorlar. Saatleri değil dakikaların hesabını yaparız. İftar yemeği, akşam namazı ve ardından teravih bir programın ürünüdür. Günlük hayata Kur'an okumak, tesbihat yapmak, namaz kılmak daha fazla girer. Her şey daha anlaşılır ve daha yaşanılır bir hayat içindir. Allah'a olan bağlılık pekiştirilir, "Ya Rab! Her günümüzü Ramazan kıl!" diye dualar edilir. Ramazan'a hazırlanmak, Ramazan'a hoş geldin demek istiyoruz.

İlk teravihi bu akşam kılıyoruz

Teravih, "20 rekat mı, yoksa değil mi?" gibi anlamsız tartışmalara kurban edilmeyecek derecede kıymette bir nafile namazdır. Ramazan gecelerini manevi nuruyla aydınlatan, ruhlara hayat bahşeden bir ibadettir. Teravihsiz oruç tutmak, Ramazan'ı anlamamak demektir. Teravih, Ramazan ayına mahsus bir gece namazıdır. Yatsı namazından sonra kılınır. Kadın erkek her Müslüman için sünnet-i müekkede bir namazdır. Kılınmadığı takdirde kazası gerekmez. Tek başına kılınabildiği gibi cemaatle kılınması kifai sünnettir. Peygamberimiz cemaatla namaz kılmaya olan iştiyakına rağmen farz namazları dışında sadece teravih namazını cemaatle kılmıştır.

Teravih namazını ilk olarak Sevgili Peygamberimiz (sas) bir Ramazan gecesi ashabı ile birlikte kılmışlardır. Ertesi gün duyulunca cemaat artmış yine teravih namazı beraber kılınmıştı. Üçüncü gece cemaat daha da çoğalmış yine Resulullah (sas) hanesinden çıkıp teravih namazını ashabıyla kılmışlar ancak dördüncü gece cemaat mescide sığmayacak derecede çoğalınca Peygamberimiz yalnız yatsı namazını kıldırarak hanesine çekilmiş, teravih namazı için çıkmamış ve sabah namazına kadar bekleyen cemaate namazdan sonra "Teravih için beklediğinizi biliyordum fakat üzerinize farz olur da edasından aciz kalırsınız diye korktum." (Buhari 2/252; Müslim 1/524) buyurmuştur. O günden sonra herkes teravih namazını evinde veya mescidde kendi kendine kılmaya devam etmiştir.

Hz.Ömer (ra), hilafeti sırasında bu konudaki dağınıklığı görmüş bunu önlemek için cemaati bir imam arkasında toplayıp tekrar cemaatle kılmanın daha hoş olacağını arkadaşlarına söylemiş ve ashabın ileri gelen hafızlarından Ubey İbn-i Kâ'b'ı imam tayin ederek teravih namazının cemaatle kılınmasını başlatmıştır. Daha sonra Hz.Ali (ra) de hilafeti döneminde bu namazı teşvik etmiş ve "Ömer mescidlerimizi teravihin feyziyle nurlandırdığı gibi Allah da (cc) Ömer'in kabrini öyle nurlandırsın." diye memnuniyetini belirtmiştir. AİLE-SAĞLIK

30 Temmuz 2011 Cumartesi

SALATALIK NEYE İYİ GELİYOR?

Salatalığın kanı temizlediğini, karaciğeri ve böbrekleri çalıştırarak bol idrar söktürdüğünü ifade eden uzmanlar, idrarla birlikte vücuttaki üre asidi ve ürat tuzlarını eritip dışarı attığını bildiriyor. Salatalığın, içeriğindeki bol kükürdü ile kanı temizlediğini, ciltteki ter bezlerini çalıştırdığını belirten uzmanlar, bol vitamin ve madeni madde verdiğini, böylece cildin taze ve pürüzsüz olmasına yardım ettiğini vurguluyor.

Salatalığın kendisi veya suyunun, cildi bir tonik kadar temizlediğini söyleyen uzmanlar, et yemeklerinin verdiği susuzluğu kestiğini kaydediyor. Salatalığın, sıcak bir havada iç ısısının dış ısıdan 20 derece daha düşük olduğu ve bu sebeple serinletici olarak yendiği bildiriliyor.

Zencefilin Faydaları

Kanserle birlikte mide ağrısına ve vücuttaki iltihapların atılmasına da iyi geliyor
Mide bulantısı, iltihaplanma ve vücuttaki ödemin atılmasına yardımcı olduğu bilinen zencefilin, kanser tedavisinde de etkili olduğu belirtildi. Zencefilin, mide bulantısının giderilmesine ve vücuttan iltihabın atılmasına yardımcı olduğu aynı zamanda afrodizyak etkisinin olduğu belirtildi.

Yumurtalık kanserinde etkili

ABD’deki Michigan Üniversitesi’nde yapılan bir dizi araştırma, zencefilin yakın gelecekte kanser tedavisinde de kulanılabileceğini ortaya koydu. ABD’li uzmanlar, zencefilin yumurtalık kanserinin tedavisinde kullanılabileceğini duyurdu. Araştırmalarda, toz haldeki zencefil suda eritilerek kanserli hücreye uygulandı.

Zencefilin kanserli hücreyi öldürdüğü ve kanserli hücrelerin kemoterapiye karşı direnç kazanmasını önlediği görüldü. Zencefilin kanser ilaçlarında kullanılabileceğini belirten uzmanlar, kesin etkinin belirlenmesi için araştırmalarını sürdürdüklerini belirtti.

Kreatin Kullanımı Sağlıklı mı?

Geçtiğimiz yıllarda kreatin ve diğer ek gıdaların olimpiyatlarda ve diğer müsabakalarda kullanımı hakkında oldukça fazla miktarda tartışma yapıldı. Peki kullanımı gerçekten sağlıklı mı? Gençler arasında günümüzde oldukça yaygın bir spor olan vücut geliştirme düzenli olarak egzersiz ve beslenme disiplini gerektiren bir spordur. Sporcular aynı zamanda kendilerini yarışmalara hazırlamak için bazı ek gıdalar almaktadırlar, kreatinde en çok yeğlenenlerin başında gelmektedir

Kreatin hakkındaki tartışmalara geçmeden önce tıbbi anlamda kreatin nedir sorusuna cevap vermek gerekmektedir. Normalde kreatin vücudumuzda amino asitler (Arjinin, gılisin ve metyonin) tarafından üretilen bir maddedir. Genellikle kaslarımızda bulunan bu madde kasların ihtiyacı olan anlık enerjiyi sağlamaktadır. Sağlanan enerji az olmasına rağmen hızla şekilde sağladığı için vücut için önemlidir.

Kreatini kullananlar ve tavsiye edenlere göre bunun kullanımı bir suçlu olmamalı. Vücudumuz normalde pankreas, karaciğer ve böbreklerimizde kreatin üretmektedir. Günlük yaşantımızda balık gibi besinlerle kaslarımızı kuvvetli tutacak kreatini almaktayız ve bunda alınan miktar (yaklaşık 1 ila 2 gram) az olduğu için madde suiistimal olarak kabul edilmemektedir.

Ancak, vücut çalışırken kas yapmak için kreatin kullanan sporcular bunu kullanırken kendilerini enerjik hissettiklerini ancak aynı zamanda fazla çalışmaktan dolayı aşırı yorgunluğu da beraberinde getirdiğini ifade etmektedirler. Kreatin kullanan profesyonel vücutçuların tavsiye ettikleri miktar vücut çalışmaya başlamadan önceki gün için günlük 15 ila 25 gramdır. Yüzme, bisiklet, kısa koşular gibi yoğun ancak uzun süreli olmayan sporlar için kreatin sıklıkla kullanılmaktadır.

Bununla beraber kreatin karşıtı olan grup vücuda yalnız biraz su eklemekten fazla yan etkisi olduğunu, vücut sistemini fazlası ile ağır bir yük bindirdiğini söylemektedir. Profesyoneller bu tip alımın sağlıklı böbrekleri yoracağı hususunda uyarmaktadır. Yapılan çalışmalar uzun süre kreatin alımının genç bireylerde böbrek sorunlarıyla neticelendiğini göstermektedir. Ciddi kas krampları ise aşırı miktarda kreatinin vücuda alımı sonrasında görülebilen tehlikeli semptomlardan birisidir.

2003 yılında yapılan bir çalışmada hayvansal kaynaklardan alınamayan kreatinin, vejetaryen grupta hafıza fonksiyonlarını artırabileceği bulunmuştur. Aynı zamanda kas güçlenmesi için az dozda alınan kreatine güvenli olarak bakılırken, şu ana kadar atletlerde yüksek miktarda alınan kreatinin uzun süreli etkileri hakkında herhangi bir çalışma yapılmamıştır.

Kreatin, bireysel olarak vücutta performans artışı etkisi olan ancak halen toplumda fazla güven kazanmamış olmaya devam edip, madalyalı olimpiyatçıların test sonuçlarının pozitif çıkması sonucu madalyalarını kaybetmelerine neden olduğu için gündeme gelmiş ve halen üzerindeki yasak süregelmektedir. Yurt dışında kreatin kullanımının çalıştırıcılar, koçlar veya yönetim tarafından tavsiye edilmesi yasaktır, ancak takımlarda kişisel kullanımları serbesttir.

Tüm maddelerde olduğu gibi güvenli olup olmadığı sorusu araştırmacılar tarafından cevaplanmayı beklemekte, ancak ilaçlarda olduğu gibi her ilacın mutlaka bir dozu olduğu ve yine her ilacın mutlaka bir yan etkisi olduğu unutulmamalıdır. Kullanımından dolayı doğabilecek riskler ve faydalar, son derece detaylı düşünülmelidir.

Haftanın Duası

Hataları bağışlayan, belaları kaldıran, ikram ve ihsanı bol olan âlemlerin Rabbi Allah'a nihayetsiz hamd ve şükür; mücrimlerin şefaatkârı Efendimiz Hazreti Muhammed'e, O'nun nezih aile efradına ve güzide arkadaşlarına salât ü selam ederek ellerimizi açıp yalvarıyoruz:Ey Rabbimiz! Mukarrebîn ve ebrara nimetlerini sağanak sağanak yağdırdığın gibi bize de bol bol iyilik ve cömertlikte bulun! Her dem tazelenen sürpriz eltâf-ı sübhaniyenle biz muhtaç kullarını sarıp sarmala.. maiyyetini içimize öyle duyur ki onunla Sen'den başka her şeye karşı müstağni kalabilelim. Amin.

Göze zararlı bir şey gelirse bol su ile yıkayın

Vücudumuzda kendini yenilemeyen tek organ gözümüz. Peki ya görebilme gibi son derece hayati fonksiyon taşıyan bu organımızı tehlikeli durumlarda nasıl korumalıyız?Bir cisim battığında veya kimyasal bir sıvı kaçtığında nasıl hareket etmeliyiz? Doktora gidene kadar geçirilen birkaç dakika göz sağlığımız açısından son derece kritik. Zira yanlış müdahale ile kalıcı körlüklere uzayan bir riski beraberimizde taşıyoruz. Dünyagöz Hastaneler Grubu'ndan Op. Dr. Murat Ün, acil durumlarda göze yapılacak ilkyardımın önemini şu cümlelerle özetliyor:"Göz sağlığında ciddi yaralanmalar doğru ilk yardımla körlüğü önler. Olay meydana geldikten sonra geçen 2-3 dakika hayati önem taşıyor."

Şayet kuvvetli bir kimyasal madde (örneğin pil asiti, kezzap, laboratuvar veya endüstriyel eriticiler, zehirler, kireç tozu) gözün saydam kısmına (kornea) atılırsa korneanın normal saydamlığı hızla bozulur. Dakikalar içinde hatta madde çok güçlü ise saniyeler içinde korneanın hassas hücreleri yanar. Bu herhangi bir tedaviden çok daha önemlidir. Murat Ün, "Gözü hemen yıkayın. Gözü normal su ile yıkayın. Hastanın yüzünü yukarı çevirin ve gözüne suyu dökün. Doğal olarak bu hastanın hoşuna gitmez. Göz kapaklarını tutarak açmanız gerekir." dedi.

Denize girerek oruç riske atılmamalı

Ramazan ayının yaz aylarında olması nedeniyle en çok "Denize girmek orucu bozar mı?" sorusu soruluyor. İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, denize girmenin orucu bozmayacağını ama başın suya sokulmaması ve orucun riske atılmaması gerektiğini söyledi.İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, özellikle Ramazan'a sayfiye bölgelerinde girmeye hazırlanan vatandaşların kafasındaki "Denize girmek orucu bozar mı?" sorusunu cevaplandırdı. Vücuda su girmediği takdirde denize girmenin orucu bozmayacağını aktaran Çağrıcı, iradi olmadan su yutma tehlikesine karşı oruçluyken denize girenlerin başlarını suya sokmamaları uyarısında bulundu. Her şeye rağmen Müslümanlara orucu riske sokmama çağrısı yapan Çağrıcı, "Ezan okunduktan sonra da zaman var, o zaman da denize girilebilir." dedi.

Oruç ibadetinin Müslümanlarda hoşgörüyü ve sabrı artırdığını belirten Çağrıcı, "Daha tahammüllü, sabırlı, hoşgörülü olmayı başaranlar aslında aklı, iradesi güçlü olan. İradesini, yüce dinimizin buyruklarına göre kullanmayı başaran insanlardır. Yoksa sabırsız, tahammülsüz insanlar da biliyorlar bu yaptıklarının yanlış olduğunu. Onların sorunu aklına, irfanına bilgisine göre yaşamakta kusurlu olmalarıdır." diye konuştu.

Oruç tutmanın tüm Müslümanların görevi olduğunu ancak, bazı hal ve şartlarda oruç tutulmamasına izin verildiğini aktaran Çağrıcı, seferi olanların, hastalık gibi zaruri sebeplerle oruç tutamayanların tutamadıkları günleri daha sonra kaza etmesi gerektiğini söyledi. Oruç tutması halinde sağlığı etkilenecek kronik hastaların ya da yaşlılıktan dolayı oruç tutamayacak durumda olanların ise oruç tutmadıkları her gün için bir fitre miktarı kefaret vermesi gerektiğinin altını çizdi.

ASTIM SPREYİ, DİŞ OPERASYONU

Çağrıcı, diş çekme, kanal tedavisi ağza verilen ilaç veya sıvının kesinlikle yutulmaması halinde orucu bozmayacağını dile getirdi. Astım hastası olan vatandaşların belli aralıklarla sprey kullanmak zorunda olduğunu söyleyen Çağrıcı, İslam'da yer alan 'vücuda giren şeyin nohut tanesi kadar büyük olması gerektiği' kuralı dikkate alındığında orucu bozmayacağını aktardı. Çağrıcı göz damlası, dil altı hapı gibi ilaçların da oruca mani olmadığını açıkladı. Zorunlu hallerde doktorlar tarafından başvurulacak endoskopi ve kolonoskopi gibi operasyonların eğer vücuda bir sıvı aktarımı yoksa orucu bozmayacağını vurgulayan Çağrıcı, "Endoskopi, kolonoskopi operasyonlarının Ramazan'da yapılması gerekebilir. Mümkünse bunları Ramazan sonrasına bırakmak iyi olur. Ama doktor 'yapmamız gerekiyor' diyorsa yapacağız. Bunlardan mideye su ve herhangi bir madde kaçmazsa orucu bozmuyor. Ama endoskopi yaparken, kolonoskopi yaparken herhangi bir sıvı veriliyorsa o sıvı mideye gidiyorsa o takdirde oruç bozulur. Böyle durumlarda oruç bozuluyorsa sadece kazası gerekir." şeklinde açıklamada bulundu.

29 Temmuz 2011 Cuma

İslam'da uğursuzluk yoktur!..

"Tefe'ül"; bir kısım hadiseleri uğurlu saymak, onları hayırların başlangıcı olarak görmek ve vakıaları iyiye yormak demektir. Bunun zıddı olan "teşe'üm" ise; bazı nesneleri ve hadiseleri uğursuz kabul etmek, olayları şerre yormak ve sürekli kötü ihtimalleri öne çıkarmak manalarına gelmektedir.
Cahiliye'de teşe'üm çok yaygındı. O dönemin insanları hemen her şeyde bir uğursuzluk yanının bulunduğunu düşünür ve çoğu zaman hadiselerden aldıkları sinyallere göre yaptıkları/yapacakları işlere devam eder ya da onlardan vazgeçerlerdi. Mesela; evlerinin çatısına bir baykuş konar ve orada ötmeye durursa, başlarına büyük bir belanın gelmesinden korkarlardı. Kuşların isimlerinden, cinslerinden ve şu ya da bu cihete uçmalarından bir kısım manalar çıkarırlar; özellikle kasden uçurdukları bir kuş, sağa giderse hayra, sola giderse şerre yorarlardı. Ceylan gibi av hayvanlarından sağ taraftan sola doğru geçip gidenlerin uğursuzluğa sebebiyet vereceğine, sol yandan sağa doğru kaçanların ise şans getireceğine inanırlardı. Fal oklarına büyük değer verirler ve ekseriyetle, yapıp edeceklerini bunlara göre belirlerlerdi. O kadar çok uğursuzluk emaresi icad etmişlerdi ki, adeta paranoya ile yatıp kalkar hale gelmiş ve bir korku toplumuna dönüşmüşlerdi. Çoğunluk itibarıyla, ruhî bunalıma girmiş ve vücutlarının kimyası bozulmuş gibi bir hal sergiliyorlardı; sanki duydukları her ses, gördükleri her nesne ve şahit oldukları her hadise onlar için bir vehim kaynağıydı. Uğursuzluk düşüncesi genel telakkilerinin ana çizgisini teşkil etmeye başlamıştı.
Böyle karanlık bir asrı nuruyla aydınlatan İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalâtu vesselâm) eşya ve hadiseleri hayırsız saymayı, şundan bundan uğursuzluk çıkarmayı bâtıl addetmiş; hatta teşe'ümün bir noktada şirke varıp dayanacağına dikkat çekmişti. Fakat, tefe'ülü bütün bütün kesip atmamış, onun doğru değerlendirilmesi gerektiğini belirtmekle iktifa etmişti.
Rehber-i Ekmel (sallallahu aleyhi ve sellem), bir keresinde, "İslam'da teşe'üm yoktur, en hayırlı yorum tefe'üldür." buyurmuştu. Mübarek meclisindekilerden biri, "Tefe'ül nedir ya Resûlallah?" diye sorunca, Resûl-i Ekrem, "(Hadiselerin değerlendirilmesiyle alâkalı) güzel sözdür." şeklinde mukabelede bulunmuştu.
Allah Resûlü'nün Hudeybiye anlaşmasında Süheyl bin Amr'ın adını hayra yorması, tefe'ülün en güzel misallerinden biri olarak kayıtlara geçmişti. Anlaşma yapmak üzere Kureyş tarafından gönderilen heyetin başında Süheyl bin Amr'ın olduğunu duyunca, Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) uysallık, kolaylık, mülayemet ve yumuşaklık ifade eden "Süheyl" ismiyle tefe'ülde bulunarak "Artık işimiz kolaylaştı!" demişti.
Hazreti Rûh-u Seyyidi'l-Enâm (aleyhi ekmelüttehaya), tefe'ülden hoşlanırdı; insanların güzel isimler taşımalarını ister, duyduğu o isimlerden güzel manalar çıkarır ve herkesin adının iyi yoruma açık olmasını arzulardı. Bundan dolayı da, Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) bazı kimselerin isimlerini değiştirmiş; onları eskisinden daha güzel ve manalı adlarla çağırmıştı. Ezcümle; Gurâb (karga), Harb (savaş), Âsi, Şeytan, Atale (şiddet, sertlik), Şihab (kıvılcım, ateş parçası) isimlerini değiştirmiş; mesela, Şihâb'ı Hişam (mütevazı, edepli), Harb'i Silm (sulh), Muzdac'ı (yatıp duran) Münbais (kalkıp koşan) yapmıştı. Âsiye (isyankâr, itaatsiz kadın) adından hoşlanmamış, onun yerine Cemîle'yi (iyi huylu, güzel kadın) tesmiye buyurmuştu. Sadece insan adlarını güzelleştirmekle de iktifa etmemiş; Afire (çorak) adını taşıyan bir araziyi Hadire (yeşillik) ve "Şi'b-i Dalâlet" (sapıklık geçidi/alanı) denen yeri de "Şi'b-i Hüdâ" diye isimlendirmişti.
Kâinatta Tesadüf Yoktur Ama...
Günümüzde de bazıları bir kısım rakamları, haftanın belli günlerini, kara kedi, karga ve yarasa gibi kimi hayvanları uğursuz saymaktadırlar. Mesela, bir evin çatısında ya da balkonunda karga öterse, o ev halkından birinin öleceğine veya orada ciddi bir yıkım meydana geleceğine inanmaktadırlar.
Aslında, kainatta cereyan eden hiçbir hadise manasız değildir. Her nesne ve hadise kendi diliyle bir mesaj vermektedir. Düşüp kırılan bardağın ve devrilen çaydanlığın dahi kendine göre bir manası vardır. Hayatını tevhid hakikatini ikame etmeye adamış Üstad hazretleri, eserlerinde çok defa bu meseleye de dikkat çekmiş; örnek olarak, demir sobasının zahirî bir sebep bulunmaksızın patlayıp parçalanmasını ve matarasının acîp bir tarzda kırılıp çok küçük parçacıklara ayrılmasını anlatarak, bu türlü hadiselerin ihtiyat ve temkin çağrısı sayılması gerektiğini belirtmiştir.

Bisiklet kazaları, ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor

Yaz aylarında çocuklar daha sık kazalara maruz kalır. Özellikle bisikletten düşmelerde kırıklar, ezilmeler sık görülür. Dr. Mirza Zafer Dağtaş, bazen bisiklet kazalarında görünürde bir yara olmasa bile çocuğun kontrol altında tutulması gerektiğini söyledi. Bu tür kazalarda bağırsak delinmeleri yaşanabiliyor ve sorun 2-3 gün içinde ortaya çıkıyor.
Çocuklar için tatil anlamına gelen yaz, aynı zamanda onlara bazı tatsız sürprizler de hazırlıyor. Güneş yanığı ve çarpması, düşme, boğulma, böcek sokması ile karşı karşıya kalabiliyorlar. Bu tür kazalar kimi zaman ölümle de sonuçlanabiliyor. Araştırmalara göre çocuk ölümlerinin yüzde 50'sini 10-14 yaş, 44'ünü de 5-9 yaş arasındakiler oluşturuyor. Ölümlerin yüzde 66'sı boğulma, yüzde 52'si bisiklet, yüzde 49'u düşme, yüzde 41'i ise araba çarpmasından kaynaklanıyor. Uzmanlar ise bazı yöntemlerle çocukların yaz kazalarını herhangi bir sağlık sorunu meydana gelmeden atlatabileceğini söylüyor. Güneş yanıklarında vazelin ve yoğurt yerine soğuk kompres uygulamak, bisiklet kazalarında ise boyun ve bel bölgesini desteklemek en iyi yol.
Erdem Hastanesi'nden Operatör Dr. Mirza Zafer Dağtaş, bisiklet kazalarında genellikle el ve kol bölgesinde basit cilt yaralanmaları veya acil ameliyat edilmesi gereken çok parçalı kırıkların oluştuğunu söylüyor. Dağtaş, bisiklet kazalarında hastanın hayati bölgeleri olan bel ve boyun bölgesine çok dikkatli yaklaşmak gerektiğini belirtiyor. Ani çekiştirmelerin faydadan çok zarar getireceğini ifade eden Dağtaş, "Kırık mı, çıkık mı?' diye itiştirmeler yapılmamalı, herhangi bir müdahalede bulunulmamalı. Sağlık personeli gelene kadar beklenmeli. Yanlış bir müdahale kazazedeye daha çok zarar verir. Sadece boyun ve bel bölgesi desteklenmeli." dedi. Dağtaş, "Kırılan bir vücut bölgesinde basınç artışı olur. Alçı ise sabit tutar ve genişlemeyen bir yapıdadır. Ancak alçılı kol veya bacak kalp seviyesinden aşağı tutulursa uzun bir süre, alçı sıkma yapar ve parmaklarda da şiddetli ağrı gelişir. Müdahale edilmezse ciddi problemler oluşur." diye konuştu.
Hiç yara olmasa da 2-3 gün kontrol altında tutulmalı Bisiklet kazalarında dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta ise görünürde herhangi bir sağlık sorunu olmasa da kazazedeyi birkaç gün kontrol altında tutmak. Bu tür kazalar yara bere olmamasına rağmen bağırsak delinmelerine yol açabiliyor. Bağırsak delinmesinin sonuçları 2-3 gün içinde karın ağrısı, şişkinlik, kusma ve büyük abdest yapamama gibi nedenlerle ortaya çıkıyor. Bağırsakta meydana gelen hasar zamanında tedavi edilmezse yaşam boyu sorunlara sebep oluyor. Tedavisi geciken vakalar da ilerleyen yaşlarda bağırsak yapışıklığı görülürken bazılarında ölümle dahi sonuçlanıyor.
Bilmediğiniz suya girmeyin En çok görülen diğer bir yaz kazası ise suda boğulmalar. Uzman Dr. Hale Usluer Gönüllü, boğulan kişinin büyük bir panik içinde kurtulmak için çırpınmaya başladığını ve nefesini tuttuğunu belirtiyor. Kişinin yüzeye çıkarken nefes almaya çalıştığını dile getiren Gönüllü'ye göre kişi su yutuyor aynı zamanda bir miktar su da nefes borusuna kaçıyor. Oksijensiz kalan kişide bilinç kapanıyor ve kalp duruyor. Soğuk suda boğulmada ise soğuk suyun etkisi ile kalp ya duruyor ya da ritim bozuklukları meydana geliyor ve kalbin çok hızlı atması sonucu kişi hayatını kaybediyor.
Çocuğu sudan çıkarır çıkarmaz hemen hava yolunu açıp akciğerlerin havalanmasını sağlamak gerektiğini söyleyen Gönüllü, "Eğer çocuk baygın değilse sakinleştirilmeli ve üzerine bir şeyler örtülmeli, ısı kaybı önlenmeli. Çocuk sırtüstü yatırılmalı, vücudunun üst yarısı ve başı bir yana çevrilmeli, böylece yutulan suyun bir kısmı çıkar. Eğer baygın ise sırtüstü yatırılıp ensesinin altına destek konularak hava yolu açılmalı, çenesi aşağı ve geri çekilmeli, hemen suni solunum ve gerekli kalp masajı uygulanmalı. Tabii tüm bunlardan önce boğulma olaylarında mutlaka acil sağlık ekiplerine haber verilmeli. Suni solunum ve kalp masajına doktora haber verildikten sonra ancak doktor gelene kadar devam edilmeli." şeklinde konuştu.

Çocuklara sık sık hediye almayın

Çocuklar için sık sık veya aynı alışverişte birden fazla hediye alınması, kişisel gelişimi olumsuz etkiliyor. Uzmanlar, ailelere, çocuklara hediye alma işleminin, önceki armağanı tüketme süreci dikkate alınarak belirli zaman aralıkları ile yapılmasını öneriyor.
Malatya Devlet Hastanesi psikoloğu İzzet Güllü, her çocuğun kendine özgü bir dünyasının olduğunu belirterek, "Her çocuk doğuştan üstün bir potansiyele sahiptir ve öğrenme heyecanıyla doğar. Çocuğun doğuştan getirdiği öğrenme heyecan, istek ve motivasyonunu anne-babalar, okul ve toplum bozar." dedi.
Çocuklara sık sık hediye almanın da zamanla tatminsizlik, çabuk öfkelenme, ani duygu değişimlerine yol açtığını belirten Güllü, "Çocukları hediyeye boğmak anlamına gelebilecek davranışlar bir doyumsuzluk hali oluşturmaktadır. Bu sorun, zamanla yapısal bir sorun haline gelmektedir. İlgide azalma, yoğunlaşmada sorun yaşama, dikkatte kolayca kayma, bir şeyle ilgilenirken aynı anda başka şeyi de düşünme (zihin dağınıklığı, çatallı düşünce) türü sorunlara neden olabiliyor." diye konuştu. Güllü, bu hatalı yaklaşımların çocukta 'sabırsızlık, çabucak kızma, ani duygusal değişkenlikte artış, tatminsizlik, öfke hatta şiddete yatkınlık' gibi negatif kişilik özelliklerinin edinilmesinde ciddi rol oynadığını aktardı.
EŞREF AKGÜN

Hangi yaşta, hangi testi yaptırmalı?

Sağlıklı bir hayat sürme adına, belli dönemlerde bazı testlerin yaptırılması gerekiyor. Özellikle gebelik dönemi, ilk bebeklik çağı, 40 yaş üstü dönemlerde bazı testler kişileri hastalıklara karşı koruyabiliyor, erken teşhisle hastalığa karşı önlem alınabiliyor. Doktorlar bazı testlerin yıllık, bazılarının ise 5-10 yılda bir yapılması gerektiğini söylüyor.
Uzmanlar her fırsatta hastalıkların tedavi edilmesinde erken tanının önemli olduğunu dile getirseler de birçok kişi bu önemli noktayı 'korkudan' veya 'ihmalkârlıktan' kulak arkası ediyor. Anadolu Sağlık Merkezi'nden uzmanlar bebek, ilköğretim çağı çocuğu, kadın ve erkeklerin hangi yaşta hangi testleri ne sıklıkla yaptırmaları gerektiğini anlattı.
Tarama testleri bir yandan ölümcül olabilen hastalıkların çok daha kolay bir şekilde tedavi edilmesini sağlarken, diğer yandan pek çoğunun önüne geçilmesine de imkan tanıyor. İç hastalıkları uzmanı Dr. Sibel Güney, diyabet, kolesterol, koroner kalp rahatsızlığı, kanser gibi birçok hastalığın erken tanı ile tedavisinin mümkün olduğunu söylüyor. 40 yaş öncesi, 40-50 yaş arası ve yaş üstü kişilere uygulanabilecek testlerin farklı olduğunu ifade eden Güney, temel prensibin hastanın risk değerlendirmesinin yapılarak özel sağlık testlerinin uygulanması olduğunu belirtiyor. Dr. Sibel Güney, özellikle menopoz döneminde kadınların çeşitli testlerden geçmeleri gerektiğini ifade ediyor. Rahim kanserlerinin yüzde 95'inin 40 yaşın üstünde yani menopoz dönemindeki kadınlarda görüldüğüne dikkat çeken Güney, "Bu dönemde düzenli kontrollerle kadınlar bu süreci daha sağlıklı bir şekilde geçirebilir. Kemik erimesi, ateş basması, sinirlilik, uykusuzluk gibi genel sağlık sorunları giderilir, jinekolojik hastalıkların erken tanısı ve tedavisi sağlanırken meme sağlığı da korunur." diyor.
Güney'e göre 40-50 yaş arasındaki kişilerde ek bir risk söz konusu değilse kolesterol, hemogram ve kan şekeri kontrolleri, kadınlar için smeer testinin yapılması gerekiyor. Ancak, 40 yaşından sonra hem kadın hem erkek için yıllık gaitada gizli kan incelemesi önem taşıyor. Erkeğe özel yıllık PSA kontrolü, kadına özel iki yılda bir mamografi kontrolü de bu dönemde yapılmalı. Ayrıca rahim kanserine karşı pap smear tetkikleri senede bir yapılmalı. 3 kere negatif (normal) sonuçtan sonra aralar açılabilir. 50 yaşından sonra özellikle bağırsak sisteminin kontrolü için kadın ve erkekler, kolonoskopi testinden geçmeli. Kolonoskopi risk faktörlerine göre değişse de 5 ile 10 yıl arasında yapılması yeterli. 65 yaş üstündeki kişiler de zatürre ve hepatit B aşısı mümkün olduğunca her yaşta uygulanmalı.
Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Op. Dr. Meltem Çam'a göre gebelikte diyabet veya gebeliğe bağlı hipertansiyon-preeklampsi tanısı için idrarda şeker ve proteine dikkat edilmeli. Çam'a göre kızamıkçığa karşı bağışıklık araştırılmalı, kansızlık tespiti için hemoglobin (kan sayımı) yapılmalı. Ayrıca kan grubu tayini uygulanmalı.

Bebeklerin ilk bir yılı yakın takip edilmeli
Çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı Dr. Ayşe Sokulu'ya göre bebeklerde doğumdan itibaren ilk bir yıl yakın takip, muayene ve testler önemli. Yenidoğanlara yaşamın ilk 48-72 saatini takiben doğumsal metabolik hastalıklar açısından fenilketonüri, hipotiroidi ve biotinidaz eksikliği tarama testleri uygulanmalı. Yenidoğan döneminde bebeğin durumuna göre yenidoğan sarılığı için bilirubin testi de yapmak gerekebiliyor. Sağlıklı olan bebeklere 9 ay-1 yaş arası tam kan sayımı ve demir düzeyi ve idrar testleri yapılmalı.

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Tansiyon hastalığı belirtileri

Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Şükrü Sindel, Türkiye`de her 3 kişiden birinin yüksek tansi Sindel derneğin, 7 bölgeyi kapsayan "Hipertansiyon Prevelans
Çalışmasında" kadınlarda hipertansiyon oranının yüzde 58,9,
erkeklerde ise yüzde 41,1 olarak tespit edildiğini belirterek,
hipertansiyonun bilinenin aksine küçük çocuklarda da
görülebildiğini dikkati çekti.


Hipertansiyonun gençlerde yüzde 11,8 oranında görüldüğüne, bu
oranın yaş ilerledikçe arttığına işaret eden Sindel, 55 yaş
üzeri olan bireylerin her 2`sinden birinin hipertansif olduğunun
altını çizerek, şu bilgileri verdi:
"Türkiye`de 2004 yılından beri yapılan araştırmalarda, 18 yaş
üzerindeki popülasyonda hipertansif hasta oranının yüzde 31,8
olduğunu tespit ettik. Bu da her 3 bireyden birinin yüksek
tansiyonla karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

Yüksek tansiyona sebep olan nedenlerin yüzde 95`inde genetik
yatkınlıklar, aşırı tuz tüketimi, sigara, alkol gibi
alışkanlıklar, çevrenin olumsuz etkileri, stres, beslenmeyle
ilgili olumsuz faktörler, düşük doğum ağırlığı, hareketsizlik
(fiziksel aktivite azlığı), obezite yer alırken, yüzde 5`lik
kısmınında ise böbrek hastalıkları, böbrek damarlarıyla ilgili
hastalıklar, ilaçlar, endokrin hastalıkları (diyabet,
hipotiroidi, hipertiroidi vb.) gibi hastalıklar etki ediyor."


HİPERTANSİYON HASTASI 10 ERİŞKİNDEN 7`Sİ TEDAVİ OLMUYOR

Prof. Dr. Şükrü Sindel, Türk Hipertansiyon ve Böbrek
Hastalıkları Derneği ile Sağlık Bakanlığı`nın işbirliğiyle
düzenlenen "Türkiye`nin Tansiyonunu Ölçüyoruz" kampanyası
çerçevesinde de kalp ve böbrekler gibi pek çok hayati organı
etkileyen, kan basıncının yükselmesi olarak tanımlanan, diğer
bir deyişle "Sessiz katil" olarak adlandırılan yüksek tansiyon
konusunda vatandaşları bilinçlendirmek için çeşitli çalışmalar
yürütüldüğünü bildirdi.
Hipertansiyonlu 10 erişkinden 6`sının tansiyonunun yüksek
olduğunu bilmediğini dile getiren Sindel, ayrıca hipertansiyon
hastası 10 erişkinden 7`sinin de tedavi olmadığını belirtti.


Kampanya sayesinde yüksek tansiyonla ilgili çarpıcı bilgilere
ulaştıklarını ifade eden Sindel, kampanya çerçevesinde 4 yılda
100 bin broşür dağıttıklarını, Ankara ve İstanbul başta olmak
üzere birçok ili gezdiklerini, "tansiyon TIR`ının" çeşitli
illerde tansiyon taramaları yaptığını ve vatandaşları
bilgilendirdiğini vurgulayarak, "Rakamlarla izah etmek
gerekirse, yaklaşık 100 bin ölçüm gerçekleştirdik. Maalesef bu
100 bin ölçüm yaptığımız kişilerden yaklaşık 10 bini hayatında
ilk defa tansiyon ölçtürmüş. Yaptığımız ilk ölçümlerde yaklaşık
2 bin tansiyon hastası tespit edildi ve tedavi için hastanelere
yönlendirildi" dedi.

HASTALIĞIN HABERCİLERİ

Hipertansiyon hastalarında, baş ağrısı, baş dönmesi, kulak
çınlaması, dengesizlik, burun kanamaları, yorgunluk, çarpıntı
gibi şikayetler olduğuna dikkati çeken Sindel, "Kimi hastalarda
bu tür şikayetler olmadan, hipertansiyonun ortaya çıkardığı
hastalıklarla doktora başvuruluyor. Bunlar; inme, görme kaybı,
böbrek yetmezliği, şeker, bacak damarlarında tıkanma, kalp
krizi, kalp yetmezliği gibi hastalıklar olabiliyor" dedi.
Sindel, hipertansiyondan korunmak için sigaranın kesin olarak
bırakılması gerektiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

"Ülkemizde günlük tuz tüketimi günde 5 gramın üzerine çıkmamalı.
Tansiyon hastalarında ise bu oran günde 3,5?4 grama indirilmeli.
Derneğimizin yaptığı `SALTURK` çalışmasında da kişi başı günlük
tuz tüketiminin 18 gr olduğu tespit edildi. Bu da gösteriyor ki,
tuz kullanımında bu rakamın epey üstündeyiz.

Aşırı alkol tüketiminden kesin olarak kaçınılmalı, kilo
artışları engellenmeli, fiziksel aktivitelere önem verilmeli,
tempolu yürüyüşler, hafif koşular, aerobik, yüzme gibi sporlar
haftada en az 3 kez 1`er saat yapılmalı, kan yağları, kan şekeri
kontrol edilmeli, aşırı protein tüketiminden, doymuş yağlardan
kaçınılmalı, sebze ve meyve ağırlıklı dengeli beslenilmeli ve
mutlaka tansiyon sorunu olmayan kişiler bile yılda 1 kez
tansiyonunu ölçtürmeli."

yon hastası olduğunu bildird

İsiliğin en iyi tedavisi sık banyo

Özellikle yaz aylarında sıkça karşılaşılan isilik, annelerin ve bebeklerin en büyük sorunları arasında yer alıyor.
Memorial Ataşehir Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları bölümünden Uz. Dr. Özlen Kaya Çardak, en iyi tedavinin çocukların sık sık banyo yapması olduğunu söyledi. Banyo yapılmasının ilaç tedavisinden önce geldiğini ifade eden Çardak, "Genelde birkaç gün içinde kaybolan isilik bulaşıcı değildir. Ciltte kaşıntı varsa kaşıntı ve yangıyı giderici kremler hekim kontrolünde kullanılabilir." dedi. Çardak, özellikle kilolu bebeklerde kıvrım yerleri isilik için riskli bölgeler olduğunu, banyo sonrası bu bölgelere nemlendirici kullanılmasının (losyon veya bebe yağları veya zeytinyağı) faydalı olacağını belirtti.
İsiliğin, derideki küçük ter bezi kanalları olan gözeneklerin tıkanması sonucu ortaya çıkan deri döküntüleri olduğunu, bu döküntüler sıcak havada ya da bebeğin aşırı sıcak ortamda bulunması halinde daha da artabileceğini aktaran Çardak şunları söyledi: Bebek ve çocukların gereğinden fazla giydirilmesi isiliğe sebep olur. Aşırı terlemeye neden olan kalın giydirilme, sık yıkanmama gibi nedenler kolaylaştırıcı etki yapar. Kızarıklıkların üzerinde bir süre sonra kaşıntı ve iğnelenme hissi başlar. Bebek, eğer bu alanları kaşırsa enfeksiyon ve kabuklanmalar ortaya çıkabilir. Sarışın ve açık tenli bebeklerde isilik daha sık olabilir.
İsiliğe karşı ne yapmalı?
Sıcak havada bebeğinizi serin tutun.
Kalın ve dar giysiler giydirmekten kaçının.
Çok fazla nemlendirici kullanmaktan kaçın.
Bebeğin altını sık sık değiştirin.
Bel lastiği sıkı olan naylon külot giydirmekten kaçının.
Bebeğinizin terli kalmasını engelleyin.
Terlediği takdirde terini emecek pamuklu kıyafetler giydirin.
Bebeğinizi sıcak ve havasız ortamlarda tutmayın.
İsilikle karşı karşıya kalan bebeğe mutlaka her gün duş aldırın.

YÖK başkanından meslek önerileri

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Lisans Yerleştirme Sınavları'nı (LYS) kazanan ve tercih yapmaya hazırlanan adaylara, son yılların "gözde'' meslekleri hakkında tüyolar verdi.
Özcan, adayların tercih yaparken geçen yılın taban puanlarını baz almalarını önerdi. Adayların tercih yaparken izleyebilecekleri yöntemlere ilişkin bir örnek veren Özcan, şöyle konuştu: "Ben oğullarım için yaptığım yöntemi söyleyeyim; bir bölümün kabul edebileceği taban puan kaçsa onu baz alarak girebileceği bölümleri sıraladık. Olur da puanlar düşer, az müracaat eden olur diye, puanı yüksek birkaç yeri de yazdık. Neredeyse ilk sıradaki tercihine girdi. Adaylar, geçen yılın puanlarını baz alsınlar.''
Adaylar için; geleceği olan, iş bulma imkânı fazla meslekleri de sıralayan Özcan, şunları kaydetti: ''Çok yeni meslekler var. Mesela öğrenciler engelli çocukların, öğrenme güçlüğü olan çocukların eğitimleriyle ilgili bölümleri seçebilirler, genetik ile ilgili bölümlere gidebilirler. Uçuş, havacılık sektörü ile ilgili meslekler de gözde. Çünkü pilot açığımız var. Bakım onarım servis işleriyle uğraşacak elemanlarımız yok. Nanoteknoloji, mekatronik gayet iyi, ümitvar bir meslek gibi görünüyor. Fizyoterapistler iyi iş yapacak. Yaşlı bakımı ile uğraşacak meslekler çok revaçta."

Sağlık, gelecek vaat ediyor

Sağlık, gelecek vaat ediyor
Türkiye, sağlık alanında yaptığı atılımla yeni hizmet alanlarının da popülaritesini artırdı. Önümüzdeki yıllarda da sağlık sektörünün etkinliği devam edecek. Sektörde başta hemşirelik olmak üzere sağlık alanında çalışan mesleklere ilgi de artacak. Bunun yanında çağrı merkezi, pilotaj, psikolojik danışmanlık ve rehberlik, öğretmenlik ilgi görmeye devam ediyor.
ZEYNEP KAÇMAZ İSTANBUL
-Öğrenciler, LYS sonuçlarının açıklanmasının ardından şimdi de tercihler için ter döküyor. Mezun olduktan sonra boşta kalmayacağı ve gelecek vaat eden meslekler kafa karıştırıyor. Uzmanlara göre önümüzdeki yıllarda parlamaya devam edecek sektörlerin başında sağlık geliyor. Sebebi ise ihtiyaç eksikliği. Sektördeki perfüzyon teknikerliği, elektronörofizyoloji, ergoterapi, otopsi yardımcılığı yeni açılmalarına rağmen üniversiteyi bitirdikten sonra iş bulma imkânı en fazla olan programlar. Diğer sektörler ise hizmet ve enerji. Alternatif enerji kaynakları teknolojisi, posta ve çağrı merkezi hizmetleri günümüz şartlarında önemi giderek artan alanlar. Özellikle de çağrı merkezi hizmetleri bölümü. Bin 300 çağrı merkezinin bulunduğu ülkemizde bu alanda 45 bin kişi istihdam ediliyor. Sektör, 200 milyon TL'lik yatırımı önümüzdeki yıllarda 3–4 milyara çıkarmayı hedefliyor.
Elektronörofizyoloji: Santral sinir sistemi bozukluklarıyla seyreden hastalıkların bozukluklarını tespit etmekte yararlanılan nörofizyolojik yöntemleri kullanacak elemanlar yetiştiriliyor. Nöroloji, KBB, psikiyatri, çocuk, göğüs hastalıkları ve fizyoloji uzmanının gözetimi ve denetiminde resmi ya da özel hastane ve polikliniklerinin elektroensefalografi, uyarılma potansiyelleri ve uyku ünitelerinde çalışılabilir.
Otopsi yardımcılığı: Adli vakalarda, otopsi uygulayan doktorun denetimi altında otopsi yapılması, ölüm sonrası örneklerin alınması, örneklerin gönderilmesi işlemlerini yapan, adli patoloji laboratuvarlarında çalışan, adli raporları yazan yardımcı sağlık personelidir. Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu merkez veya taşra teşkilatı, adliye, Sağlık Bakanlığı, üniversitelerin adli tıp anabilim dallarında istihdam sağlanıyor.
Perfüzyon teknikleri: Kalp-akciğer pompası ve kalp, akciğer destek cihazlarının uygulanmasında kalp cerrahına ameliyathane şartlarında yardımcı olacak teknik elemanlar yetiştiriliyor. Perfüzyon teknikeri, kalp ameliyatlarında, kalp-akciğer makinesini kurup ameliyat süresince makine yardımı ile kan dolaşımının devamını sağlar; karaciğer nakli sırasında dolaşımı sağlayan makineyi, diyaliz makinesini kurar ve çalıştırır.
Ergoterapi: Anlamlı ve amaçlı aktivitelerle sağlığı ve refahı geliştiren kişi merkezli bir sağlık mesleğidir. Ergoterapinin temel amacı kişilerin günlük yaşam aktivitelerine katılımını sağlamaktır. Ev, okul, işyeri, fabrika, sağlık merkezi, huzurevi, rehabilitasyon merkezi, hastane ve adli kurumlarda çalışma imkanı bulabilir.
Sağlık sektöründeki alanların yanında pilotaj, çağrı merkezi, posta hizmetleri gibi alanlarda da iş imkanı bulmak mümkün.
Pilotaj: Sivil havacılık alanında ihtiyaç duyulan pilotlar yetiştiriliyor. Pilotaj eğitimi programını bitirenler Ulaştırma Bakanlığı ve Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü'ne bağlı kuruluşlarda veya özel havacılık şirketlerinde görev alabilir.
Çağrı merkezi: Bir işletmede üretimden satışa kadar uzanan temel işletme sürecinin yöneticiliğini yapabilecek nitelikli insan gücü yetiştirmeyi amaçlıyor. Özel veya 155 emniyet ve 112 sağlık gibi kamu kuruluşlarında çalışılabilir.
İş makineleri operatörlüğü: Üretim ve hizmet sektörlerinde çalışacak tekniker düzeyinde ara insan gücü yetiştiriyor. Özel ve kamu kuruluşlarında iş imkânı bulunuyor.
Posta hizmetleri: YGS 5 puan türüyle tercih edilebilen bir alan. Bu bölüm sadece Erciyes, Ondokuz Mayıs ve Osmaniye Korkut Ata üniversitelerinde yer alıyor. Üniversiteler, 50 kişilik kontenjana sahip. Taban puan 116.346 iken tavan 357.522. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ile anlaşan PTT, personellerini artık bu bölümden alacak.
Enerji kaynakları teknolojisi: Kamu ve özel sektörde alternatif enerji kaynaklarının kullanımı ve enerji verimliliği konularında görev alacak, sorumluluk sahibi, görev bilinci yüksek insan gücü yetiştiriyor. Mezunlar, özel sektörde iş imkânı bulabildiği gibi elektrik işleri etüt idaresi bünyesinde de istihdam ediliyor.

180 bin hemşireye ihtiyaç var
Sağlık Bakanlığı verilerine göre 2023 yılı projeksiyonunda sektörde en fazla personel açığı hemşirelik bölümünde. Bu tarihe kadar 180 bin hemşireye ihtiyaç duyulacak. Medipol Üniversitesi Rektörü aynı zamanda eski Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Prof. Dr. Sabahattin Aydın'a göre bu durumun en büyük sebebi değişen sağlık politikaları. Prof. Dr. Aydın, sosyal sağlık politikası ile her kesimden kişilere eşit sağlık hizmeti sağlandığını söylüyor. Hizmetin götürülmesiyle toplumda daha iyi hizmet alabilme talebinin de arttığını dile getiren Aydın, böylece bu sektörde özellikle de hemşirelik bölümünde ciddi ihtiyaçların doğduğunu belirtiyor.

Kirlenen Şuuraltı Müktesebatıyla Mücadele


Soru: Zihin ve kalbimizde önceden yer etmiş bulunan menfî şuuraltı müktesebatın kötü tesirlerinden nasıl kurtulabiliriz?
Zihnimizi, ruhumuzu, his dünyamızı, mantık ve muhakememizi kirleten veya bir yönüyle mantık-muhakeme mekanizmamızı engelleyici bir malzeme, bir dolgu gibi karşımıza çıkan, dolayısıyla bizi rahatsız edebilecek sonuçlar doğurabilen müktesebat, sevimsiz müktesebattır. Bu tür müktesebat, insanın mânevî duygularını dumura uğratır, letâifini kirletir. Bu sebeple insan, iradesinin hakkını vererek, elden geldiğince onlardan sıyrılıp kurtulmaya çalışmalıdır. Bu tür çirkin ve zararlı müktesebat, kastımızın olmadığı, kasta iktiran etmeyen bir durum ve manzaranın sonucu da ortaya çıkmış olabilir. Fakat unutulmaması gerekir ki, o menfi şuuraltı müktesebat artık bizim için bir imtihan vesilesidir. Dolayısıyla bunlar, günahı çağrıştıran, ona sevk eden, hata ve günah duygusunu tetikleyen bir saik olarak görülmeli ve ona göre tedbir alınmalıdır. Meselâ göz, bir yerde, olumsuz bir manzarayla karşı karşıya kalmıştır ve hafıza merkezlerinden biri o fotoğrafı kaydetmiştir. Şuuraltına atılan o fotoğraf zamanla şuur üstüne çıkabilir. Bu durum insanı fasit hayallere, çirkin hatıralara, kaygan zeminlere çekip sürükleyebilir. O hâlde insan -biraz önce ifade edildiği gibi- elden geldiğince bu tür menfi müktesebata karşı iradesinin hakkını verip onları kontrol altında tutmaya çalışmalıdır. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), böylesine çirkin hatıralar insanın içinde uyanıp canlandığında hemen o atmosferden sıyrılıp uzaklaşılmasını tavsiye buyurmuştur.
Ölümcül Virüsler ve Koruyucu Hekimlik
Meselâ haram bir manzarayla karşı karşıya kalmanın zihinde hâsıl ettiği bir fotoğraf veya kulaklara çarpıp içeriye girmiş ve hafızada iz bırakmış çirkin bir söz her an insanı bir kötülüğe çağırabileceğinden insan bu duruma hiç hayat hakkı tanımaksızın hemen ondan sıyrılmaya bakmalıdır. Çünkü geçen zamanla birlikte onlar mevcudiyetlerini hissettirir ve tabir caizse insana bazı şeyleri dayatırlar. Tıpkı virüs gibidir onlar. Nasıl ki fizikî bünye zayıf düştüğü an mikroplar, insan bedeni üzerinde hemen hükmünü icra etmeye başlar; aynen öyle de, insanın mâneviyat adına zayıf düştüğü, mâneviyattan uzak kaldığı durumlarda, şuuraltı zemininde üreme imkânı bulan virüsler hemen harekete geçer, hücuma başlar ve insanı esir almaya çalışırlar. Onun için bazı mâneviyat büyükleri hayatlarını, herhangi bir fenalığa niyet olsa dahi, o fenalığı icra imkânı bulamayacakları şekilde planlamışlardır. Başka bir ifadeyle, bu büyük insanlar, baştan aldıkları tedbirlerle öyle bir yerde durmuşlardır ki, bir anlık bir gafletle fenalık yapma niyeti olsa dahi, onlar onu yapamaz olmuşlardır. Meselâ günah ortamından uzak kalabilmek için, halvet ve uzlette yaşamayı tercih etmişlerdir. Onlar kötülüklerin gelip kendilerine zarar vermemesi için inzivayı bir set ve serhat gibi görmüş ve böylece günahlardan korunmak istemişlerdir. Ne var ki, dini yaşamakla beraber onu anlatma vazifesiyle mükellef bulunan inanan insanlar ve bilhassa dava-yı nübüvvetin vârisleri için, takip edilmesi gereken esas yol, esas mükemmellik halk içinde Hak’la beraber olmaktır. Tasavvufta buna celvet denilmiştir. Evet, halkın içinde Hak’la beraber olmak, peygamberane bir tavırdır. Bulunduğu yeri elden geldiğince kendisine benzetmesi bir mü’minin temel görevidir. Mü’min, gönlünün nasıl olmasını arzu ediyorsa içinde yaşadığı atmosferi de öyle temiz hâle getirmeli, orada fenalık faktörlerini bütünüyle izale etmeye çalışmalıdır.
Sinsi Düşmanlara Karşı Kapatılan Delikler
Hani, hicret esnasında, Sevr mağarasında Hz. Ebû Bekir Efendimiz için anlatılan bir menkıbe vardır. Bu menkıbeye göre, Allah Resûlü (aleyhissalâtü vesselâm) ve Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) Sevr mağarasına ulaştıklarında, önce, Hz. Ebû Bekir, zararlı hayvan olup olmadığını araştırmak ve içerisini temizlemek için mağaraya girer; girer ve akrep, yılan ve benzeri hayvanların zarar vermesine engel olmak için, yırttığı cübbenin parçalarıyla oradaki delikleri tıkar. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), mağaraya girer ve bir müddet istirahate çekilir. Ne var ki, Hz. Ebû Bekir’in delikleri kapamada kullandığı bez, son deliği kapatmaya yetmemiştir. Bunun üzerine o, o son deliği de ayak topuğu ile kapatır. İşte bu sırada bir yılan gelir ve Hz. Ebû Bekir’in ayak topuğunu ısırır.
Sahih kaynaklarda aslı olmayan bu meselenin faslının bize ifade ettiği bazı hakikatler vardır. Bunlardan birisi Hz. Ebû Bekir Efendimizin sadakatidir. Zira hakikaten bir yılanın saldırma tehlikesi bulunsaydı, Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh), ne yapar eder, her türlü tehlike ve meşakkati göze alır, İki Cihan Serveri’ne zarar gelmesin düşüncesiyle yılanın ağzına ayağını basardı. Bu yönüyle burada Hz. Sıddık’ın sadakati vurgulanmaktadır.
Menkıbeden çıkarabileceğimiz ikinci bir mânâ ve mesaj ise şudur: Mü’min bulunduğu atmosferde Allah’la irtibatına, dinî ve mânevî hayatına zarar verebilecek her türlü tehlikeye karşı bütün menfezleri kapamalıdır. Buna muhtemel tehlike menfezleri de dahildir. Mü’min, icabında kendi varlığıyla o deliği tıkamalı ve Allah’a şöyle yalvarmalıdır: “Allah’ım! Ben bu noktada dünyevî hayatım itibarıyla her şeyimi kaybedebilirim ama ne olur ya Rabbi, Seninle irtibatıma, kulluk şuuruma zarar verebilecek her türlü tehlikeden beni koru, muhafaza buyur; buyur da ruhumun âbidesi daima dimdik dursun, eğilecekse sadece ve sadece Senin karşında eğilsin.”
Biraz önce ifade edildiği üzere bu vak’anın aslının her zaman münakaşası yapılabilir, fakat faslından istinbat edeceğimiz mânâlar itibarıyla mezkûr hâdise, bize örnek bir sadakat modeli sergilemenin yanında, temkin ve tedbir adına da önemli bir ders vermektedir. O ders de şudur: “Mü’min bulunduğu yer ve muhiti kendi rengine boyar ve o muhitte, kendi duygu ve düşüncesini yaşayabileceği bir atmosfer oluşturur.”
Kötü Arkadaş ve Karayılan
Şimdi asıl konumuza dönecek olursak çirkin hayal ve hatıralardan sıyrılma adına yapılabilecek bazı hususları şu şekilde hülasa edip maddeleştirebiliriz:
1- Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), öfke gibi insanı helake sürükleyecek müfsit bir duygu ve düşünce insanı sardığı zaman, onu izale adına bir çare olarak şöyle buyurmuştur: 
إنَّ الْغَضَبَ مِنَ الشَّيْطَانِ، وَإنَّ الشَّيْطَانَ خُلِقَ مِنَ النَّارِ، وَإنَّمَا تُطْفَأُ النَّارُ بِالْمَاءِ. فَإذَا غَضِبَ أحَدُكُمْ فَلْيَتَوَضَّأ
“Öfke şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülmektedir; öyleyse biriniz öfkelenince hemen kalkıp abdest alsın.” (Ebû Dâvud, Edeb 4) Burada Efendimiz, bir hâl ve tavır değişikliğinden bahsetmektedir. İnsan psikolojisi açısından mesele tahlil edildiği zaman hadis-i şerifte tavsiye edilen bu hususun, öfkeyi kontrol adına başvurulabilecek müessir bir yol ve çare olduğu görülecektir. İşte bu hadis-i şeriften hareketle biz de diyebiliriz ki, insan günah atmosferinden sıyrılmak için mutlaka hâl, tavır, zemin ve ortam değişikliğine gitmelidir. Böylece o, öncelikle kafasındaki fasit hatıra ve hayallerin dayatmasından sıyrılacak, daha sonra da farklı ortam ve farklı ahvalde farklı duygu ve düşünceler içine girerek o menfiliklerin iz ve tesirini zihin ve kalbinden silip atabilecektir.

2- Mü’min, her zaman salih arkadaşlara sahip olmalı, onlarla beraber bulunmalı, onlarla oturup kalkmalıdır. Hep arz etmişimdir, dinî ilimleri tedris edecek talebeye henüz Arapça eğitimine başlanmadan önce: “Kötü arkadaş karayılandan daha kötüdür. Onun tesirine girersen seni Cehennem’e sürükler. İyi arkadaş ise seni alır Cennet’e götürür.” şeklinde ifade edebileceğimiz Farsça bir beyit öğretilirdi.
Evet, iyi arkadaş edinme çok önemlidir. Çünkü insan her zaman kendi kendine ayakta duramaz. İnsanı çadıra benzetecek olursak, o, varlık çadırının hem orta direği, hem de çevre kazıkları olamaz. Kişi, bir orta direk gibi kendi varlık çadırını omuzlarına aldığı zaman bir iki arkadaşının da o çadırın çevresini tutan kazıklar gibi olmasını istemelidir. Zira ancak böyle bir yapı ayakta durabilir. Kubbedeki taşlar baş başa verince dökülmez. Bu açıdan Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam),
اَلرَّاكِبُ شَيْطَانٌ وَالرَّاكِبَانِ شَيْطَانَانِ وَالثَّلاَثَةُ رَكْبٌ
“Bir yolcu şeytandır, iki yolcu da iki şeytandır, (Çünkü bir fenalıkta ittifak etme imkânı vardır.) üç yolcu ise rekbdir, cemaattir.” buyurur. (Ebû Davud, Cihâd 86; Tirmizi, Cihâd 4) Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ), bize böyle bir atmosfer tavsiye ettiğine göre, mü’min, atmosferini o hâle getirmelidir. O zaman bize düşen, her zaman salih ve sadık arkadaşlarla beraber olmaktır. Böylece biz, bir hataya meylettiğimizde onlar hemen bizi ikaz edecek, bir yanlış karşısında bizi düzeltme gayreti içinde olacaklardır. Kim bilir belki de çok defa sevdiğimiz o arkadaşlardan hicap edip fena his ve heveslerimizi baskı altına alacak, kötü duygu ve mülâhazalardan uzak duracağız.

Müsaadenizle burada iç dünyamla alâkalı bir hususu antrparantez arz etmek istiyorum. Bazı hatalarımdan dolayı salih arkadaşlarım beni ikaz ettiklerinde, belki biraz utanmış, biraz hicap duymuşumdur. Belki nefsime ağır gelmiş de olabilir. Fakat hâsıl ettiği netice açısından meseleye baktığımda hep Rabbime hamdetmiş, o arkadaşlarıma karşı da gönlüm teşekkür duygularıyla dolmuştur. Zaten Üstad Hazretleri de “Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse, ondan darılmak değil, belki memnun olmak lâzım gelir.” diye ikazda bulunmuyor mu? Salih bir mü’min, diğer mü’min kardeşine “Gözlerine, kulaklarına çok dikkat etmiyorsun!” diye ikazda bulunursa, o mü’min, belki yokuş aşağı giden bir arabanın fren yemesi gibi bir hayli sarsılır, bir sağa bir sola yalpalar ama ebedî hayat açısından meseleye baktığında esasen bu durumun hiç de önemli olmadığını görür. Çünkü aldığı bu tembihle, kendisine gelmiş ve fasit bir daire içine düşmekten kurtulmuş olacaktır. İşte bu, salih arkadaşlarla beraber olmanın mükâfatıdır.

3- Mü’min bir ömür boyu hep inandığı değerlere ait duygu ve düşüncelerle oturup kalkmalı, onlarla dolup taşmalı, sürekli okuyup düşünmeli, hayatında hiçbir boşluğa fırsat vermeksizin her zaman temel kaynaklardan beslenmesini bilmelidir. Ayrıca bu istikamette ciddi bir teveccüh ve dua ile her zaman; “Allah’ım! Ne olur, günah ve isyandan bizi muhafaza buyur! Bizi gör ve gözet! Tut elimizden tut ki edemeyiz Sensiz!” itirafında bulunarak, Cenâb-ı Hak’tan sıyanet, inayet, kilâet, vekâlet ve riayet istemelidir. Nitekim Hazreti Rûh-u Seyyidi’l-Enâm (aleyhi ekmelüttehâyâ),
يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ أَسْتَغِيثُ أَصْلِحْ لِي شَأْنِي كُلَّهُ وَلاَ تَكِلْنِي إِلَى نَفْسِي طَرْفَةَ عَيْنٍ
“Ey Hayy u Kayyum! Rahmetine iltica edip yardımı Senden istiyorum. Her türlü hâlimi ıslah eyle ve beni göz açıp kapayıncaya kadar olsun nefsimle baş başa bırakma!” (Hâkim, el-Müstedrek, 1/545) diye dua buyurarak bize bu mevzuda takip edilmesi gereken ufku göstermektedir.

Son bir husus olarak şunu ifade edeyim ki, böylesine yürekten ve samimi bir şekilde Allah’a teveccühte bulunanlar şimdiye kadar takılıp yollarda kalmadıkları gibi, salih ve sağlam refik edinenler de Allah’ın inayetiyle hiçbir zaman zayi olmamışlardır.
Sizlerinde Dualarınız Varsa ve Bizlerle Paylaşmak İsterseniz Lütfen Yorumlar Bölümünden Gönderiniz...

Haydi Hep Beraber Dua Edelim

Sevgili Dostlar,
Başta güzel ülkemizin güzel insanları olmak üzere
bütün ümmet-i Muhammed’in (aleyhissalatü vesselam)
her türlü musibetten kurtulup selamete çıkması
ve maddî manevî sıkıntılardan sıyrılıp inşiraha kavuşması
niyetiyle son günlerde aşağıdaki duayı okuyoruz.
Tek başına ya da ikili üçlü gruplar halinde 33 defa okuduğumuz
bu duamıza bütün gönül dostlarımızın da iştiraklerini bekliyoruz.
Hürmetlerimizle…
***
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
حَسْبُنَا اللّٰهُ لِدِينِنَا، حَسْبُنَا اللّٰهُ لِدُنْيَانَا،
 حَسْبُنَا اللّٰهُ الْكَرِيمُ لِمَا أَهَمَّنَا، حَسْبُنَا اللّٰهُ الْقَوِيُّ لِمَنْ بَغَى عَلَيْنَا،
 حَسْبُنَا اللّٰهُ الشَّديِدُ لِمَنْ كَادَنَا بِالسُّوءِ، حَسْبُنَا اللّٰهُ الْحَليِمُ عِنْدَ السَّامِ،
 حَسْبُنَا اللّٰهُ الرَّؤُفُ عِنْدَ الْمَسْأَلَةِ فيِ الْجَدَثِ، حَسْبُنَا اللّٰهُ الرَّحيِمُ عِنْدَ الْبَعْثِ وَ الْحَشْرِ، حَسْبُنَا اللّٰهُ اللَّطِيفُ عِنْدَ الْحِسَابِ وَ الْمِيزَانِ، حَسْبُنَا اللّٰهُ الْمُهَيْمِنُ عِنْدَ الصِّراَطِ،
﴿ حَسْبِيَ اللّٰهُ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ ( kere7)
Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla...
Dinimizi en güzel şekilde yaşama ve onu başkalarına da anlatma hususunda Allah bize yeter. Dünyamızı mamur kılma, yeryüzünde Hakk’ın muradını gerçekleştirme ve bu yolda karşılaşacağımız her türlü musibete sabretme noktasında Allah bize yeter. Zihnimizi ve kalbimizi meşgul eden her meseleye karşı -iyilik ve ikram sahibi, yegâne kerim- Allah bize yeter. Taşkınlıkla üzerimize hücum edenlere karşı -bütün zalimlere hadlerini bildirme kudretine sahip bulunan- Allah bize yeter. Hakkımızda sinsi planlar hazırlayan ve akla hayale gelmez entrikalar çevirenlere karşı -cezalandırması da çok şiddetli olan- Allah bize yeter. Ölümün sıkıntılarına maruz kaldığımızda -kullarına hep hilm ile muamele eden- Allah bize yeter. Kabirde aşılması gereken bir akabe olan sorgu-sual esnasında -şefkati engin- Allah bize yeter. Kıyamet koptuktan sonra yeniden dirilme ve hayatın hesabını vermek üzere toplanma vaktinde -rahmeti sonsuz- Allah bize yeter. Amel defterlerinin uçuşup durduğu hesap hengamında ve herkesin yapıp ettiklerinin tartıldığı o dehşetli anda -çoğu zaman sürpriz ikramlarla kullarını sevindiren- Allah bize yeter.. ve Sırat’tan selametle geçip ebedî saadet yurduna girme mevzuunda -her vakit bütün mahlukâtın ihtiyacını görüp gözeten- Allah bize yeter. Rasûl-ü Ekrem’ine “Allah bana yeter. O’ndan başka mabud yoktur. Ben yalnız O’na dayanırım. Çünkü O, büyük Arş’ın, muazzam hükümranlığın sahibidir.” (Tevbe, 9/129) diyerek Kendisine sığınmasını talim buyuran Allah dünyevî ve uhrevî her ihtiyacımıza karşı bize yeter.



17 Temmuz 2011 Pazar

4) 444 0 911

Turkiye'deki tum hastaneler ayni numarada birlesti.Acil
durumlarda 444 0 911 numarali telefon hattini arayan vatandaslar, en yakin
hastaneye en hizli sekilde ulasabilecek, ilgili hastaneden ambulans aninda
yola cikacak.Cep telefonundan aranma durumunda ise oturulan sehrin alan
kodu ile birlikte 444 0 911 numaralı hat aranacak. Ornegin cep telefonundan
(0212) 444 0 911 numarayi arayan vatandas, Istanbul'da, kendisinin
bulundugu noktaya en yakin hastaneye en hizli sekilde ulasabilecek.Sabit
telefonla aramada ise herhangi bir kod cevirmeden direkt 444 0 911
aranacak. Bu telefon arandiginda kisiye en yakın hastaneden ambulans olay
yerine gönderilecek.


3) GİZLİ PİL GÜCÜ :

Eger cep telefonunuzun pil seviyesi çok düsükse ve acil bir
telefon bekliyorsaniz; Nokialar, rezerve pile sahiptir. *3370# tuslarına
basarak, telefonunuzu, rezerv pille çalisir hale getirebilirsiniz.
Cihaziniz pil seviyesinde %50 artis gösterecek ve telefonunuzu sarj
ettiginizde, rezerv piliniz de tekrar dolacaktır.


2) EĞER UZAKTAN KUMANDALI ARAÇ ANAHTARINIZI ARACINIZDA KİLİTLİ UNUTURSANIZ :

Aracinizin yedek anahtari baska birinde varsa, aradaki mesafe
ne olursa olsun, o kisiyi cep telefonunuzla arayin. Aracinizin kapisina 25-
30 cm uzakta cep telefonunuzu tutun, karsi taraf da yedek anahtarin acma
dugmesine(cep telefonuna yakin bir mesafede tutarak) basin. Kapiniz
acilacaktir ve Bagaj icin de gecerlidir.

1) ULUSLARARASI ACİL NUMARA:

112Eğer telefonunuz kapsama alanı dışıdaysa ve
acil bir durum var ise, 112'yi çevirin. Varolan herhangi bir network
bulunup, yardım isteyebilirsiniz. Daha enteresanı, tuş takımınız kilitli
olsa dahi, 112 çevrilebilir.


Yavaş ye, kilo alma!

Fazla kilolarıyla sorun yaşayanların sayısı hızla artıyor. Her gün onlarca alternatif diyet reçeteleri sunuluyor. Çaresizce bir onu bir bunu deneyerek sağlığından olanlar da ümitlerini yavaş yavaş kaybediyor.
Diyet yapmak deyince akla gelen yasaklar yüzünden kilolarıyla mutlu olmaya çalışanlar her lokmayı 13 kez çiğneyerek diyet yapmadan zayıflayabilir. Meslekî tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki, diyetisyene gitme ihtiyacı duymayan yani olması gereken kiloda olan kişilerin yüzde 95'i çok yavaş yemek yiyor. Bunun tam tersi olarak zayıf olup kilo almak için diyetisyene başvuran kişilerin tamamı yüzde 100 çok yavaş yemek tüketiyor. Buradan yavaş yemek yeme ile obezite arasında ters bir orantı olduğunu çıkarabiliriz. Hızlı yemek suretiyle vücudumuza çaktırmadan fazladan enerji alıyoruz. Böylece ihtiyaç fazlası enerjiyi hızlı yemek yiyerek fark etmeden depoluyoruz. Halbuki yavaş yemek yesek, vücut alınan yiyecekleri tam analiz edip ihtiyacını karşılayacak miktarı sağladıktan sonra bize dur diyecektir..
Hızlı ve aşırı yemek yemenin birçok sebebi var. Günümüzün hızlı yaşam temposuna ayak uydurmak zorunda kalan pek çok kişi için, yemek yemek için harcanan süre boşa giden bir zamanmış gibi görülüyor. Fast food beslenmenin artışındaki temel neden de bu, halbuki yaşamamız için gereken nefes almaktan, su içmekten sonra en önemli şey yemek yemektir. Bu bizim temel sağlığımızı korumamız için gereken en önemli etkendir. Öyle ki sağlıklı beslenme yoluyla birçok hastalığın önlenebildiği bir gerçek var. Diğer bir neden ise duygusal açlığımız, daha doğrusu mutsuz ya da mutlu olduğumuz durumlardaki duygusal karmaşadan hazza ulaşmak için yemeği bir araç olarak görmemiz denilebilir. Bilinen bir gerçektir ki, obezite bir 'tatminsizlik hastalığı'dır. Duygusal veya biyolojik eksiklikler kişilerde obezitenin sebepleri arasında hatırı sayılır bir yer teşkil eder. İnsanlar yiyeceklerin tadını 2 şekilde daha çok alabilir, ya hızlı yiyerek çok miktarda tüketerek veya yavaş yiyerek ve çok çiğneyerek daha çok tat öğesinin dil ile temasını sağlayarak. Bilindiği üzere tat ve koku duyuları birbiriyle çok ilişkilidir ve neredeyse aynı mekanizma ile beynimizde kodlanır. Yenilen bir besinin tadını kokusuyla birlikte öğreniyor ve hatırlıyoruz. Çiğnemek ya da yavaş yemek suretiyle yiyecekteki tat ve koku öğelerinin açığa çıkma oranı mekanik olarak artırır. Bu da yiyecekten gerçekten daha çok keyif almamızı buna bağlı olarak daha çabuk doyuma ulaşmamızı sağlar. Yiyeceklerin ağızda yeterince küçük partiküller haline getirilmesinin sindirim sistemi sağlığı açısından da faydası vardır. * Sema Hastanesi Beslenme Uzmanı

Küsleri barıştırmak ibadettir

Dinimiz inanan insanı güzel ahlaklı, iyi geçinen ve geçinilen kişi olarak tanımlar. Mü'minler arasında çıkan ayrılıkların da süratle giderilmesini, dargınlıkların muhabbete dönüşmesini ister. Bu anlamda insanların arasını düzeltme ve eşlerin arasını bulma noktasında yalana ruhsat vermiş olması da konunun önemini anlatır.
İslam dini, gerek fert gerekse toplum olarak müminlerin birbirleriyle iyi geçinmelerini ve barış içinde kardeşçe yaşamalarını emreder. İki küskünü barıştırmak dinimizce en çok teşvik edilen ameller arasında sayılmıştır. Arabulucu olmanın değerini Cenab-ı Hak şöyle ifade etmiştir: "Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşursa, onların aralarını bulun. Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden ve birbirine düşman olan kardeşlerinizin arasını düzeltin!" (Hucurât, 49/9, 10)
Yine ayette, hoş görülmeyen bir amel olarak nitelenen fısıldaşmanın, "dargın insanların arasını bulma" gayesiyle ve Allah rızasını arzulayarak yapılması durumunda hayırlı olacağı ve büyük mükâfat getireceği belirtilmiştir. (Nisâ, 4/114) Bu ayetlerle mümin kardeşlerimizin arasını bulmak tavsiye edilmektedir. Ayet-i kerime iki şahıs arasında arabuluculuk yapmayı ifade ettiği gibi cemiyet ve grupların arasında meydana gelmiş ihtilaf ve düşmanlığı bertaraf edecek derecede aralarını bulmayı da teşvik etmektedir. Hatta iki topluluğun arasındaki ihtilaf, iki kişinin arasındaki düşmanlıktan daha tehlikelidir. Çünkü kişilerdeki düşmanlık aileleri bağlarken diğerindeki ihtilaf daha umumidir. Hz. Peygamber Efendimiz (sas) de, dargınların ve başkasına düşman olanların arasını bulup barıştırmanın nafile oruçtan, namazdan ve sadakadan daha faziletli bir ibadet olduğunu bildirmektedir: "Dikkat ediniz! Size nafile oruç, namaz ve sadakanın derecesinden daha faziletli bir ibadet haber veriyorum: Müminlerin arasını bulmak ve onları barıştırmak. Buğz ve kinden uzak durun. Çünkü o, dinde iyilik adına bir şey bırakmaz." (İmam Malik, Muvattâ, Siyer 2; Ebu Davud, Edeb 50)
Allah Resûlü'nün (sas) "Bir tarafın yaptığı hayırları çok gösterip mübalağa ederek insanların arasını ıslah etmeye çalışan kişi yalancı değildir." (Buhari, Sulh 2) sözüyle belirttiği üzere, insanların arasını bulmak için gerekirse mübalağa bile yapılabilir. Hatta Efendimiz'in (sas) başka hadislerinde, daireyi biraz daha genişleterek, "insanların arasını düzeltmeye yönelik herhangi bir söz söyleyeni yalancı olarak saymayacağını belirtmesi" (Ebu Davud, Edeb 50) ve "harb, insanların arasını düzeltme ve eşlerin arasını bulma konularında yalana ruhsat vermesi" (Ahmed, Müsned, 5/404,459), konunun önemini anlatmaktadır. Efendimiz'in muhacirler ile Ensar arasında yaptığı kardeşlik sözleşmesinde tavsiye ettiği "Müslümanların arasını düzeltme" kaydı da bu öneme işaret eder. (Ahmed, Müsned, 1/271)
* Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Ayakkabı almaya öğleden sonra gidin

Gün içerisinde ayaklarınız biraz şişer ve doğru ölçüsüne gelir.
Ayakkabı satın alırken o ayakkabı ile kullanabileceğiniz herhangi bir çorabı yanınızda bulundurun ve ayakkabıyı çorap ile deneyin. Ayakkabıyı her iki ayağınızda da deneyin. Büyük olan, ayağınıza uyan numarayı satın alın. Ayağınızın şekli zamanla değişir ve farklı üreticilerin kalıpları birbirinden farklı olabilir. Parmaklarınızın hareket edebilmesi için yeterli alan bulunmalı, taban kısmı kaymamalıdır. Hiçbir zaman esner, genişler düşüncesiyle ayağınızı sıkan bir ayakkabı almayın. Yeni ayakkabınızı aldığınız ilk gün bir saatten fazla giymeyin.

Kayısı, sindirim sistemine yardımcı oluyor

Malatya'nın meşhur meyvesi kayısı, içerdiği proteinlerle bazı organların sağlıklı çalışmasına katkı sağlıyor. Uzmanlar, lezzetiyle damakları tatlandıran meyvenin içerdiği proteinlerle sindirim sisteminin çalışmasına yardımcı olarak kabızlığı önlediğini belirtiyor.
İnönü Üniversitesi Kayısı Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Bayram Murat Asma, Malatya kayısısının, özellikle sindirim sisteminin sağlıklı çalışmasına katkı sağladığını söyledi. Kayısının önemli bileşiklere sahip olduğunu anlatan Murat Asma, "Kayısı, özellikle A vitamini bakımından zengindir. Bilhassa sigara ve alkol kullanan tüketicilerimizin günlük üç-beş tane yaş veya kuru kayısı yemelerini öneriyoruz. Kayısının bir diğer önemli bileşiği ise diyet lifidir. Diyet lifi, özellikle ince ve kalın bağırsaklarda sindirilemeyen bileşiklerden oluşur." dedi.
Bir erişkin insanın, günde 20-25 gram diyet lifi tüketmesi veya alması gerektiğini ifade eden Asma, kayısının diyet lifi bakımından son derece zengin bir meyve olduğunu vurguladı. Asma, kayısının cilt güzelliği, vücudun dinç olması, hastalıklara direnç kazanması bakımından faydalı bir meyve olduğunu söyledi.
Kayısı alırken, olgunlaşmış olmasına dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizen Doç. Dr. Asma, "Kayısının farklı renkte, farklı irilikte çeşitleri bulunmaktadır. Bazı üreticiler raf ömrünü uzatmak amacıyla kayısıyı ham olarak hasat ediyor. Ham kayısılar da ideal tat ve aromaya ulaşmıyor. Tüketicilerin, kayısı alırken buna dikkat ederek, meyvenin olgun olanlarını seçmesi gerekiyor." diye konuştu.